Isekai Boksör Bölüm 13 – Kar Taneleri.
Marki Arthur, "Öyleyse hepinizi bu geceyi kutlamaya davet ediyorum." Dedi ve kadehini kaldırdı, salondaki herkes kadehini kaldırarak Marki Arthur'a katıldı ve kutlama resmi olarak başladı.
İnsanlar kutlamaya başladılar ve aralarında Lucian hakkında konuşmaya devam ettiler, Serenna Lucian'a yaklaştı ve "Nasıl hissediyorsun? Babamızın birini övdüğü nadir görülür, oldukça şanslısın." Deyip gülümsedi.
Lucian, "Evet ne demezsin…" diye cevap verdi, yüz ifadesinden durumdan memnun olmadığı görülebiliyordu.
Yan aileler dikkatli bir şekilde Lucian'ı inceliyorlardı, yine de kimse niyetini belli etmiyordu çünkü böyle bir yerde öldürücü veya nefret dolu bir niyet belli etmek kesinlikle çok patavatsız olurdu. Yan ailelerin masalarından birkaç kişi Lucian ile tanışmaya geldi.
Dört kişi Lucian ile tanışmak için gelmişti, hepsinin göğsünde kar tanesi sembolleri vardı. Kar taneleri Wintergate soyunun sembolleriydi, her aile uzmanlık gösterdiği yönlere göre farklı kar tanesi armaları alır. Ana aile en güçlü kar tanesi olarak adlandırılan altı kollu mükemmel saf beyaz bir kar tanesi armasını alır, bu ailenin uzmanlığı fark etmeksizin en güçlü olduğu su götürmez bir gerçektir. Yan ailelere de sırayla geçecek olursak; Kırmızı kar tanesi en çılgın hane olarak bilinir, savaş arzuları o kadar fazladır ki genelde aile içi toplantılarda soruna yol açan kişi onlar olurlar. Kırmızı kar tanesinin ilk aile lideri "Aşırı yükleme" adında tehlikeli bir teknik geliştirmiştir, bu teknik sayesinde aura kullanımını aşırı yükleme yaparak kısa bir süreliğine inanılmaz güçlere ulaşırlar ve yaydıkları auranın rengi kırmızıya döner. Arthur Wintergate dışındaki tüm aile liderlerinin 8. Seviye aura yıldızı olmasına rağmen kırmızı kar tanesine sahiplik yapan aile liderinin bu teknik sayesinde Arthur Wintergate ile kafa kafaya kapışabilen tek kişi olduğu söylenir.
"Merhaba, sana Lucian diyebilirim değil mi!?" dedi çok sesli bir şekilde, göğsündeki kırmızı kar tanesi arması görülebiliyordu.
"Tabii, ve senin adın?"
"Ah ne kabayım, benim adım Arslan! Tanıştığıma memnun oldum! HAHAHAH!"
Arslan'ın görünüşü, bir savaşçının kudretini ve bir aslanın vahşiliğini yansıtıyordu. Uzun, kırmızı saçları bir aslan yelesi gibi kabarık ve dağınıktı, boynundan omuzlarına doğru dökülüyordu. Bu canlı kırmızı saçlar, Arslan'ın güçlü kişiliğini ve enerjisini yansıtıyordu. Parlak kırmızı gözleri, alev alev yanıyor gibiydi ve her bakışı bir savaş meydanındaki kararlılığı ve tutkuyu yansıtıyordu. Gözlerinin derinliklerinde, sürekli bir meydan okuma ve mücadele arzusu vardı.
Arslan'ın yüzü, sert hatlarla belirginleşmişti. Güçlü çenesi ve keskin elmacık kemikleri, onun sağlam ve sarsılmaz karakterini vurguluyordu. Kalın kaşları, yüzüne daha da belirgin bir sertlik katıyordu. Gülümsemesi geniş ve samimiydi, ancak bu gülümsemenin arkasında her zaman bir miktar tehdit hissediliyordu. Gülüşü, savaşçının neşesiyle ve aynı zamanda bir düşmanın gözdağıyla doluydu.
Vücudu adeta saf kastan oluşmuş gibiydi. Neredeyse iki metre boyunda, devasa bir yapısı vardı. Kasları belirgin ve sıkıydı, her hareketinde gücünün ve çevikliğinin bir göstergesi olarak dalgalanıyordu. Geniş omuzları ve güçlü kolları, onun bir savaşçı olarak ne kadar tehlikeli olduğunu açıkça ortaya koyuyordu. Giydiği kıyafetler, savaşçı kişiliğini yansıtacak şekilde tasarlanmıştı. Üzerinde, hareketlerini kısıtlamayacak esnek bir zırh vardı. Zırhın üzerinde yer alan kırmızı kar tanesi sembolü, onun ait olduğu ailenin vahşi doğasını ve savaş tutkusunu simgeliyordu.
Arslan'ın duruşu, her zaman meydan okurcasına dik ve kendinden emin bir şekildeydi. Adımları ağır ve kararlıydı, sanki her adımında yer sarsılıyordu. Konuşurken sesi yüksek ve yankılayıcıydı, etrafındakilerin dikkatini çeken bir cazibesi vardı. Kocaman gülümsemesi, yüzündeki tehditkar ifadeyi yumuşatıyor gibi görünse de, gözlerinin derinliklerinde saklı olan savaş tutkusu her zaman hissediliyordu.
Lucian, "Bende memnun oldum Arslan, Marki'nin konuşmasından sonra bana bir düello teklif etmeye mi geldin yoksa?" dedi şakayla karışık.
"HAHAHAHA! Evet bu iyi olurdu, bir savaşa asla hayır demem. Daha önce bir büyücüyle hiç savaşmadım yani bu güzel bir deneyim olurdu, yine de şimdilik ilgimi çekmiyorsun." Dedi ve tehditkar bir şekilde Lucian'ın gözlerine baktı.
Lucian, "Demek ilgini çekmiyorum ha? Bariz bir şekilde savaşmaya değmeyeceğim kadar güçsüz olduğumu söylüyor, haksız olduğunu söyleyemem, gördüğüm kadarıyla 6. Seviye bir aura kullanıcısı. Şu anda savaşabileceğim birisi değil." diye düşündü.
Lucian, "Öyleyse bunu ertelenmiş bir düello olarak sayıyorum." Dedi ve Arslan'ın gözlerinin içine baktı, bir süre birbirlerine baktılar ve Arslan sessizliği bozarak: "HAHAHAH! Gerçekten de cesursun, Marki Arthur'un övdüğü kişiden beklendiği gibi!"
"Adamın neden bu kadar bağırarak gülüyorsun…"
Arslan ile gelen diğer kız öne çıkarak, "Ben Lily, tanıştığımıza memnun oldum efendi Lucian."
Lily'nin görünüşü, saf güzelliği ve soğuk suikastçı kişiliğiyle birleşiyordu. Uzun, ipek gibi düz siyah saçları omuzlarına dökülüyordu, saçları pürüzsüz ve düzenliydi, her bir teli sanki özel bir dikkatle yerleştirilmiş gibiydi. Buz mavisi gözleri, bir suikastçının soğukkanlı bakışını yansıtıyordu, ancak gözlerinin derinliklerinde hafif bir merak ve zekâ parıltısı vardı. Zarif yüz hatları, düzgün bir çene ve yüksek elmacık kemikleriyle belirginleşiyordu. İnce, kıvrımlı dudakları hafif bir gülümseme ile kıvrıldığında bile, ifadesinde her zaman bir mesafe ve dikkat vardı.
Lily'nin vücudu zarif ve esnekti, ancak suikastçının gerektiğinde ölümcül bir güçle hareket edebileceği barizdi. Üzerinde giydiği siyah, formuna mükemmel oturan giysi, hareket özgürlüğünü kısıtlamayacak şekilde tasarlanmıştı. Kıyafetinin içindeki detaylar, çeşitli küçük cepler ve gizli bölmeler, suikastçı aletlerini taşımasına imkan veriyordu. Pembe kar tanesi sembolü, bu sade ancak şık kıyafetin göğsünde dikkat çekici bir kontrast oluşturuyordu.
Ses tonu yumuşak ve ölçülüydü, ancak içinde saklı bir tehdit vardı. Her kelimesi dikkatle seçilmiş, her cümlesi kontrollüydü. Lily'nin hareketlerinde ve duruşunda, doğuştan gelen bir zarafet ve suikastçının eğitiminden gelen bir disiplin görülüyordu.
Pembe Kar Tanesi: Suikast yapmakta uzmanlaşmış Wintergate'ler olarak bilinirler, zehir kullanmakta ve gizlice yaklaşmakta uzmanlaşmış kişilerdir. Pembe Kar Tanesi ailesinin elitlerinden oluşan özel bir suikastçı grubu ana ailenin liderinin emrinde olmasını gerektiren bir kural vardır, Pembe Kar Tanesi ana aileye olan sonsuz sadakatiyle bilinirler ve gizlice öldürme tekniklerinde uzmanlaşmış kişilerdir. Doğumlarından itibaren suikastçı olmaları için özel bir şekilde eğitilirler ve her sene en iyi olan üç kişiye hizmet edecekleri kişiyi seçebilme hakkı verilir, bu üç kişinin seçtiği isimse bu güne kadar hep ana ailenin reisi olan kişi olmuştur. Ana ailenin emrinde olan elit suikastçı grubu da böyle oluşmuştur ve bu şekilde yıllarca aktif kalmaya devam etmiştir.
"Bana Lucian diyebilirsin, ailemize ne kadar destek olduğunuz hakkında sayısız hikaye duydum. Destekleriniz için teşekkür ederim."
"Teşekkürler, yine de Arthur Wintergate'in oğluna efendi diye hitap etmek benim için daha uygun olacaktır, eğer sizde izin verirseniz böyle devam etmek isterim." Dedi, sözlerinin tamamı tek bir ses tonunda ve mükemmel bir diksiyon ile söylenmişti.
Lucian, "5 yıldızlı aura kullanıcısı, seviyesi Arslan'dan daha düşük olsa da hala rekabet edemeyeceğim kadar tecrübeli biri, bu kişiler şakaya gelecek kişilere benzemiyorlar. Muhtemelen temsil ettkileri ailelerin liderleri tarafından buraya yollandılar, herkes gücünü göstermek için yanıp tutuşuyor. Neyse ki yan aile liderleri buraya gelmedi, yoksa Marki Arthur yetmezmiş gibi iki tane de 8. Seviye aura kullanıcısıyla aynı yerde olacaktım. Yine de bir kişi eksik gibi görünüyor, bu gün üç yan aileden de temsilcilerin geleceğini sanıyordum, belki de benimle tanışmak istemiyordur." diye düşündü, düşüncelerini temizledikten sonra Lily'e bakarak "Nasıl istersen." Dedi.
Son kişi burnu oldukça havada gözüken küçük bir çocuktu.
"Muhtemelen benimle aynı yaşlarda, şu kibirli duruş ve tehditkar bakışlara bir bak. Salondaki diğer insanların aksine niyetini gizlemiyor, cesur mu yoksa aptal mı emin değilim."
"Ve sen?"
"Hmph! Benden daha güçsüz kişilere adımı söylemek zorunda değilim." Dedi kibirli bir şekilde, göğsündeki kar tanesine bakarak onun da Kırmızı Kar Tanesi ailesinden olduğu anlaşılıyordu.
Arslan küçük çocuğa dönerek, "Hey, Saygıya ne oldu seni bücür!"
"Ama o sadece bir büyücü! Gerçekten de bir ejderhayı yendiğini düşünüyor musun? Eminim sadece şansı yaver gitmiştir, Marki Arthur onu sadece oğlu olduğu için övüyor!"
Konuşmanın başından beri sesini çıkarmayan Serenna aurasını yoğun bir şekilde belli ederek araya girdi ve "Marki Arthur'un onu kayırdığını mı söylüyorsun?" dedi ve elini kılıcına koydu, tam o anda Arslan çocuğun karnına sağlam bir yumruk attı ve yumruğu yiyen çocuk nefessiz kalıp dizleri üstüne çöktü.
Arslan, "Yaptığı saygısızlık için onun adına özür diliyorum, Marki Arthur'un kimseye bir ayrımcılık yapmayacağını biliyoruz, onu eğittiğimden ve cezasını verdiğimden emin olacağım." Dedi ve bu sözlerden sonra Serenna aurasını geri çekti.
Arslan, "Öyleyse müsaadenizi istiyoruz." Dedi ve arkasını dönüp kendi masasına yöneldi fakat ilk adımlarını atmadan önce Lucian "Marki Arthur'a yaptığı saygısızlıktan dolayı özür dilediniz, peki ya bana yaptığı saygısızlık ne olacak?" dedi.
Arslan arkasını Lucian'a dönük bir şekilde kafasını sadece tek bir gözüyle Lucian'a bakacak şekilde çevirdi, tek bir gözüyle attığı bakıştan bile yaydığı tehditkar hava görülebiliyordu. "Bunu yapmak istediğine emin misin?" dedi tehditkar bir şekilde.
"Yaptığı saygısızlıktan dolayı onu bir düelloya davet etmek isterdim, böylelikle ne kadar güçlü olduğumu ona gösterebilirdim ama kendimden güçsüz kişilerle ilgilenmiyorum." Dedi iğneleyici bir şekilde, gülümseyip alaycı bir bakış atarak.
"Öyleyse bunu nasıl çözmek istiyorsun?"
"Sanırım seni yenersem gücümü kanıtlamış olurum değil mi?"
Arslan kocaman bir şekilde gülümsedi ve "Öyle mi?"
"Üç gün sonra güneşin en tepede olduğu vakitte, bekliyor olacağım."
Arslan hiçbir şey demeden arkasını döndü ve yürümeye devam etti, hiçbir şey dememiş gibi görünüyordu ama durum böyle değildi. Ne kadar sinirlendiği yaydığı auradan belli oluyordu, Serenna'nın aksine aurasını kısıtlayarak yaymak yerine tamamen serbest bırakmıştı, nereydese vücudundan çıkan kırmızı alevler görülebiliyordu. Tüm salon Arslan'ın yaydığı baskıyı hissetmişti ama kimse korkusundan bir şey diyemiyordu, durumu umursamadan içkisini içmeye devam eden tek kişi Marki Arthur'du.
Lucian Marki Arthur'a baktı ve "Seni canavar, tüm bunlardan zevk alıyorsun değil mi? Pekala, izlemeye devam etsen iyi olur çünkü sana çok iyi bir gösteri sunacağım!"