Bilinmezin İçinde Bölüm 36 - Sadece Saflar Görür
"Anlamadım?" dedi Zülfikar tek kaşını kaldırırken.
"Köyden dönüş yolumda tapınağın oradan geçiyorum. Orası yerle bir olmuştu."
"Ne?" dedim inanamayarak. "O şeyler koskoca taştan yapılma tapınağı mı yıktı?"
"Kıçı kırık köyde taş tapınak ne arasın salak." dedi Hazar. "Bizim tapınağımız tahtalardan yapılmaydı."
'..bu kız bana çok hakaret ediyor.'
"Ancak tahtadan bile olsa o hastalanmış insanlar neden tapınağı yok etsin ki? Yıkmaya yönelik bir içgüdüleri olmamalı."
"Belki Yıkım Tanrısının hastalandırdığı insanlardır?" dedim ortaya bir isim atarken.
"Öyle bir tanrı yok efendim.." Zülfikar mahçup bir şekilde bakıyordu.
'Nasıl olmaz ya? Bu tanrılar kendi isimlerini neye göre seçiyorlar? Bence Yıkım Tanrısı gayet iyi bir isim yani.'
Hazar anılara dalarken kaşlarını çattı. "Oranın yıkılmış olduğunu gördüğümden yaklaşamadım ama girişte asılı duran Velen'in işaretini görebiliyordum. Onda bi gariplik vardı.. ışığı gitmişti."
"Ne!?" dedi Zülfikar şaşkınlık ile. "Emin misin? Uzaktan yanlış görmüş olmayasın?"
"Hayır eminim. Ailemi kaybettiğimden beri her hafta giderim. O kutsal parıltıyı görseydim tanırdım."
"Oh.. başın sağolsun." Zülfikar üzgün bir ifade sergiledi.
Hazar hızlıca kafasını salladı ve, "önemli değil zaten çok uzun zaman geçti." dedi ve konuyu geçiştirdi.
Yani yalnızlığının sebebi gerçekten de ailesini kaybetmesiydi ama onlar bu Yozlaşmış İnsan durumunda değil çok daha önce ölmüşlerdi. Yani sanırım bu.. iyi haber, değil mi?
"Ancak bu nasıl olur.. o varlıkların kutsallıktan korkması gerekiyordu. Aynı bir vahşi hayvanın yanan bir meşaleden çekinmesi gibi onlar da tapınaktan uzak durmalıydı.. burada neler oluyor?"
Sırıttım. "Ne yani kutsallığı yediler mi?"
Herkes bir anda bana döndü. Yüzlerinde ciddi bir ifade vardı.
Kaşlarımı çattım. "Bekle, bunu yapabilirler mi?"
Zülfikar'ın anlı terlemeye başladı. "Evet bu mümkün ama.. böyle sıradan bir köyde yaşanmamalı. Nasıl ki iyi tanrıların işaretleri kutsallıkla parlıyorsa, kötü tanrılarınkiler de kirlenmişlikle parlar. Bu eserler birbirlerini nötrleyip diğerinin enerjisini çekebilirler. İyilik ve kötülük birbirine nasıl karışıyor bilmiyorum ama durum bu."
"Belki sadece enerjiler diyedir?" dedim açıklayıcı bir tonla. "Sonuçta kaynağı ne olursa olsun enerji aynı amaca hizmet etmez mi?"
Zülfikar anlamaz bir ifade ile baktı. "Efendim, kullandığınız söz bilimsel gibi. Yoksa hafızanızı kaybetmeden önce büyücü müydünüz?"
Şaşırdım.
'Bilimsel şeyler büyücüler ile mi ilgili? Ben büyücülerin /al sana ateş topu| diyip sihir yapan insanlar olduğunu düşünmüştüm.'
Hazar dalgacı bir şekilde gülümsedi. "Eğer öyleyse, bu çamyarması tarihteki ilk kaslı büyücü demektir."
Zülfikar öksürdü. "Her halükarda, o eserler burada olmamalı. Çünkü kirlenmişlik enerjisi saklanamaz. Herhangi bir yerleşimin yakınlarından geçerken hemen fark edilirdi. Farkedilemeyecek kadar gizlenen bir enerji ise küçük bir köy için değmez."
"Peki ya durum böyleyse?" diye sorguladım. "Ya burada ondan varsa ve tapınaktaki tüm kutsallık gittiyse?"
Zülfikar'ın ifadesi karardı. "O zaman bu köy için yapabileceğimiz bir şey kalmamış demektir."
Hazar, ın bakışları yere düştü. Dalmış gibiydi.
Firdevs kıyafetimin kenarını çekiştirdi. "Yani bu insanları kurtaramayacak mıyız abii?"
Eğer Zülfikar'ın dediği gibiyse durum bu olmalı. Ancak vazgeçmek için henüz erken.
Firdevs'in başını okşadım ve sonra gruba döndüm. "Bence o tapınağı bi kontrol etmeliyiz."
"Kutsallık taşıyan eşyaları kontrol etmek için mi?" dedi Zülfikar ve kafasını iki yana salladı. "O yığıntının arasında sabaha kadar uğraşırız."
"Eğer siz olsaydınız öyle." dedim devasa kollarımı sıkıp omuzlarımı gererken. "Benim yarım saatimi alır."
Zülfikar'ın gözleri parladı. "Doğru! Orada gücünüzü gördüm. Eğer sizseniz başarabilirsiniz!" Ancak bir an sonra yüzü tekrar kasvetle doldu. "Böyle olsa bile onları nasıl düzelteceğimizi bilmiyoruz."
"Endişelenme. Aklımda bir yer var."
"Nedir?"
"Bu olayların kaynağı o pirinçlerdi ve pirinçler de belli bir suyun içinde büyüyor değil mi? Burada bir göl olmadığına göre suyun geldiği bir kaynak olmalı."
Hazar başıyla onayladı. "Evet ilerideki dağların arasından akıyor."
"O zaman su ile bir sıkıntı varsa o da oradadır. Çünkü köylülerin aktif olarak kullandığı bir ekim yerinde sorun olsa anlaşılırdı. Gözden ırak bir yerde yaşanmış olmalı."
Zülfikar düşünceli bir şekilde çenesini tuttu. "Haklı olabilirsiniz efendim. Bu fikirde pürüzler görsem de ne yazıkki şu an bunu sorgulayacak zamanımız yok. Köyün durumu tespit edilmeden harekete geçmeliyiz."
Onun onayladığını görünce Hazar'a baktım.
Ciddi bir ifade ile yere bakıyordu. Bir an sonra bana döndü. "Tamam. Gidelim." Daha sonra ayaklanırken yayını tekrar beline astı ve sadağına uzandı.
"Bizim de kendimizi korumak için bir silaha ihtiyacımız var gibi." dedi Zülfikar bakışları ile etrafı süzerken. "Herhangi bir kılıç falan var mı?"
Hazar kahkaha attı. "Bir avcının kulübesinde kılıç ne arar?" Bakışları ile yandaki odayı işaret etti. "Orada kesim için kullandığım bıçaklar var. Onları alabilirsiniz."
Zülfikar başıyla onaylayıp o tarafa gitti.
Hazar bana baktı. "Sen gitmeyecek misin?"
Özgüvenli bir şekilde sırıttım. Avuç içlerim görünecek şekilde ellerimi çevirdim. "Benim silahlarım zaten yanımda."
"Cidden ellerinle mi savaşıyorsun? Ben silahın yok diye öyle yaptın sandım." bakışları ile beni süzdü. "Bu kas ve cüsse ile koca koca kılıçları taşıyabilirdin. Potansiyelini boşa harcıyorsun."
Omuzlarımı silktim. "Hafızamı kaybetmiş olsam da içimden bir ses 'silah kullanmak ezikler içindir' diyor."
Bir kahkaha attı. "Bence içindeki ses dayak istiyor."
O sırada Zülfikar geri geldi. Elinde kanlı bir bıçak vardı. Kasaplardakine benziyordu. Diğer elinde ise bir bez vardı ve kanı siliyordu. "Pek hijyenik değil gibisiniz hanımefendi."
"Fikirlerini kendine sakla jantiçocuk."
Herkesin hazır olduğunu görünce başımı salladım. "Peki söyleyin bakalım, bu kutsallık nasıl hissediliyor? Az önce kirliliğin hissedilebildiğini söyledin. Yani kutsallık da hissedilebilir, değil mi?"
"Ne yazıkki onu biz yapamayız efendim. Kutsallığı, bunun için özel eğitim almış kişiler hissedebilir. Hissedebilecek olsak sanırım bu bir koku gibi olurdu. İçine çektiğinde rahatlatan bir koku. Temiz hissettiren bir koku. Onu diğer her şeyden ayıran bir koku. Ancak böyle bir his için en azından çok saf bir ruha sahip olmak gerek."
Onun bu açıklaması ile bakışlarım refleks olarak Firdevs'e döndü.
Zülfikar da bunu fark edip Firdevs'e döndü.
"Oh doğru.. Firdevs hanım gibi."
Firdevs ise anlamamış şekilde başını yana eğdi.
"Yani diyorsun ki saf ruha sahip insanların kuvvetli burunları ile bu koku alınır." Bakışlarım ile Firdevs'in tatlı ve şaşkın pozunu izledim. "Yani bir av köpeği gibi?" gülümsedim. "Ancak bizdeki daha çok tatlı bir süs köpeğine benziyor."