Bilinmezin İçinde Bölüm 16 - Lordun Hırsları
Patikadan aşağı inmemiz yarım saat kadar daha aldı. Yaklaştıkça insanlığın izlerini daha net seçebilir oldum. Kasabanın bina aralarında koşuşturan çocukları görebiliyordum. At arabalarına yüklerini doldurmuş sağa sola giden araçları görebiliyordum. Ve mesafeden tam seçemesem de sanki.. kasabanın ortasından akan bir nehir vardı.
Ortaçağa ait gibi görünen bu kiremitli evler daha çok avrupa'ya özgü bir yapıdaydı. Düzgün şekillere ve kaliteli bir yapıya sahiplerdi. Burasını basit bir köyden daha çok kasaba haline getiren bu olsa gerek. Yaşadığım semtte bunun gibi bir yer vardı. Old Town adı verilen bir Kaleiçi turistik bölgesiydi. Orası modern dünyanın mimarisinin desteğine sahip olduğundan daha bi günümüze ait gibi duruyordu. Ancak şimdi karşımda duran bu yer, gerçekten de bir ortaçağ dönemine ait gibi hissettiriyordu. Binalar herhangi bir ek süse, ışıklandırmaya sahip değildi. Sade bir şekilde orada duruyor ve üzerlerine vuran güneş ışığını karşılıyorlar.
Bir orman ve dağlar ile çevrilmiş olan bu kasaba, gözlere şölen bir görünüme sahipti.
Patikanın sonuna geldiğimde direkt olarak kasabanın içine çıktığını fark ettim.. ne bir koruma ne de bir kapı vardı.
Çok savunmasız duruyor..
“Waa, çok tatlııı.” dedi Firdevs. Bakışları kasabanın rastgele yerlerindeydi. “Demek minik kasabamız böyle görünüyoor.”
Ah doğru.. burası krallık şekliyle yönetildiğine göre bu kasaba da teknik olarak bu kıza ait..
Neyse ki bu kız hiç dışarı çıkmamış. Kimse yüzünü bilmiyordur.
“Burada oyalanmayalım.” diye ikaz ettim Firdevs’i. Çünkü görenler garipseyebilirdi. Yani normal. Direkt kasabalarının içine çıkan bir yoldan tanımadıkları insanlar geliyor.
“Kaslara bak anasını satayım..”
“Barbar falan mı bu?”
“Neden ayakkabıları yok..”
Çevredeki fısıltılar kulağıma çalındı.
Bakışlarımı çevirdiğimde insanları gördüm. Bazıları kirli kıyafetlere sahipti ve sırtlarında çuvallarla bir yerlere ilerliyorlardı. Bazıları da basitçe kenara oturmuştu ve yırtık pırtık kıyafetleri ile güneşleniyordu.. beklediğim giyim tarzı bu değildi. Belki de şu an kasabanın kenar mahallesinde falanızdır.
Bu şekilde milletin ilgi odağı olmak güzel ama yanımda Firdevs isimli canlı bomba varken tehlikeliydi.
Ona omzundan sarıldım ve ileriye doğru yürümeye başladım.
“Oha.. küçük kızı kaçırmış mı acaba?”
“Olabilir baksana dağlardan geliyorlar..”
Hay sıçayım.
Daha hızlı yürümeye başladım ve kasabanın içine girip sokaklarına daldım. Neyse ki burada yürüyen bir insan kalabalığı vardı. Arada sırada suratım ile mükemmel kaslarıma bakanlar olsa da kimse yalın ayaklığımı fark etmiyor.
Kasabanın daha iç kısmında olan bu insanlar daha farklı giyinmişlerdi. Kadınlar genellikle kapalı tonda tüm vücutlarını saran bir elbise içindeyken erkekler ceket ve kumaş pantolon içindelerdi. Herkes gündelik hayatı için bir koşuşturma içinde gibiydi.
Gülümsedim.
Evet. İşte kasaba diyince aklıma gelen buydu.
Bakışlarımı etrafta gezdirdim ve yüz metre kadar ötede, meydan gibi bir yerin içinde kıyafet satıyor gibi görünen bir yer gördüm.
Kalabalığın arasında, dalgın Firdevs’i salmadan oraya ilerledim.
Meydana vardığımda dikkatimi bir kenarı neredeyse tamamen kaplayan bir platform çekti. Meydanın kendisi 200 metre uzunluğa ve genişliğe sahip kare bir açıklıktı. Bu karenin tek köşesini kaplayan bu platform ilginçti.
O sırada platformun üzerine bazı eşyalar yerleştiriliyor gibiydi. Ancak bakmaya vaktim olmadan mağazaya vardım.
Mağazanın girişi yatay olarak 5 metre kadar uzunluğa sahipti. Kahverengiye boyanmış tahtadan bir duvarı ve bu duvarda içeriyi gösteren geniş bir penceresi vardı. Camın işçiliği dönemine göre çok kaliteli görünüyordu. Camın ardında ise.. mankenler vardı. Bizim dönemimizin plastik mankenlerinden farklı olarak bunlar bezden oyulmuş gibiydi. Ancak tam olarak bir insanın şeklini almışlardı. Üzerlerine, ortaçağ dönemine ait korseli elbiseler ve düğmeleri iliklenmiş temiz ceketler giydirilmişti. Ve bu mankenlerin.. ayakkabıları vardı.
İçeriye girmek için kapıyı araladım.
Bir ‘Çin Çin’ sesi ile kapının üzerinde asılı olan zil sallandı.
“Hayırlı işleer.” diye seslendim.
Bu sırada bakışlarım odanın diğer tarafında, ağzında iğne tutan ve elindeki iplik ile bir kumaşı dikmekte olan gözlüklü yaşlı kadına kaydı. Bu kadın 50’lerinin sonunda gibi görünüyordu. Neredeyse tüm saçları bembeyazdı ve kafasının arkasında topuz haline getirilmişti. Yeşil gözleri vardı.
Kadın, zilin sesi ile beraber bize dönmüştü. Ağzında tuttuğu iğneyi önündeki masaya bıraktı.
Bizi baştan aşağıya süzdü.
“Sizin haliniz ne böyle? Savaştan çıkmış gibisiniz.”
Üzerime baktım.. kıyafetin kaplamadığı yerlerde toz lekeleri vardı ve üstüm başım ter içindeydi.
Firdevs de güzel bir kıyafet alsa bile ter içindeydi ve yüzündeki toprak lekeleri duruyordu. Saçının da aralarında topraklar vardı.
“Sorma ya, bi dağ yürüyüşü yapalım dedik hiçbir şey yolunda gitmedi.” diye yanıtladım çaresiz bir bakış ile.
“Ah sizi şanssız çocuklar.” dedi telaşlı bir şekilde Firdevs’e yaklaşırken. Onu kollarından tutup bakışları ile üstünü süzdü.
Firdevs bir anda böyle tepki aldığına şaşırmış gibi olduğu yerde kaldı. Beklemediğim kadar uysaldı. Belki de sebebi asosyalliktir?
“Ne işiniz vardı dağlarda. Bilmez misiniz oranın vahşi hayvanların yuvası olduğunu?”
“Şey evet ama.. küçük kardeşim çok istedi ne yapayım.”
“Off off. Bu küçük kız neyse de,” bakışları bana döndü. “Sen koskoca adamsın. Ya başınıza bir şey gelseydi?”
Omuz silktim. “Ama gelmedi işte teyze.” bakışlarımı içeride gezdirdim. “Bize uygun temiz kıyafetler ile ayakkabıların var mı acaba?”
“Ah çocuğum, gerçekten dünya üzerinde sana uygun kıyafet var mı sanıyorsun?” dedi etkileyici kaslarımı süzerken. “Bu kadar kas çalışırken aklın neredeydi senin? Çok komik görünüyorsun. Bu şekilde bir Barbar’dan ne farkın kalır?”
Ne?
Bu moruk benim kaslarıma komik görünüyor mu dedi?
Sıçarım ha!
“Teyze, sadece soruma cevap versen?”
Bu sözlerim ile gözlerime baktı. Birkaç saniye hiçbir şey demedi. Sonra gözlerini devirerek tekrar az önceki masanın önüne döndü. Orada masanın altında birkaç şey kurcaladı. Ardından tekrar bize doğru döndü. “Ben bir mağaza işletiyor olsam da, aynı zamanda bir anneyim. Sizi bu şekilde dışarı salmaya gönlüm el vermez.” bakışları bana düştü. “Gel bakalım senin bi ölçünü alalım. En azından.. patlayacak gibi durmayan bir kıyafet yapabilirim.” dedi gömleğimi incelerken.
Yanına yaklaştım. Kadın elindeki ölçü aleti ile vücudumun hatlarını ölçmeye başladı. “Bu arada sizi daha önce gördüğümü hatırlamıyorum. Kimin çocuğusunuz siz?”
Firdevs ağzını açacak gibi oldu ama ona sert bir bakış atmam ile sustu.
Ben konuştum. “Biz buralardan değiliz teyze. Akçamera’dan geliyoruz. Ailemiz tüccar.”
“Aah, tüccar çocuğusunuz demek. Haha. Şimdi anlaşıldı bu cahil cesaretiniz. İlk defa Bayırbaşı’na geliyorsunuz değil mi?”
“Evet ilk defa geliyoruz. Kasabanız çok.. tatlı.”
“Tatlı mı? Haha, bizim fakirlik kokan kasabamıza bunu diyen ilk kişi sen olabilirsin.”
“Fakirlik mi? Bana herkesin hali vakti yerinde gibi göründü.”
“Onlar turistler. Buranın halkı pek de iyi durumda sayılmaz.. vergiler çok yüksek. Tanrı Velen, lordumuzu başımızdan eksik etmesin ama.. kendisi zevklerine çok önem veriyor.”
Tanrı Velen mi?
Görünüşe göre bir tanrının daha adını öğrendim.. kim ola ki?
Teyze devam etti. “Akçamera’yı gözde bir yer haline getirmek için çok fazla harcama yapıyor. Bu da bize yansıyor..” kadının bakışları dalgındı. Ancak bir an sonra irkildi. “Ah, ben çocuklara ne anlatıyorum. Kusura bakmayın çocuklar.”
“A-Afedersiniz?” dedi Firdevs bir anda.
Kadın ona baktı. “Buyur tatlı şey.
O sırada ölçümü de bitirmişti. Ben de köşeye geçtim. Kadın ise elindeki ölçüm cihazını tekrar çıkardığı yere bıraktı. Ardından köşedeki bi dolabı açtı. İçeride çeşitli renklerde kumaşlar vardı. Kurcalamaya başladı.
“Acaba Akçamera Lordu Tufan’dan mı bahsediyorsunuz?”
Ah, demek babasının adı Tufan.
“Tabii ki, başka lordumuz mu var ki?”
“Şey.. tam olarak neden dolayı vergileri artırmış ki?”
Kadın bu soru ile kumaş aramasında duraksadı. Ancak bir an sonra devam etti. “Oh, daha küçük bir çocuk olduğundan bilmiyor olsan gerek. Lordumuz, birkaç sene önce şehirde çeşitli eğlenceler düzenlemeye başladı. Ancak bu eğlenceler pek.. gelir elde edecek tarzda değil. Daha çok soyluları tatmin edecek yönde.. o ne yapmak istiyor emin değilim ama bence ülkenin uç kısımlarında kalan şehrimizi daha dikkat çeken bir yer haline getirmek istiyor.” kumaşı aramayı bitirdi. Eline alıp az önceki masaya doğru ilerledi. Anlattıklarına devam ederken yüz ifadesi melankolikti. “Onu anlıyorum. Babasının hırslarına sahip.”
“Dedemi- Yani önceki Lordu tanıyor muydunuz?”
Firdevs’e kaşlarımı çatarak baktım. Ancak neyse ki yaşlı kadın dediği şeyi fark etmemiş gibiydi.
“Elbette, Kendisi sık sık kasabamızı ziyaret ederdi. O zamanlar ben de iş yerimi yeni açmıştım. Kendisi ile oturup sohbet etme fırsatım oldu.. o çok fazla hırsı olan, ancak bunları gerçekleştirecek cesareti olmayan bir insandı. Hem gurur duyulası hem de insanda acıma duygusu oluşturan birisiydi.. anlaşılan hırsı oğluna da geçmiş. Ancak kendisinin aksine oğlunun cesareti daha yüksek.” elindeki işi birkaç saniyeliğine bıraktı ve yere daldı. “Umarım bu cesareti, daha fazlasına mâl olmaz.”
Demek öyle.. demek Firdevs’in babası böyle bir insan.
O adamla tanışma konusundaki hevesim şimdi hiç kalmadı.
İmajı için birçok şeyi feda edebilecek plancı birisine benziyor.
Ben daha çok saf ve dürüst insanları severim.
“Tamam!” dedi yaşlı kadın tekrar doğrulurken. Sonra Firdevs’e baktı. “Şimdi sana bakalım küçük kız. Ah, sana böyle seslenmem çok doğru olmaz. Adın neydi bakalım?”
“Fird-” diye söze girdi Firdevs ancak ne söyleyeceğini anladığım gibi onu bölüp, “Fidan.” diye sözünü tamamladım. Kadın bir anlık bana döndü. Ancak sonra tekrar Firdevs’e döndü. Tebessüm etti. “Ne kadar güzel bir ismin var.. aynı ismin gibisin, insana umut veren tatlı ve masum bir suratın var.”
“Ah öyle mi gerçekten?” dedi Firdevs mutlu bir şekilde sırıtırken. “Bence de ismim çok güzel ya. Valla ismim diye demiyorum ama güzel yani.”
Oha!
Bu nasıl geçiş hızı lan!?
Az önce bu kız babası hakkında çok önemli şeyler öğrenmedi mi?
Yoksa sadece ne anlatıldığını mı anlamadı..
Çok garip bir kız.