Bilinmezin İçinde Bölüm 41 - Yankı

Uzak mı uzak diyarlarda, 9 krallığın temas bile edemeyeceği kadar ilerilerde bir kasabanın içinde.

Bir yaylanın yol ağzına kurulmuş olan bu kasaba günlerini sakin ve ferah geçirirdi. Çocuklar sokak aralarında oyunlar oynayıp hayallerinden bahseder, yetişkinler her karşılaştıklarında yüzlerinde gülümsemeyle selam verir ve yaşlılar da beraber oturup güzel anılarından bahsederdi. Kuşların neşeli sesi havayı doldururken, doğanın taze kokusu da ciğerleri doldururdu.

Ancak şimdi, bu eski halinden eser yoktu. Evler yanmıştı, çocuklar susmuştu, yetişkinler ise.. artık gözlerini açamayacaklardı.

Kasabanın meydanında, yüzlerce insanın vücudu başsız bir şekilde yerde uzanıyordu.

Hepsinin elleri arkalarından bağlıydı. Etrafta nizami bir şekilde dizilmiş olan onlarca kılıçlı ve zırhlı insan vardı. Tüm vücutlarını saran kömür karası zırhları, yüzlerindeki ciddi ve solgun olan ifadelerine daha da bir ölümcüllük katıyordu.

Bir zamanlar çocukların adımları ile dolu olan yollar şimdi kan ile dolmuştu ve bu denizin içinde tek ayakta kalan kara zırhlı askerlerdi.

İleriden bir kadın, yanındaki birkaç kara zırhlı kişi ile beraber olay yerine doğru ilerliyordu.

Bu kişi de zırh giyiyordu ama diğerlerinden farklı olarak zırhı göz alıcı bir parlaklığa sahipti. Belinden ayaklarına kadar uzanan ve bacak zırhlarının ardında göz alıcı bir şekilde dans eden kırmızı bir eteğe sahipti. Bir pelerin bile olabilecek bu kırmızı eteğin tonu, savaş alanlarında yitip gitmiş askerlerin taze kanına bulanmış gibi kirli ve acılı görünüyordu.

Simsiyah zırhına zıt olan bembeyaz suratındaki hilal kaşları çatılmıştı. Doğal görünmeyen kırmızı gözleri ona bir kana susamışlık katıyordu.

“Durum raporu.” dedi sert ve otoriter sesiyle.

“Kaos’un tanrılarına hizmet eden günahkarlar bulunamadı.”

“..anlıyorum. Önemli değil.”

“Haklısınız. Zaten günahkarlara dair işaret bulunması yeterli. Bu kasabadakiler onlara ev sahipliği yaptığı için ölmeyi hak etti.”

Kadın, kanlı sahneyi ifadesiz bir suratla izledi. “Kaç çocuk ele geçirildi.”

“512. Söz dinlemeyenler idam edildiği için 476 kaldı.”

“0-7 yaş arası olanları Külhaneye yollayın. 8-12 arası olanları Işığın Öğretisine yollayın. 12-18 arası olanlar ise..” yüzünde sinsi bi gülümseme oluştu. “Benim mekana yollayın.”

Onu izleyen adamın alnından terler akmaya başladı.

‘Bu garip hobilerinden hiç vazgeçmeyecek..’

Daha sonra kadın geldiği tarafa döndü. “Bu pisliği de iyice temizleyin.”

“Bu sefer nasıl yapalım istersiniz efendim?”

“Yakın. Suçlu olarak da.. Acının Tanrısı Erluk’u gösterin.”

Ardından daha fazla umursamadı ve meydandan ayrıldı.

İlerlerken adım attığı her yerde yok olmuş ve yıkılış görülebiliyordu. Binalar devrilmişti ve yerlerde kanlar vardı.

Artık ona eşlik eden kimse yoktu.

Tek başına kasabanın çıkışına doğru ilerledi. Orada onu karşılayan onlarca at ve şatafatlı birkaç at arabası vardı. Kadın, simsiyah görünen, üzerinde taç takan kara bir ejderha kafası armasına sahip bir at arabasına bindi.

İçeride, kendisi gibi parlak siyah zırh giyen başka bir kadın vardı. Ancak kendisinin aksine onun bakılacak bi suratı yoktu. Çünkü maske takıyordu. Kadın olduğunu belirten tek şeyse zırhının göğüs bölgesindeki şişkinlikti.

“Hoşgeldin Aforoz Cadısı.” dedi içerideki kadın perdelenmiş bir sesle.

“Bana öyle seslenme.” dedi kadın ve karşısındaki koltuğa oturdu.

Maskeli kadın kahkaha attı. “Nasıl demem. Herkes seni böyle tanıyor. Aforoz Cadısı İrem.” gülümsedi. “Bence kulağa havalı geliyor.”

“Sadede gel Fiora.” dedi İrem bıkmış bir tonla.

“Oyun bahçemizden yeni bir haber var.” sesi ciddileşti.

“Nereden?”

“Karugan krallığı.”

İrem birkaç saniyeliğine düşündü. “Oradaki küçük bir köyde değil miydi? Ne yanlış gitmiş olabilir?”

“Bilmiyoruz. Birileri yarattığımız sorun ortaya çıkmadan önce yok etmiş.”

“Anlıyorum.. ee?”

“Bunun kim olduğunu bilmediğimizden boşverebiliriz. Sonuçta 9 krallık çok uzak ve orada güçlü birilerini görevlendirmek de zor. Sadece bir tesadüf gözüyle bakabiliriz.”

İrem bakışlarını pencereye çevirdi. Kasabanın meydanından yayılan dumanı izliyordu. “Tesadüf diye bir şey yoktur Fiora. Bu dünyada her şey tanrıların iradesi ile ortaya çıkar.”

“O zaman.. hareketlerimizin keşfedildiğini mi söylüyorsun?”

“..kim bilir.”

“Öyleyse.. ne yapmalıyız?”

İrem tekrar Fiora’ya döndü. “Olayların daha detaylı araştırılmasını söyle. Eğer olay yerinde birileri varsa veya köyden sağ kalan birileri, o zaman bulunsun ve sorgulansın.”

“Tamam. Basit ama etkili bir yöntem.” daha sonra Fiora da pencereden dışarıya baktı. Mahvolmuş kasabaya göz gezdirdi. “Bu kadar ileri gitmek zorunda mıydın? Sonuçta onlar bizim imparatorluğumuzun insanları.”

İrem gülümsedi. “Basit ama etkili bir yöntem işte.”

Fiora’nın kanı dondu. Az önce binlerce insanın katledilişine basit ama etkili bir yöntem mi dedi?

Alt diyarların insanlarını normal karşılayabilirdi ama kendi topraklarının insanlarına böyle davranmasını anlamak güçtü.. onun gibi birisinin tanrıların himayesinde bu derece yükselmesi şaşılasıydı.

Gerçekten adını hak ediyordu.

Aforoz cadısı…

|||||||||||||

Buralardan uzakta, hiçbir krallığın adım atamayacağı başka bir diyarda.

Çekiç vuruşlarının her tarafı sardığı bir dağın içinde, dış dünyada gizli kalan bir demirhanede yaşlı bir adam masada oturmuş ve karşısındaki gölgeleri izliyordu.

Yüzündeki yorgun ifade ve suratına düşen dağılmış saçları ona bitik bir görüntü veriyordu. “Niçin geldin?” dedi kartlaşmış sert sesi ile.

Gölgelerden bir kahkaha duyuldu. “İnsan misafirini böyle mi karşılar?”

“Davetsiz misafir mi demek istedin?” hoşnutsuz bir sesi vardı.

“Öyle deme, buraya iyi bir sebepten geldim.”

“İyi bir sebep mi?” tek kaşını kaldırdı. “Sen mi? Senin olduğun bir yerde ne zaman iyi bir şey olmuş?”

Adam tekrar kahkaha attı. “Eski günler eskide kaldı demirci. Ben artık değiştiim.” dedi uzatarak. “Şimdi lafımı kesme de dinle.” esrarlı bir ses tonu takındı. “Diyarda yeni bir tanrı var.”

“Ee?” dedi yaşlı adam umursamaz bir tonla. “Birisi düşüp yer değiştirmiştir. Bu ilk değil.”

“Sence ben bilindik tanrıların aurasını bilmez miyim? Bu basit bir yer değiştirme değiil. Bu gerçek, yeni bir tanrı! Daha önce hiç kokusunu almadığım bir tanrıı.”

Yaşlı adamın gözleri parladı. “Emin misin?”

“Eminim! Kendi gözlerimle gördüm! Yani şey.. tanrıyı bizzat görmedim ama onun aurasını taşıyan bir ölümlüyü gördüm!”

“Bu..” dedi yaşlı adam yere bakarken. “Beklenmedik sonuçlar doğurabilir..”

“Aynen öyle! Sonunda dengeyi bozabiliriz!!”

Yaşlı adam gölgelere doğru iğrenerek baktı. “Sen ve senin şu manyak arzuların.”

“Hahaha! Sonuç olarak aynı amaca hizmet etmiyor muyuz?”

“..haklısın. Peki neredeymiş bu bahsettiğin ölümlü? Yanında mı getirdin?”

“Şey.. aslında yerini bilmiyorum. Müritlerimden birisi ona kutsamamı vermiş. Devreye girdiğinde onu keşfettim.”

“Senin kutsamanı devreye sokan birisi mi? Peh! Ondan hayır gelmez.” Ancak bir an sonra gözleri şokla açıldı. “Bekle, senin kutsamana sahipken başka tanrının aurasına mı sahipti?”

Gölgelerdeki adam birkaç saniyelik sessizlikten sonra tatmin olmuş bir ses tonuyla yanıtladı. “Evet.”

Yaşlı adam yerinden fırladı. Ayağa kalktığında cüssesi ortaya çıktı.

Adam.. devasa bir 2.5 metre boyundaydı!!

Koskocaman kolları bir insanın vücudu kadardı!

Şu anda bu dev yaşlı adamın suratında şok olmuş bir ifade vardı. Bir an sonra ise yüzünde manyak bir gülümseme ortaya çıktı. “Şimdi analarını belledik işte.”

Novel Türk Discord'una Katıl
Bir hata mı var? Şimdi bildir! Novel Türk'e destek ol!
Yorumlar

Yorumlar

Novel Türk Yükleniyor