Bilinmezin İçinde Bölüm 35 - Hangisi Yaptı?
Daha sonrasında öğrendik ki Hazar suyu da başka kaynaklardan temin ediyormuş. Kulübesi köyün dışında olduğundan kuyuya erişimi zor oluyormuş. Bunun yerine ava giderken sabit kullandığı, dağın içinden gelen bir su kaynağı varmış.
Bu durumda suda sorun olup olmadığını bilemeyiz.
"O zaman sorunun kaynağı bu pirinçler olma ihtimali yüksek.." diye söze girdi Zülfikar.
O anda, olaylar buraya kadar geldikten sonra gözlerimin önünde bir yazı grubu çıktı.
||||||||||||||
-Anlık Görev: Yozlaşma Sorununu Çöz (Serenköy)
Ödül: 600 XP
Koşul: Şafak vakti sevkiyatı gelmeden çöz.
Tavsiye Edilen Seviye: 5~7
||||||||||||||
'Ah bir an hiç gelmeyecek sandım.'
Bu köyde bir sorun olduğunu anladığımdan beri bir görev çıkmasını bekliyordum. Ancak görev o kadar yaşanan olaydan sonra anca geldi. Yoksa bunu tetikleyen bir olay mı olması gerek?
Ekrandaki yazıları okumaya başladım. Ancak daha yeni başlamıştım ki bir başka yazı daha geldi.
[Gerçeğin Gözü Gizli Bilgileri Keşfetti]
Bu yazı ile beraber arkada kalan yazı grubunun en altında yeni yazılar ortaya çıktı.
Koşul (GİZLİ): Köyün yozlaşmışlığını tedavi et.
Ödül: 2.000 XP, Serenköy'ün Minnettarlığı
Bir ek bilgi ortaya çıkması beni şaşırttı. Yani gerçeğin gözünün böyle etkileri de varmış..
Yazıları tek tek okumaya başladım.
Beklediğim gibi bu, köyün yozlaşmışlık sorunu ile ilgiliydi. Ancak istek spesifikti. Benden sorunu çözmemi istemişler, onları öldürmemi değil.
Bu konu üzerinde daha fazla durmayı düşünüyordum ki hemen altındaki XP'ye gözüm çarptı.
'Oha! 600 mü!?!?'
'Lan bu Firdevs'i kurtarma görevinin iki katı!!'
Bu köydeki sorunun bu kadar büyük olduğunu görmek beni şok etti. Yani tamam 1 tane yaratığı bile yok etmek benim biraz zamanımı alıyordu ve karşımda bir köy dolusu var ama ben sadece 0'ıncı seviyeyim. Eğer karşılaştırırsak Firdevs'in olayındakiler bundan çok daha zordu. Adamlar koskoca tapınağı yerle bir etti ve etrafı savaş alanına çevirdi. Eğer engelleme yeteneğim olmasa daha ilk saniyelerde bir duman ile zehirlenmiş, bir ejderha tarafından çiğnenmiş ve birçok zehirli iğne tarafından delik deşik edilmiş olacaktım.
Ancak o görev bile bunun yarısı tecrübe puanı mı veriyor?
'Bu sistem harbiden saçmalığın daniskası.'
Koşul olarak ise sabaha kadar diyor.. nasıl olacak lan o? Bir aşağısındaki önerilen seviye bile bunun imkansızlığını gösteriyor. Bir köy dolusu zombiyi sabaha kadar bitirmem imkansız. Hepsi karşıma tek tek gelse bile bu mümkün değil ki yan yanalar. Altı üstü şafağa birkaç saat kalmış.
Aslında önerilen seviye biraz garipti. 0. Seviye olan ben bile o yaratıkları öldürebiliyorum. Yani uygun metot ve yeterli zaman ile hepsini tek tek halledebilirim. O zaman neden 5. Seviye istiyor?
Acaba.. bu görevler süreye göre güncellenmiş hali olabilir mi? Veyahut pozisyona göre?
Belki de bu işi birkaç saatte çözebilmek için o seviyede olmalıyızdır…
Daha sonra, oluşan gizli koşula baktım.
O zaman görevin başlığındaki garipliği anladım.
Görünüşe göre öldürmem şart değil. İyileştirebilirim de.
Daha sonra gözüm ödüle takıldı.
'İKİ BİN!!!!'
Bu nasıl bir sayı böyle! Şu an seviye atlamam için gereken miktar sadece 300! Yani bu görev, eğer sıradaki seviyede tecrübe puanı artmasa beni 6 kez seviye atlatır!
Bu farkındalık ile şok oldum. Eğer böyle bir ödül varsa, gizli görevdeki iyileştirme koşulu çok ama çok zor olmalı. Belki de bununla ilgili bir tanrının gücüne ihtiyacım olabilir. Veya bu yaratıkların yuvasına falan dalmam gerekebilir.
Tecrübe Puanına açgözlülükle baktım.
Bir daha ne zaman karşıma böyle bir fırsat gelir bilemedim.
'Hadi yapalım! En fazla ne olabilir ki? Engelleme hakkımı kullanıp topuklarım!'
Zülfikar'a döndüm. "Ee? Durumu öğrendik. Sebebini öğrendik. Geriye çözüm kaldı. Bu arkadaşları nasıl iyileştireceğiz?"
"Biraz düşündüm ama buna benzer bir olayı hatırlayamıyorum." dedi Zülfikar eli hala çenesindeyken. "Göğüste ortaya çıkan çekirdek ve ölmek bilmeyen canavarımsı insanlar.. bunları ayrı ayrı yargılasam örnek verebilirim ama hepsinin bir arada olduğu bir işte çözüm nedir bilemiyorum."
"Yani her kötü tanrı için farklı bir çözüm yolu mu var?"
"Evet.. evet çok zor ama var. Burası sadece bir köy olduğundan öyle karmaşık ve derin bir güç işin içinde olmamalı. Tarihte bunun gibi olaylar daha önce de oldu. Küçük bir köyün, gelen geçen bütün yolcuları bedava yemeğe davet edip ardından öldürdüğü ve onları yediği olaylar, tüm köyün dikenli tellere geçirilip sürekli iyileştirildiği bi acı döngüsü olan olaylar. Bu tür olaylarda bazen çözüm bulunabiliniyor."
Hazar ıslık çaldı. "Vaay, nazik beyimiz baya bilgiliymiş." yüzünde şaşırmış bir ifade vardı. "Peki ya bunlar nasıl çözüldü sayın tarih öğretmeni?"
"Övülmek için henüz erken hanımefendi. Bu güzel sözlerinizi, sorunu çözdükten sonra duymayı isterim." dedi Zülfikar ve açıklamaya devam etti. "İnsan eti yiyen delilerin olduğu durumda onları bu çılgınlığa iten genelde bir kişinin sözleri veya o sözleri aktarmasını sağlayan yozlaşmış enerji ile sarılı kitaplar, kağıtlardı. Köylerde bu ögeler genelde bir veya iki tane oluyor ve popülasyonun en uğrak yerlerinde bulunuyor. Tapınak veya meydan gibi. Bu ögeler uygun şekilde yok edilirse sorun da yavaş yavaş çözülüyor.. yani en azından insan yemeyi kesiyorlar. Bir kaç hafta acılı ve baygın yattıktan sonra düzeliyorlar."
"Evet bu şeyler gerçekten deliye benziyor. Belki bu yöntem işe yarayabilir."
"Emin değilim." diye yanıtladı Zülfikar. "Delirmiş olanlar bile bir miktar akıl emaresine sahip olurdu. Ve onlar sadece deli olurlardı, ölümsüz değil. Bu şeyler ise kafası koptuklarında dahi hareket ediyorlar."
Alaycı bir şekilde güldüm. "Göğüslerindeki çekirdeği kırarsak ölüyorlar aslında. O kadar da ölümsüz sayılmazlar."
"Ne? Gerçekten mi?" dedi Hazar şaşkınlık ile. "Bilsem oraya nişan alırdım ya!"
"İşe yaramazdı ki." Küçümseyerek baktım. "Senin oklar anca derisini etini deler. O göğsündeki çekirdek çok sert. Benim bile anam ağladı kırana kadar."
"Sen bile mi!? Orada çıplak ellerinle bi yaratığın kellesini kopardın sen! Nasıl olur?" Yüzünde bir çaresizlik oluştu. "O zaman bu köye nasıl yardımcı olacağız? Onlar çok fazlalar!"
"Endişelenmeyin Hazar hanım. Sizi yüzüstü bırakmayacağız." dedi Zülfikar.
Bu adamın hareketleri beni şaşırtıyordu. Nasıl bu kadar özgüvenli olabilir? Orada bir tanesiyle bile baş edememişti.
Zülfikar, "Eğer bu çekirdek ile ilgiliyse," diyerekten anlatmaya devam etti. "O zaman Acının Tanrısı Erluk ile ilgili olabilir. Vücutlarındaki geçmeyen bir yara gibi görünüyor. Bu sayede yaralansalar bile acı çekmiyor gibi bir ifadeye sahip olabilirler. Aynı o dikenli tellere geçirilen insanlar gibi."
'Bir tanrıyı daha öğrendim.. demek Erluk.. neden iyilerden çok kötü tanrıların ismini duyuyorum?'
"Yani acının tanrısı, acıyı yok mu ediyor?" dedim bir kaşımı kaldırırken.
"Hayır. Sadece dışarıdan bakınca yok olmuş gibi görünüyor" dedi Zülfikar düşünmekten ter dolan anlını silerken. "Hâlâ acı çekmeye devam ediyorlar. Erluk'un müritleri işlerini böyle yapar. Aksi taktirde acının tanrısı yerine deliliğin tanrısının işi gibi olur. Çünkü acı çekmekten delirirler." Daha sonra bizlere baktı ve meraklı bakışlarımızı yanıtsız bırakmadı. "Bunun çözümü için de, dikenlerin verdiği acıyı artırıp dışa yansımasını engelleyen, aynı anda iyileşmelerini sağlayan bir mürit grubunu bulmak gerek. Acıyı temsil eden korkırmızı bir taşa taparlar. O taş, uygun yöntem ile yok edildiğinde büyü bozulur."
"Oh! Köylülerin vücudundaki damarlar gibi mi?" dedi Hazar heyecanla. "O zaman bulmadık mı? Bu Erluk'un işi!"
"O kadar basit değil Hazar hanım." dedi Zülfikar kafasını iki yana sallarken. "Erluk bu acı duymazlığı ve o taşı açıklayabilse de hala ölümsüzlüğü ve bu çıldırmışlığı açıklayamaz. O yüzden bir tanrıdan fazlası işin içinde gibi dedim.. ancak daha önce bunun bir örneğini ne gördüm ne duydum."
"Peki ya bu bahsettiğin uygun yöntemler ne?" diye bir soru yönelttim. "Yani hangi tanrının yaptığını bulup çözüme ilerlersek bile o yöntemi bilmeliyiz değil mi?"
"O yöntem, kutsallık efendim. En ufak köylerde bile tanrılara ibadet etmek için ibadethaneler olur." Hazar'a döndü. "Değil mi, Hazar hanım?"
Hazar kafasıyla onayladı. "Bizim de minik bir tapınağımız var."
Bu onay ile Zülfikar devam etti. "Bu tapınaklardaki ögeler, biz inananların dualarını tanrılarımıza ulaştırır. Bu sayede içlerinde 'kutsallık' birikir. Bu kutsallık, normal zamanda pek işimize yaramaz. Sadece aracı ögeler daha parlak ve şatafatlı görünür. Ancak bu gibi kötü tanrıların veya karanlık ile ışık gibi karşıt tanrıların durumunda işe yararlar. Mesela, kitaplar ve kağıtlar ile oluşan durumda kutsallık taşıyan ögeleri o kitaplara veya kağıtlara temas ettirmek yeterli. Güçlerine göre birbirlerini nötrlerler ve daha güçlü olan diğerini yok eder."
Bu açıklama ile aydınlık ve karanlık gibi tanrılar da olduğunu öğrendim.
'Bunların kaç tane tanrısı var lan? Burası Japonya mı?'
"Bu durumda." diye söze girdim. "O tapınağa mı gitmemiz gerek?"
"Evet.. ama ilk önce bu olayın kaynağını bulmalıyız. Yoksa o kutsallık sahibi ögeler işimize yaramaz."
"Aa, çocuklar." diye araya girdi Hazar.
Ona baktığımda birazcık gergin olduğunu fark ettim.
'Ah ya. İşte geliyor..'
"O tapınak aslında köyün dışında ve benim kulübe tarafında kalıyor."
Zülfikar gülümsedi. "Bu iyi haber. En azından kutsallık taşıyan eşyaları kolayca elde edeceğiz gibi."
"Şey.." diye devam etti Hazar. "O biraz imkansız gibi. Çünkü tapınak yıkıldı."