Isekai Boksör Bölüm 10- Ejderha İle Boks.
Marki Arthur, "İlk görevin biraz zor olacak gibi Lucian, hazırlıklarını yap ve girişte beni bekle," dedi.
Lucian onaylarcasına kafasını salladı ve odadan çıktı.
Arthur devam etti: "Uther ve Albert bir görev için başka bir şehre gitmişti, gelmelerini bekleyemeyiz. Serenna'ya haber ver ve benimle girişte buluşmasını söyle."
"Emredersiniz efendim," diye cevap verdi gardiyan.
Arthur kendi kendine düşündü: Buz Ejderhası, bu pek hoş olmadı. Bunu dediğime inanamıyorum ama Sagar burada olsaydı işimiz çok daha kolay olurdu, son anda ayrılmış olması büyük şanssızlık.
Lucian Wintergate Markiliği'nin soğuk taşlarından geçerken, karın altındaki toprak hafifçe gıcırdıyordu. Kuzeyin sert rüzgarı yüzünü keskin bir bıçak gibi okşarken, uzaktan gelen savaş borularının sesi kulaklarında yankılanıyordu. Ablası Serenna'da oradaydı. Serenna Lucian'ı gördü ve yanına geldi.
"Duyduğuma göre bu ilk görevin olacakmış," dedi Serenna, hafifçe gülümseyerek, "ilk görev olarak bir ejderha tehdidiyle uğraşmak için nasıl bir günah işledin küçük kardeşim?"
Marki Arthur askerlerin bulunduğu bölgeye giriş yaptı.
Marki Arthur, gümüş rengi parlak işlemeli zırhıyla adeta bir dağ gibi duruyordu. Uzun boylu ve güçlü yapısıyla, zırhının altında bile kaslı vücudu belli oluyordu. Koyu renk saçları omuzlarına dökülmüş, dikkatlice taranmıştı. Yüzünde birkaç yara izi bulunuyordu; her biri, katıldığı sayısız savaşın bir nişanıydı. Çelik gibi sert bakışları, emir verirken bir an bile tereddüt etmezdi. Zırhının üzerindeki Wintergate amblemi onun yüksek rütbesini ve soylu geçmişini işaret ediyordu. Omzunda taşıdığı devasa kılıcı, neredeyse bir insan boyunda olup ihtişamıyla göz kamaştırıyordu. Bu kılıç, sadece güç ve yetenek sahibi bir savaşçının taşıyabileceği bir silah olduğunu belli ediyordu. Arthur'un görünüşü, sadece fiziksel gücü değil, aynı zamanda iradesinin de bir yansımasıydı.
Lucian ablasına bakarak iç çekti. "Sanırım bunu yakında öğreneceğiz, abla."
"Herkes dikkatle dinlesin!" diye gürledi Arthur.
Lucian, Serenna ve tüm askerler pür dikkat bir şekilde Marki Arthur'un sözlerine kulak kesilmişti.
"En güçlü krallık olan Igrapth Krallığının Kuzey Sınırını koruma görevi yıllardır Wintergate ailesine aittir, neden biliyor musunuz? Çünkü pis işleri halletmesini en iyi bizler biliriz, bu dünyadaki en pis şey ise iblislerdir. Kanımızın son damlasına kadar iblislerle savaşmaya ve halkımızı korumaya devam edeceğiz, aynı atalarımızın yaptığı gibi. Büyük iblisleri def eden atalarımız korkusuzca savaşmışken küçük bir kertenkeleden mi korkacağız? Ben ki, en güçlü savaşçı olarak size yemin ederim sizler benim halkımsınız ve benim görevim halkımı korumaktır! Herkes hazır olsun çünkü bu akşam Ejderha eti yiyeceğiz!"
Marki Arthur'un güçlü ve güven verici sözleri havada yankılanırken, askerlerin yüzlerinde bir değişim gözle görülür şekilde belirdi. İlk başta, soğuk hava kadar keskin bir gerginlik ve endişe vardı. Ancak Arthur'un konuşmasının her kelimesi, onların içindeki korkuyu yavaşça eritmeye başladı.
Lucian, ablasının yanında dururken, kalbinin atışlarının yavaşladığını hissetti. Abla kardeş göz göze geldiler, Serenna'nın yüzünde kararlılık ve gurur vardı. Bu bakış, Lucian'ın içinde bir ateşin yanmasına neden oldu. İlk görevine dair tüm tereddütleri bir kenara bırakarak, cesaretini topladı.
Askerler, kılıçlarını daha sıkı kavradılar, zırhlarını düzelttiler ve duruşlarını daha dik hale getirdiler. Marki Arthur'un konuşması onları sadece motive etmekle kalmamış, aynı zamanda birliğin ve kardeşliğin gücünü hatırlatmıştı. Birbirlerine destek olmak için omuz omuza vererek, cesaretlerini topladılar.
Bir asker, yanındaki arkadaşına dönüp gülümsedi. "Ejderha eti ha? Uzun zamandır böyle bir ziyafet çekmemiştik," dediği anda, etrafındaki birkaç asker de gülerek ona katıldı. Bu küçük an, onların moralini yükseltti ve aralarındaki bağı güçlendirdi.
Başka bir asker, miğferini başına takarken, "Wintergate soyundan geliyoruz, asıl korkan düşmanlarımız olmalı," diye mırıldandı. Bu söz, çevresindeki askerler tarafından coşkuyla karşılandı.
Marki Arthur, askerlerin motivasyonunun doruğa ulaştığını gördüğünde, onlara son bir kez baktı ve "YAŞA WİNTERGATE!" diye bağırdı.
Askerler tereddüt etmeden hep bir ağızdan bağırdılar: "Yaşa Wintergate! Yaşa Wintergate! Yaşa Wintergate!" Bu güçlü tezahüratlar, karla kaplı dağlarda yankılandı. Her bir asker, görevlerine olan inançlarını yeniden teyit etti.
Arthur, son hazırlıkları yapmak için Serenna'ya döndü. "Serenna, 3. Birliğin komutasını sana bırakıyorum. General Ferth ile birlikte sol kanat sana ait olacak."
"Emredersiniz Marki," diye yanıtladı Serenna.
Ardından Lucian'a döndü: "Lucian, benim oğlum ve Sagar'ın öğrencisi olarak, gücünü birlikleri korumak ve bana destek olmak için kullan. Fiziğin ya da büyü yeteneğin ne kadar gelişmiş olsa da henüz bir ejderhayla başa çıkabilecek güçte değilsin. O yüzden bizi geriden desteklemeye çalış."
Lucian kendinden emin bir şekilde, "Emredersiniz Marki," dedi.
Marki Arthur, atını yanında çağırdı;
Marki Arthur'un atı, tıpkı sahibine yakışır şekilde güçlü ve ihtişamlıydı. Koyu gece siyahı tüyleri, ay ışığında parlayan bir kadife gibi göz kamaştırıyordu. Atın boyu, sıradan atlardan daha yüksek, güçlü kasları her adımında belirgin bir şekilde hareket ediyordu. Gözleri zeki ve uyanık bakışlarla çevresini tarıyordu.
Atın üzerinde, Marki Arthur'un gümüş rengi zırhına uyumlu olarak tasarlanmış, işlemeli bir eyer ve koşum takımı vardı. Eyerin yanlarından sarkan gümüş ipliklerle dokunmuş süslemeler, her adımda hafifçe dalgalanıyordu. Eyerin arkasında, Marki Arthur'un devasa kılıcını taşıyabilmesi için özel bir yuva bulunuyordu. Atın başına takılan miğfer, onu hem koruyor hem de görsel olarak daha heybetli hale getiriyordu. Miğferin önünde, Wintergate ailesinin amblemi olan kar tanesi ışıltılı bir şekilde parıldıyordu.
Atın bacaklarına takılan zırh, onun savaş sırasında korunmasını sağlarken, hareket kabiliyetini de sınırlamıyordu. Bu zırh, atın kaslı bacaklarını daha da belirgin hale getiriyor, adeta bir savaş makinesi gibi görünmesini sağlıyordu.
Atın yelesi, dikkatlice taranmış ve aralara dokunan gümüş ipliklerle süslenmişti. Bu süslemeler, her adımda hafifçe dalgalanarak bir tür büyüsel hava yaratıyordu. Atın kuyruğu da benzer şekilde süslenmiş, yere kadar uzanan yumuşak bir dokunuşla sonlanıyordu.
Marki Arthur'un atı, sadece bir savaş aracı değil, aynı zamanda onunla birlikte savaşa giden sadık bir dost, bir semboldü.
Atına binen Marki Arthur, tüm gücüyle "BİRLİKLER, İLERİ!" diye bağırdı.
Tüm askerler hizaya girmiş bir şekilde Marki Arthur'un peşinden ilerlemeye başladı. Yollar tamamen karla kaplıydı ve yoğun bir fırtına her adımı daha da zorlaştırıyordu. Kuzeyin amansız doğası, onları savaş kadar zor bir sınavla karşı karşıya bırakıyordu.
Karda ilerlemek oldukça zordu. Kar tabakası yer yer diz boyuna kadar yükselmişti ve adım atmak bile büyük bir çaba gerektiriyordu. Askerler her adımlarında ayaklarının altında ezilen karın çıkardığı sesle ilerliyorlardı. Bu yoğun kar, yürümeyi yavaşlatmakla kalmıyor, aynı zamanda düşmanın izini sürmeyi ve herhangi bir sürpriz saldırıya karşı hazırlıklı olmayı da zorlaştırıyordu.
Kuzeyin sert ve dondurucu rüzgarları, kar tanelerini yüzlerine birer ok gibi savuruyordu. Fırtına o kadar şiddetliydi ki, askerler birbirlerini zor duyuyordu. Rüzgarın uğultusu, kulakları sağır eden bir gürültüyle etraflarında dönüp duruyordu. Görüş mesafesi neredeyse sıfıra inmişti, sadece birkaç adım ötesini görmek bile büyük bir çaba gerektiriyordu.
Hava o kadar soğuktu ki, nefesler buhar olarak dışarı çıkıyor ve hemen donuyordu. Askerlerin zırhları, üzerlerinde birer buz tabakası oluşturmuştu. Soğuk, kemiklerine kadar işleyerek her adımı daha da zorlaştırıyordu. Parmaklar uyuşmuş, yüzler ve kulaklar soğuktan kızarmıştı. Bu dondurucu hava, sadece fiziksel değil, aynı zamanda zihinsel bir dayanıklılık da gerektiriyordu.
Askerler, buzla kaplı dağ geçidine yaklaştıklarında, fırtınanın şiddeti daha da arttı. Rüzgarın uğultusu, sanki bir yaratığın derinlerden gelen kükremesi gibi kulakları sağır eden bir sesle yankılanıyordu. Lucian, ablası Serenna'nın hemen yanında duruyordu. Marki Arthur, atının üzerinde ilerideki geçidi gözlemliyordu.
Bir anda, yerin derinliklerinden gelen güçlü bir sarsıntı hissedildi. Karlar, büyük bir çatırtıyla yukarıdan aşağıya doğru kaymaya başladı. Askerler, dengelerini kaybetmemek için birbirlerine tutundular. Bu sarsıntının hemen ardından, karanlık ve ürkütücü bir siluet, geçidin üzerinde belirdi.
Buz Ejderhası, devasa kanatlarını açarak gökyüzünde süzülüyordu. Kanatlarının her çırpışı, etrafa dondurucu bir soğuk yayıyordu. Ejderhanın buzdan oluşmuş pulları, ay ışığında parıldayarak göz kamaştırıcı bir görüntü oluşturuyordu. Devasa boyutları ve ürkütücü görünüşü, askerlerin kalplerine korku saldı.
Ejderha, iblislerin saklanmak için kullandığı dağ geçidinin içine sığınmıştı. Tek bir girişe sahip olan bu dağ geçidi Ejderha'nın yumurtalarını koruması için mükemmel bir ortam oluşturuyordu.
Ejderha, yumurtalarını korumak için gökyüzünden düşen bir meteor gibi dalış yapmaya başladı ve saldırı yapabilecek kadar yaklaştığında derin bir nefes alarak devasa ağzını açtı ve dondurucu bir buz nefesi çıkardı.
Askerlerin hepsi en az 4. Seviye aura kullanıcılarından oluşuyordu yani auralarını dışarıya salarak bir nebze de olsa kendilerini soğuğa karşı koruyabilirlerdi, fakat ejderhanın planı sadece bu değildi. Kanatlarını savurarak buz sarkıtları oluşturmaya ve üstümüze fırlatmaya başladı.
"KALKANLAR!"
Askerler, Marki Arthur'un emriyle kalkanlarını hızla kaldırdılar. Buz sarkıtları, kalkanlara çarparak parçalanıyor, yere düşen parçalar ise etrafa saçılıyordu. Kalkanların metal yüzeyleri, ejderhanın saldırısının şiddetiyle titreşirken, askerlerin bileklerinde hafif bir acı hissi belirdi. Ancak hiçbiri geri adım atmadı, çünkü hepsi Marki Arthur'un liderliğine güveniyordu.
Serenna, sol kanattaki askerlerine komutlar veriyordu. "Sıkı durun! Kalkanları bırakmayın! Birlikte hareket edin!" diye bağırdı. Onun güçlü ve kararlı sesi, askerlerin moralini yükseltti ve onlara cesaret verdi.
Askerler direnmeye devam etse de buz sarkıtlarının ardı arkası kesilmedi ve kalkanlar dayanıklılığını yitirmeye başladı, böyle devam ederse büyük bir kayıp vereceklerdi.
Lucian ne yapması gerektiğini düşündü,"Büyük çaplı bir koruma büyüsü yapmalıyım ama bunu yaparsam neredeyse bütün manam tükenebilir ve bu çok tehlikeli olur, düşün Lucian düşün!" Ve Lucian'ın aklına bir fikir geldi.
Lucian elinde bir büyü çemberi oluşturdu ve en yakınındaki askerin kalkanına bir efsun uyguladı, ve kalkana çarpan buz sarkıtları artık kalkana hasar veremiyordu.
"Pekala, bu işe yarar!" dedi ve "Bu efsun büyüsü sayesinde herkesin kalkanını ve zırhını güçlendirebilirim, tek sorun nasıl hepsine yetişeceğim. Aura ile bacaklarımı güçlendirip hızlanabilirim ama aura kullandığımı anlayabilirler, hayır şu anda bunu düşünemem."
Lucian bacak kaslarına aura aktarmaya başladı ve iki eline de koruma efsunları işledi, hazır olduğu anda koşmaya ve herkese efsun büyüsü yapmaya başladı. Bu sayede askerler kendini korumaya devam edebiliyordu.
Askerlerden biri "Hey, savunma yapmak kolaylaştı. Birisi efsun tipi bir büyüyle destekliyor gibi ama Wintergate birliklerinde büyücü yok sanıyordum!" dedi ve başka bir asker ise "Bilmiyor musun? Bu o, Wintergate'lerin en küçüğü ve Büyük Büyücü Sagar'ın öğrencisi, Efendi Lucian Wintergate!" dedi ve tüm askerler motive olmuş bir şekilde savaş çığlıkları atmaya başladı.
O sırada Marki Arthur büyük bir saldırı için hazırlanıyordu.
Marki Arthur, "Sanırım bu kadarı yeter." Dedi ve devasa kılıcını iki eliyle tutup üstlerinde süzülen ejderhaya doğru savurdu. Büyük bir aura kesiği Ejderhanın kalbine doğru hızla ilerledi ama Ejderha bu saldırıyı fark edip son anda kaçındı, kalbini korumuş olsa da kanatlarından birini kaybetmişti bu yüzden hızlıca yere çakıldı. Karların havaya kalkmasıyla herkesin görüşü engellendi ve kısa bir sessizlik oluştu.
Askerler "Kazandık mı?" diye düşündü.
Sisin içinde devasa iki göz belirdi, buz rengi maviliğiyle korkutucu bir şekilde Lucian'a bakıyordu. Lucian ve Ejderha karşı karşıya gelmişti.
Lucian: "Sikeyim…"