Bilinmezin İçinde Bölüm 34 - Her Bulduğunu Yeme
Bu ismi duyduğumda ilk başta şaşırdım. Bir varlığı direkt kötü olarak betimlemek için ne yaşanmış olabilir ki?
Neyse ki Zülfikar bana durumu açıkladı.
Görünüşe göre bu diyarın birçok tanrısı var. Kötü tanrılar olarak bahsettiği de bu tanrılar arasında bir grup. Tabii adları aslında ‘kötü tanrılar’ değilmiş. Onlar insanların kendilerine taktığı isimmiş. Çünkü bahsi geçen tanrılar ve inananlarının tek amacı kötülük yaymakmış.
Zülfikar tam daha fazlasını anlatacaktı ki Hazar bıkmış bir ton ile, “Tarih dersi mi vereceksin?” deyip araya girdi.
‘..bence bu tarihten çok mitoloji gibi. Ancak onların dünyasında sanırım tarih olarak görülebilir.. veyahut genel kültür.’
Zülfikar bu sözler ile bana özür diler bir bakış attı. “Kısaca efendim, bu köydeki hastalık gibi görünen sorun kötü tanrıların işi olmalı. Onlar bazen tüm yerleşimi delirtmeye yönelik, hasta etmeye yönelik, acı çektirmeye yönelik veya üzmeye yönelik hareketler yapabiliyorlar. Bu hareketlerinin sonuçları değişebiliyor.. bir keresinde komşu Krallık Servian’ın bir şehrinde olay yaşanmıştı. Tüm şehir tek gecece vebaya yenik düşmüştü.. Kutsal Topraklar’dan bir seçkin grubu gelip durumu düzeltmek zorunda kaldı.” yüzünde hüzünlü bir ifade oluştu. “Ancak mesafeden dolayı onlar gelene kadar şehir nüfusunun.. yarısından çoğu hastalığa yenik düştü.”
Firdevs şokla ağzını kapattı. “Olamaaz.”
Kaşlarımı çattım.
‘Delilik Tanrısını ve hastalığın tanrısını duyduğumda bu dünyada sorunlar olduğunu anlamıştım ama bu derece olmasını beklemiyordum. Yani bu varlıklar diyarın tümörü gibi bir şeyler’
‘Ve Kutsal Topraklar da ne? Yoksa ‘İyi’ tanrıların ülkesi mi…’
“E neden sabahı bekleyemiyoruz o zaman?’ diye sordum.
“Çünkü..” Zülfikar tekrar söze girdi. Ancak isteksiz bir tonu vardı. “Bir başka örnekte, tüm köyün çığlıklar atarak çıplak bir şekilde etrafta koştuğu bir durum olmuştu. İnsanlar birbirlerini çiğ çiğ yiyor ve yağmurlu günde şemsiye ile geziyordu.. deliliğin pençesine düşmüşlerdi. O zaman ise, kimse onları iyileştirmekle uğraşmadı. Çünkü o basit bir köydü. Kutsal Topraklar’ın büyük güçlerini harekete geçirmeye değmezdi.. yani yetkililer böyle düşündü. Tabii isteseler bile çağıracak güçleri olmayabilirdi. Sonuçta bedavaya o aylar süren yolculuğu yapmalarını isteyemezler.”
Bu açıklama ile kaşlarım daha da çatıldı.
‘Yani sebebi buydu.. yetkililer buraya gelirse köy ahalisi kesin olarak ölecek.’
“Bu illet tam olarak nasıl oldu?” diye sordum Hazar’a.
Bana küçümserce baktı. “Anlatsam bile anlayacak mısın ki? Hafızanı kaybetmişsin.”
Omuzlarımı silktim. “En azından deneyebilirim.”
“Iğh.” dedi Hazar bıkmış bir ton ile. Daha sonra sırtını yatağının dayandığı duvara verdi. “Her şey bundan bir ay önce başladı…”
…
…
Bir süre devam eden hikayeden sonra durumu anladım.
Tahmin ettiğim gibi bu kız köyün avcısıymış. Yani ‘köyün’ desek bile aslında çok bir bağlılığı da yokmuş. Onlardan bahsederken ‘hepsi geri kafalı aptallar’ dedi. Yani onlarla alışveriş dışında çok bi dostluğu yok gibi. Bunun hakkında bir hikayesi olabilir. Ancak şu an bundan bahsetmedi. O, köyden uzak olan bu kulübede yaşıyormuş. Kendisine aitmiş. Birkaç parça dışında çoğu ailesi tarafından yapılmış. Köyün durumunu gördüğümden ailesini sormadım. Belki onlardan birilerine dönüşmüşlerdi, belki de çok uzun zaman önce gitmişlerdi. Her halükarda bunu sormak kötü anıları çağırırdı. O, normalden daha uzun süren bir av nedeniyle ancak bu akşam kulübeye dönebilmiş. Daha sonra yakaladığı domuzun taze derisini yüzüp etini köydeki kasaba satmaya gitmiş. Ancak yoldayken bir gariplik olduğunu fark etmiş. Köy kaos içindeymiş. Her taraftan bağırışlar be canavarımsı çığlıklar geliyormuş. O da köye girmeden geri dönmüş. Aradan birkaç saat geçtikten sonra etrafta hiçbir hareketlilik de hissetmeyince köye geri dönme kararı vermiş. O gizli yolu kullanarak köyün içine ulaşmış. Sonra da bizi görmüş ve yardım etmeye karar vermiş.
“Yani her şey bir anda mı yaşandı? Bir anda köylüler bu şeylere mi dönüştü?” dedi Zülfikar. “Bu işte bir gariplik var hanımefendi.” Elini çenesine koydu. Birkaç saniye düşündükten sonra Hazar’ın gözlerinin içine baktı. “Son zamanlarda yaşanan garip bir şey oldu mu? Yani olağanüstü bir şey.”
Hazar birkaç saniye düşündü. “Aslında.. bir şey oldu.”
“Nedir?” dedi Zülfikar meraklı bir ifade ile.
Hazar bu sırada doğruldu ve ciddi bir ifade takındı. Ardından iki eliyle kıyafetinin göğüs bölgesini tuttu. “Benimkiler son zamanlarda daha da büyümüş gibi hissediyorum. Köydeki yaşlı teyzelerinki hep garip bir şekilde kocaman. Yoksa ben de mi yaşlı teyze oluyorum?”
“…” Zülfikar cevapsız kaldı.
“Yani olabilir.” dedim elleriyle tuttuğu noktaya bakarken. “Sen kaç yaşındaydın ki?”
“19.” diye yanıtladı kayıtsızca.
“Aa o zaman değildir ya. En az bi 15 senen daha var.”
“15 mi?” dedi ve sonra parmaklarını gösterip ağzıyla saymaya başladı. Saymayı bitirdikten sonra bana öfke ile baktı. “34 mü!? Sen sormadan bile benim o yaşta olmadığımı anlayamıyor musun!?” Ayağa kalktı ve garip bir poz verdi. Ancak yüzünde özgüvenli bir bakış vardı.. sanırım manken pozu vermeye çalışıyor. “Fıstık gibi kadınım ben be. Genceciğim!”
“..şey biliyorsun hafızamı kaybettim. Yaşlar bana o kadar hitap etmiyor.”
O anda ‘ŞAK’ ‘ŞAK’ diye bir alkış sesi geldi ve tartışmamız bölündü.
Zülfikar, “Acaba konuya odaklanabilir miyiz?” dedi ellerini indirirken.
Daha sonra Hazar kaşlarını kaldırdı. “Oh şimdi hatırladım. Bundan bir ay önce kadar garip bir şey olmuştu. Gölün yiyecek kaynaklarından birisi olan pirinç tarlasında yaşanmıştı. Suyun içine ekilen pirinçler garip bir şekilde.. parlak çizgilere sahip olmuştu. Bu çizgiler işlenip kuru hale getirildiklerinde bile gitmemişti. O dönem, köy ahalisi yemeksiz kalacaklar diye çok korkmuşlardı ama denedikleri zaman zararsız olduğunu görmüşlerdi. Yanlış bilmiyorsam daha sonra bu durum düzelmedi.”
“Çizgiler!” diye böldü Zülfikar. “O yarat- yani hasta insanların vücudunda da çizgiler vardı!”
‘Vay. Adam şu durumda bile nezaketini koruyup yaratık demekten kaçınıyor.’
“Öyle mi?” diye şaşkınlıkla tepki verdi Hazar. “Karanlıkta fark etmemiştim.. o çizgiler yeni sönmüş odun gibi mi görünüyordu?”
“Evet öyleydi.” Diyerekten kafamı salladım. “Çok yakından net bir şekilde gördüm.” Kopmuş kelleyi anımsadım.
“O zaman o pirinçlerden olmalı..” dedi Zülfikar.
“Veya sudan.” Diye ekledim ben de. “Sonuçta içinde yetiştikleri şey de etki edebilir.”
“Öyle bir şey olsa Hazar hanım da dönüşmez miydi ama? Yemek olarak et yediğini düşünsek bile içtiği su aynı olmalı.”
“Sadece et yediğimi nereden biliyorsunuz? Sırf insanlardan uzak yaşıyorum diye mi? Kendimi izole ettim diye mi?” sesi sinirli ve sorgulayıcıydı.
Zülfikar mahcup bir ifade takındı. “Özür dileriz Hazar hanım. Önyargılı yaklaşmamalıydık.. yani pirinçten yediniz mi?”
Hazar bu soru karşısında kararsız bir ifade takındı. “H-Hayır.” dedi ama bir an sonra aceleyle ekledi. “Ama insanlardan uzak yaşamamla alakası yok! Bitki yemeyi sevmediğim için!!”
“…” Zülfikar tekrar cevapsız kaldı.
“Hahaha. Abla çok komik.” dedi Firdevs kahkaha atarken.