Isekai Boksör Bölüm 20 – İyileşme Süreci
Arslan, üzerindeki tozları silkeledi ve sordu: “Peki şimdi ne yapacağız? Bir planın var mı?” Sesinde hafif bir endişe vardı, ama aynı zamanda gözlerinde bir umut ışığı parlıyordu.
Lucian, düşünceli bir ifadeyle başını kaldırdı. “Önce sana kalacak bir yer bulsak iyi olur,” dedi, hafifçe gülümsedi ve bir hamlede ayağa kalktı.
Serenna, hafif bir alayla, “Buna gerek olacağını sanmam,” dedi. Çoktan üstündeki tozları temizlemiş, saçlarını düzelterek mükemmel görünüme ulaşmıştı. Lucian, bir an Serenna’ya baktı ve kadınların görüntülerine ne kadar önem verdiklerini düşündü.
Lucian merakla kaşlarını çattı, alnına düşen saçları bir kenara iterek, “Neden?” diye sordu. Gözleri Serenna’nın yüzüne sabitlenmişti, anlamaya çalışır gibi.
Arslan, derin bir nefes alıp ardından ciddiyetle konuştu: “Şu okul meselesinden haberin var değil mi?”
Lucian’ın yüzüne bir anlayış ifadesi yerleşti. “Rutherford Akademisi’nden mi bahsediyorsun?”
Arslan başını salladı, gözlerinde bir kararlılık vardı. “Evet, bu sene 16 yaşına girdim, yani Rutherford Akademisi’ne kabul sınavlarına girebilirim.”
Lucian, biraz alaycı bir şekilde gülümsedi. “Yani buna güvenerek mi kendini evden attırdın?” dedi, sesinde hem merak hem de hafif bir kınama vardı.
Arslan, omuz silkerek ve biraz daha dik durarak yanıtladı: “Her ne kadar evden atılmış olsam da hâlâ bir Kırmızı Kar Tanesi’yim. Akademiye girmem zor olmamalı.”
Lucian’ın kaşları kalktı, sesi ciddi bir tını kazandı. “Ailenin adıyla o akademiye girebileceğini mi sanıyorsun? Bir Wintergate olsan bile ayrımcılık yapacaklarını düşünmüyorum. Orası tüm akademiler arasında bile prestijli bir yerdir.”
Arslan, sert bir şekilde Lucian’ın sözünü kesti, gözlerinde bir parıltı belirdi. “Ailemin adı mı? Bundan bahseden de kim? Giriş sınavlarının nasıl yapıldığını biliyor musun?”
Lucian biraz şaşırarak cevap verdi, “Birkaç akademik sınav oluyor değil mi?”
Serenna araya girerek, “Akademik bir sınav olduğu doğru fakat asıl önemli olan yetenek testi,” dedi. Sesinde bilmiş bir hava vardı, sanki çoktan her şeyi biliyormuş gibi.
Lucian, kaşlarını çatarak ve gözlerini kısarak sordu, “Yetenek testi mi?”
Arslan, derin bir nefes aldı ve açıklamaya başladı: “Kişinin yeteneklerini ölçtüklerini söylüyorlar ama aslında yaptıkları tek şey adayları birbiriyle dövüştürüp güçlü olanları ayıklamak. Böylelikle akademi kendine en iyi öğrencileri topluyor ve onları daha iyi hale getirerek elde ettikleri başarılarla prestij sağlıyor.”
Lucian, kafasını iki yana sallayarak ve hafif bir ironiyle konuştu: “Yani aslında bu akademi güçle kafayı bozmuş canavarların toplandığı bir yer ve akademi bu canavarları daha büyük canavarlara mı çeviriyor?”
Serenna, Lucian’a doğru hafifçe eğildi ve gözlerini onun gözlerine dikerek, “Sadece 20 yıl içinde nasıl en başarılı akademilerden biri olduklarını sanıyorsun? Yine de bu onların iyi bir akademi olduğunu değiştirmiyor. Duyduğuma göre en iyi seviyede öğretmenlere ve her alanda teknik bilgiye sahip kişilerle çalışıyorlarmış,” dedi, sesi sakin ama inandırıcıydı.
Arslan, gülümseyerek ve özgüvenle konuştu: “Bu da demektir ki, oraya bir çöp parçası bile gitse, parlatılmış bir mücevher olarak oradan ayrılacaktır.”
Lucian, hafif bir tebessümle, “Öyleyse bu senin için iyi bir haber,” dedi. Sesi sakin ve rahatlatıcıydı, ama gözlerinde bir düşünce belirdi.
Arslan, gözlerini kısarak ve gülümseyerek Lucian’a baktı. “Aslında oraya beraber gideriz diye düşünüyordum,” dedi. Sözlerinde gizli bir heyecan vardı.
Lucian, şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. “Beraber mi? Henüz küçük bir çocuk olduğumun farkındasın değil mi?” dedi, alaycı bir tonda. Yine de içinde bir merak kıvılcımı yanmış gibiydi.
Arslan, kahkahalarla gülerek, “HAHAHA! Bunu başka biri söyleseydi inanırdım ama sen mi? Hayır, farkında olduğum söylenemez. Konuşma tarzın, yeteneklerin ve diğer her şey seni çoğu insandan daha olgun yapıyor,” diye yanıtladı. Sesi güçlü ve kendinden emindi, Lucian’ın gözlerinin içine bakıyordu.
Serenna, hafif bir gülümsemeyle söze girdi. “Ayrıca, yeteneklerini kanıtlayan kişilerin daha erken yaşlarda akademiye kabul edilebildiği herkes tarafından bilinen bir şeydir. Yine de daha önce senin kadar genç birinin akademiye girdiğini duymamıştım,” dedi. Gözlerinde bir hayranlık ve hafif bir şüphe vardı, Lucian’a dikkatle bakıyordu.
Arslan, coşkuyla Lucian’ın omzuna dokundu. “Böyle bir şey olursa tüm akademi seni konuşur, tam da Efendimden beklendiği gibi!” dedi, sesinde büyük bir hayranlık ve saygı vardı.
Lucian, derin bir nefes aldı ve düşündü. “Demek akademi ha? İlk başta katılmak mantıksız geliyordu fakat akademi sayesinde daha bilgili ve daha güçlü olabileceğim bir gerçek. Ayrıca artık Sensei de yanımda olmadığına göre, büyü yeteneklerimi tek başıma geliştirmek zorundayım. Büyü ile boksu harmanlayarak ne kadar güçlü olabileceğimi gördüm, akademi sayesinde mana ve aura üstündeki anlayışımı da geliştirebilirim.” gözleri uzaklara, geleceğe odaklanmış gibiydi.
Lucian bir an durduktan sonra başını salladı ve “Pekala, bu konu hakkında babamla konuşacağım.” Dedi.
Arslan, sevinçle ellerini havaya kaldırarak, “İŞTE BU! EFENDİMLE AKADEMİYE GİDECEĞİZ!” diye bağırdı.
Lucian, Arslan ve Serenna Wintergate Markiliğinin yoluna koyuldular…
…
Lucian, markiliğin görkemli kapısından içeri adımını atar atmaz, Cynthia telaşla yanına koştu. Gözlerinde endişe ve yüzünde korku vardı.
Cynthia, gözyaşlarına hakim olamayarak, “Efendim! Yaralandığınızı duydum, iyi misiniz?” dedi. Sesinde hem korku hem de rahatlama vardı, Lucian’ı sağlıklı görünce biraz olsun rahatlamış gibiydi.
Lucian, yumuşak bir ses tonuyla cevap verdi: “İyiyim, Cynthia. Marki’nin nerede olduğunu biliyor musun?” dedi. Gözleri hala tetikteydi, sanki bir an önce önemli bir şey konuşması gerekiyormuş gibiydi.
Cynthia, gözyaşlarını aceleyle silerek, “Evet, odasında sizi bekliyordu,” dedi ve gözleriyle odanın olduğu yeri işaret etti.
Lucian başını sallayarak teşekkür etti ve ardından Serenna’ya dönüp ciddi bir şekilde, “Her şey için teşekkürler, abla. Bundan sonrasını ben hallederim. Sen de lütfen odana çekil ve biraz dinlen,” dedi. Sesi nazikti ama aynı zamanda kararlıydı.
Serenna, hafif bir gülümsemeyle başını salladı. “Öyleyse odama çekiliyorum. Dikkatli ol, küçük kardeşim,” dedi ve yavaşça koridorun diğer ucuna doğru yürüdü.
Lucian, Cynthia’ya dönerek talimat verdi: “Cynthia, Arslan için bir oda ayarla lütfen. Bir süre misafirimiz olacak.”
Cynthia, hafif bir eğilme ile “Emredersiniz efendim,” dedi ve hemen hazırlıklara başladı.
Arslan, biraz endişeli ama aynı zamanda heyecanlı bir şekilde Lucian’a baktı. “İstersen seninle gelebilirim,” dedi, gözlerinde dostane bir ısrar vardı.
Lucian, hafifçe gülümseyerek başını salladı. “Hayır, onunla tek başıma konuşsam iyi olur. Yaptığın her şey için teşekkür ederim, lütfen sen de dinlendiğinden emin ol,” dedi. Sesinde şefkat ve aynı zamanda bir tür otorite vardı.
Arslan, anlayışla başını salladı ve Cynthia’nın peşinden yürüdü. Arkasından bakarken Lucian, derin bir nefes alarak Marki Arthur’un odasına giden uzun merdivenlere doğru yöneldi. Her bir basamağı ağır ağır çıkarken, düşünceleri bir sonraki konuşmalarında ne söyleyeceğine odaklanmıştı.
Uzun ve süslü koridor boyunca ilerledi, büyük kapıya ulaştığında derin bir nefes alarak kapıyı nazikçe çaldı ve içeri girdi.
Lucian, kapıdan içeriye adımını attıktan sonra başını eğerek, “Marki Arthur, müsait misiniz?” diye sordu.
Marki Arthur, masasının arkasında duruyor ve Lucian’a bakıyordu. “Gel, ben de seni bekliyordum,” dedi. Lucian’ın kollarındaki yaralara bakarak ekledi, “Gelmen biraz daha sürer diye düşünmüştüm. İyi dostlar edinmişsin gibi görünüyor.”
Lucian, kısa bir an durakladıktan sonra içtenlikle, “Evet, edindim,” diye yanıtladı.
Marki Arthur, ciddi bir tonla devam etti: “Yine de dostların sadece seni daha yükseklere taşımak için var olan bir araç olduğunu unutma. Onlara bağlanmasan iyi edersin.”
Lucian, biraz şaşkınlıkla kaşlarını kaldırarak sordu: “Sensei ile sizin dostluğunuz da böyle mi? Sensei sizi yukarı taşıyan birinden başka biri değil mi? Yoksa tam tersi mi?”
Marki Arthur, gözlerini hafifçe daraltarak cevap verdi: “Ölüme yaklaştıktan sonra dilin sivrilmiş gibi görünüyor.”
Lucian, hemen başını eğip, “Üzgünüm, saygısızlık yapmak istememiştim,” dedi. Sesinde içten bir pişmanlık vardı.
Marki Arthur, elini kaldırarak Lucian’ı durdurdu. “Yeter, kazandığın için seni tebrik etmek istemiştim. İstediğin bir şey varsa şimdi söyle,” dedi, sesi sakin ama otoriterdi.
Lucian, biraz çekingen ama kararlı bir şekilde, “Ben de bu yüzden buraya gelmiştim,” diye yanıtladı.
Marki Arthur, kaşlarını kaldırarak merakla sordu: “İstediğin bir şey mi var? Bu, bana bir şey istemek için geldiğin ilk sefer. Söyle.”
Lucian, derin bir nefes alarak doğrudan konuya girdi: “Arslan’ın bir süre burada konaklamasına izin vermenizi istiyorum, en azından akademiye gidene kadar.”
Marki Arthur, düşünceli bir ifadeyle başını salladı. “Akademiye gidene kadar mı? Demek akademiye gitmeye karar verdin.”
Lucian içinden düşündü: “Akademiye gitmeye karar vermek mi? Gitmemek gibi bir seçeneğim var mı ki? Ne olursa olsun beni zorla oraya yollayacaktın zaten.”
Marki Arthur, sesindeki merakı gizlemeye çalışarak sordu: “Tek istediğin bu mu?”
Lucian, tereddütsüz bir şekilde, “Evet,” dedi.
Marki Arthur, bir an durup Lucian’a dikkatle baktı ve sonra ciddi bir tonla konuştu: “Hâlâ zayıfsın. Bu isteği kendin için kullanabilirdin ama bir arkadaş için harcamaya karar verdin. Belki de sana fazla iyi davranıyorumdur. Her zaman benden bir şey isteyebileceğini düşünecek kadar kibirli misin?”
Lucian, başını hafifçe eğerek ve sakin bir sesle yanıtladı: “Hayır efendim, bu benim isteğimdir. Gerçekleştirirseniz gerçekten minnettar olurum.”
Marki Arthur, derin bir iç çekerek kararını verdi. “Pekâlâ, sınavlar 2 ay sonra. O zamana kadar oyun arkadaşınla istediğini yap. Daha sonra Wintergate ismiyle seni akademiye yollayacağım. Akademi buradan oldukça uzak, yani akademi bitene kadar orada yaşayacaksın.”
Lucian, kararlı bir şekilde başını sallayarak, “Evet efendim,” dedi.
Marki Arthur, son bir uyarıda bulunarak, “Sınavı geçtiğinden emin ol. Çekilebilirsin,” dedi.
Lucian, başını bir kez daha saygıyla eğdi ve sessizce odadan ayrıldı. Kapı arkasından kapanırken, yüzünde karışık duygularla koridorda ilerlemeye başladı. “Bu adamla konuşmak gerçekten sinir bozucu.” Diye düşündü.
Lucian, yorgun bir şekilde koridor boyunca ilerledi ve nihayet odasına ulaştı. Kapıyı açtı ve içeri girer girmez ayaklarının hakimiyetini kaybettiğini hissetti. Kendini zar zor yatağına attı ve sırtüstü uzanarak tavana baktı. Gözleri, odanın tavandaki desenlerinde dolaşırken düşüncelerine daldı.
Bir an için huzur bulmuş gibi, iç çekerek mırıldandı, “Uzanıp güzelce dinlenmeyeli ne kadar oluyor acaba?” Son birkaç ayın yorgunluğu ve stresinin üzerine çöküşünü hissediyordu. Göz kapakları ağırlaştı, ama zihni hala meşguldü.
Lucian, tavanı seyrederken, aklında sevdiklerine dair düşünceler belirdi. “Acaba Koç şu anda ne yapıyordur?” diye düşündü. Koç’un gülen yüzünü ve güçlü duruşunu hatırladı, bir an için dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi. “Sensei ile tanışsa, anlaşırlar mıydı?” diye kendi kendine sordu. İkisinin de güçlü karakterleri ve prensipleri vardı; belki de dost olurlardı.
Bir an sessizlik çöktü, Lucian gözlerini kırpıştırdı ve tavana bakmaya devam etti. “Kızı şu an nasıldır? Eminim mutlulardır,” diye düşündü. Onların mutlu bir hayat sürmesini umuyordu, belki de huzurlu bir yaşamları vardı. Kalbinde bir sıcaklık hissetti, bu düşünce ona biraz da olsa rahatlık veriyordu.
Sonra aniden gözlerini kapadı ve içinden bir söz verdi. “Şu ihtiyar tanrı ile bir daha buluşabilirsem, sizin hakkınızda soru soracağımdan emin olabilirsiniz…” diye fısıldadı. Bu düşünce onu hafifçe güldürmüştü.
Lucian, yavaşça gözlerini kapattı ve derin bir uykuya daldı, zihni sevdiklerine dair düşüncelerle dolu, kalbi ise yeni maceralara ve zorluklara hazırlıklıydı.