Isekai Boxer Bölüm 21 – Beklenmeyen Misafir
2 Ay Sonra…
Cynthia, kapıyı hızla çalarak, “Efendi Lucian, lütfen uyanın!” diye seslendi.
Lucian, gözlerini hafifçe aralayıp, yorgun bir şekilde mırıldandı, “Ahh, beş dakika daha…”
Cynthia, sabırsızca devam etti: “Herkes çoktan hazır ve sizi bekliyor! Akademi sınavları üç gün sonra, yani şimdi yola çıkmazsanız sınavlara yetişemeyeceksiniz!”
Lucian, gözlerini ovuşturarak esnedi ve biraz tembelce cevap verdi: “Sadece meraktan soruyorum, sınava yetişemezsem bir yıl daha uyuyabilir—yani, sınava bir yıl daha çalışabilirim değil mi?”
Cynthia, biraz kızgın ama endişeli bir tonla, “Efendi Lucian!” diye uyardı.
Lucian iç çekerek, “Tamam tamam…” dedi ve yavaşça yataktan kalktı. Yorgun adımlarla Cynthia'nın yardımıyla kıyafetlerini giydi. Hazırlıklarını tamamladıktan sonra konağın kapısına giden merdivenlerden inerek ilerledi. Dışarı çıktığında Arslan’ı bekler halde buldu, ayrıca Serenna da onlara yolculuk boyunca eşlik etmek için oradaydı.
Arslan, sabırsızca Lucian’ın yanına koşarak, “Ne kadar süredir seni beklediğimizi biliyor musun? Biraz daha gecikirsek geç kalacağız! Hatta belki çoktan geç kalmışızdır!” dedi, sesi endişeliydi.
Lucian, gülerek arkadaşına baktı. “Sakin ol dostum, görünüşünün aksine böyle konularda heyecanlı olman gerçekten şaşırtıcı,” dedi alaycı bir şekilde.
Serenna, nazik bir gülümsemeyle araya girdi: “Günaydın Lucian, uykunu iyi aldın mı?”
Lucian, gülerek Serenna’ya döndü. “Günaydın abla, iki aydır her gün bu adamın horlamasını dinlediğimi hesaba katarsak, oldukça iyi geçti denilebilir.”
Arslan, utançla itiraz etti: “H-Horlamıyorum lan ben!”
Lucian, kısık bir kahkaha atarak, “Ama odasının neden benim odamın yanında olduğunu anlamıyorum. Bir düşününce ilk gün yattığı oda… Dur bir dakika, orası senin odanın yanındaydı!” dedi, Serenna’ya bakarak.
Serenna, kahkahalarla güldü. “Hahaha, bunu son gün fark ettiğin için şanslıyım. O gün ne kadar zor uyuduğumu biliyor musun? Sabah ilk iş olarak hizmetçilerden Arslan’ın odasını değiştirmelerini istedim. Babam ona göz kulak olmamızı emrettiği için koyabileceğim tek yer senin odanın yanıydı. Üzgünüm kardeşim,” dedi, gözlerinde şakacı bir ışıltı vardı.
Arslan, homurdanarak ekledi: “Benim hâlâ burada olduğumun farkındasınız değil mi!?”
Lucian, omuz silkerek cevap verdi: “Her neyse, sonunda tüm bu azap sona erdi…” Ardından düşündü,;
“Evet, bu azap sona erdi ve bir yenisi başlıyor. Demek okul ha? Hayatım boyunca Koç ile yaşadığım ve boks yaptığım için okul ile alakalı pek bir şey hatırlamıyorum. Bir keresinde Koç istediği için ders çalışmayı denemiştim ve sıkıntıdan neredeyse ölecektim. Neyse ki bu sayede kitaplarla tanıştım ve kitap okumak hobim haline geldi, bu sayede dünya hakkında bir sürü şey öğrenebildim.”
Arabacı, sabırsız bir şekilde araya girdi: “Efendim, şimdi çıkmazsak sınava yetişmemiz oldukça zor olacaktır.”
Serenna, ciddi bir tavırla başını sallayarak, “Pekala, artık yola koyulsak iyi olur,” dedi.
Arslan ve Serenna sırayla arabaya bindiler. Lucian da tam arabaya binecekken, bir ses arkadan duyuldu.
Cynthia, nefes nefese bağırarak, “B-Bekleyiiiiiinn!” Elinde bir şeylerle koşarak geliyordu, ancak acele ederken ayağı merdivene takıldı ve düşmeye başladı. Bunu gören Lucian, refleksle bacaklarına hafif bir aura aktararak hızla Cynthia’ya doğru fırladı.
Cynthia, düşerken bir çığlık attı: “Aaahh!”
Tam yere çakılmak üzereyken Lucian onu yakaladı. “İyi misin? Benim gibi bir çocuğa bakabiliyorsun ama düz yolda yürüyemiyorsun, öyle mi?” diye şaka yaptı, Cynthia’ya hafifçe gülümseyerek.
Cynthia, düşmenin verdiği heyecandan ve utanmadan dolayı yüzü kıpkırmızı olmuştu, nefes nefese, “Ç-Çocuk falan değilsiniz! Bu yemeği yolculuğunuz için hazırlamıştım. Sevdiğiniz kurabiyelerden de var,” dedi.
Lucian, bir anda neşelenerek, “Kurabiye mi!? Teşekkürler Cynthia!” dedi ve ona sarıldı.
Cynthia, şaşkınlıkla Lucian’a sarılırken, “Rica ederim efendim,” diye mırıldandı. Sarılmayı bıraktığında ise, “Lütfen dikkatli olun,” dedi, endişeli gözlerle Lucian’a bakarak.
Lucian, gözlerini hafifçe kısarak güvenle, “Olacağım,” dedi.
O sırada Arslan, faytonun penceresinden başını çıkardı ve sabırsızca bağırdı: “Flört etmeyi bırak da gidelim seni lanet olası!”
Lucian, yerdeki küçük bir taşı alıp başparmağına aura aktararak mükemmel bir hızla Arslan’ın kafasına fırlattı. Taş, Arslan’ın kafasına isabet edince acıyla geriye düştü.
Cynthia, şok içinde, “E-Efendim!” diye bağırdı.
Lucian, gülerek, “Sorun yok, bu adam bana sadakat yemini etti, yani ona istediğimi yapabilirim,” dedi, şeytani bir gülüşle.
Cynthia, endişeyle düşündü: “Bunun öyle bir şey olduğundan emin değilim…”
Lucian, gülerek ekledi: “Her neyse, gitsem iyi olur. Kendine iyi bak Cynthia, tüm kurabiyeleri yiyeceğimden emin olabilirsin!” dedi ve faytona bindi. Fayton birkaç saniye sonra hareket etmeye başladı.
Cynthia, arkalarından bağırarak, “Kendinize iyi bakın efendim!” dedi, gözleriyle faytonu uğurlarken.
Yola çıktıktan birkaç saat sonra…
Lucian, faytonda uyuklayan Arslan’a bakarak gülümseyip alaycı bir şekilde, “Bu koca adamın aslında uykucu biri olduğunu kim tahmin ederdi ki?” dedi. Arslan'ın derin uykusunun yarattığı komik görüntüye dayanamıyordu.
Serenna, hafif bir tebessümle başını salladı. “Evet, neyse ki otururken horlamıyor,” diye ekledi.
Lucian, başını iki yana sallayarak hafif bir ironiyle, “Aslında horluyor ama sesini bastırmak için ağzına dördüncü çember sessizlik büyüsü yaptım,” dedi. Sanki bu konuda ciddi bir iş yapmış gibi görünüyordu.
Serenna, şaşkınlıkla gülerek, “Bir horlamayı susturmak için 4. seviye büyü mü… Duyduğum en güçlü horlama olabilir,” dedi.
Lucian, yüzünde hafif bir travma ifadesiyle devam etti: “Elimden gelen en güçlü büyü buydu, ama bazen hâlâ horladığını duyuyor gibi hissediyorum…” Yüzündeki ifade, sanki bu durumu zihninde atlatamıyormuş gibiydi.
Serenna, Lucian’ın bu haline dayanamayıp sessizce kıkırdadı.
Lucian, biraz ciddileşerek, “Bizimle gelmek zorunda kaldığın için üzgünüm, tüm bu yolu gidip sonra geri dönmek oldukça yorucu olacaktır. Yine de bizimle olduğun için mutluyum. Teşekkürler,” dedi, Serenna’ya minnet dolu bir bakış attı.
Serenna, nazikçe gülümsedi. “Küçük kardeşimi akademiye girmeden önceki son günlerinde yalnız mı bırakacaktım? Ayrıca Rutherford Akademisi, Igrapth Krallığı’nın merkezinde sayılır, yani sizi bıraktıktan sonra oraları birkaç gün gezmeyi düşünüyorum,” dedi.
Lucian, bu fikri beğenmiş görünüyordu. “Evet, bu güzel bir fikir,” diye onayladı.
Serenna, merakla sordu: “Sınav için heyecanlı mısın?”
Lucian, hafifçe iç çekerek, “Biraz endişeliyim. Yazılı ve fiziksel sınav olmak üzere iki sınav olacak değil mi?” diye sordu.
Serenna, güven dolu bir ifadeyle, “Evet ama endişelenmen gereken bir şey yok. Oradaki çoğu kişiden daha güçlü olduğuna eminim,” dedi.
Lucian, şaşkın bir ifadeyle, “Hm? Endişelendiğim şey bu değil ki. Yazılı sınavda nasıl sorular olacak diye düşünüyordum,” diye açıkladı.
Serenna, Lucian’ın bu cevabıyla gülümseyerek başını iki yana salladı. “Yani endişelendiğin şey fiziksel sınav değil de yazılı sınav mı? Bunun için endişelensem mi yoksa sevinsem mi karar veremiyorum…” dedi, hafif bir tebessümle.
Zaman yavaşça geçti ve gece yarısı olmuştu. Lucian, sonunda yorgunluktan uyuya kalmıştı.
Arabacı, Serenna’ya dönüp, “Biraz ileride bir düzlük var, bu gece burada kamp kursak iyi olur,” dedi.
Serenna başını sallayarak onayladı: “Pekala.”
Fayton biraz daha ilerledikten sonra yavaşladı ve uygun bir düzlükte durdu. Arabacı atları durdurduğunda, Lucian sersemlemiş bir şekilde gözlerini açtı.
Lucian, esneyerek “Geldik mi?..” diye sordu. Henüz tam uyanamamış gibiydi.
Serenna, ona bakıp kıkırdayarak gülümsedi.
Lucian, uykulu gözlerle Serenna’ya bakarak, “Hm? Neden gülüyorsun? Ayrıca burası neden bu kadar sıcak?” diye sordu. Neler olduğunu fark ettiğinde artık çok geçti. Lucian ve Arslan, uykudayken birbirlerine sarılmış ve sarmaş dolaş bir şekilde uyumuşlardı.
Lucian, hızlıca Arslan’dan uzaklaştı ve ellerini dizine koyarak başını öne eğdi. Dramatik bir şekilde, “Artık hiçbir kadın benimle evlenmeyecek. Lütfen kılıcınla beni öldür, abla. Bu görüntüler kafamdayken yaşamaya devam edemem!” dedi, trajik bir ses tonuyla.
Serenna, kahkahalarla güldü. “Hahahaha, üzgünüm ama bu görüntülerle yaşamak zorundasın. Ayrıca uykunu da aldığına göre hazırlıklara yardım edebilirsin. Bu gece burada kamp yapacağız,” dedi, Lucian’ın dramatik tepkisiyle eğlenerek.
Lucian, kafasını kaşıyarak şaşkınlıkla sordu, “Kamp mı? Geç kaldığımızı sanmıştım.”
Serenna, gülümseyerek, “Atların dinlenmesi lazım, ayrıca arabacının da uyuması iyi olur. Biz de biraz dinlenmiş oluruz,” dedi.
Lucian, hala şaşkın bir şekilde Arslan’a bakarak, “Peki tüm bu gürültüye rağmen bu adam nasıl hâlâ uyanmıyor?” diye sordu, Arslan’ın derin uykusuna inanamayarak.
Serenna, ona göz kırparak, “Onu bırak da çadırları kurmamıza yardım et,” dedi.
Lucian, kararlı bir sesle, “Çadırımı bu heriften uzağa kuracağıma emin olacağım,” dedi. Suratındaki ciddi ifade, söylediklerini gerçekten yapmayı planladığını gösteriyordu.
Lucian, çadır direğini sabitlemeye devam ederken Serenna’ya bakmadan konuşmaya başladı. Gece sessizdi, yalnızca hafif bir rüzgar ağaçların yapraklarını hışırdatıyordu. Gece yarısı ormanın karanlığı kamp alanını kuşatmış, ay ışığı ince bir parlaklıkla yer yer aydınlatıyordu. Ancak bu huzur, Lucian’ın içinde bir gerginlik doğuruyordu.
“Sen de fark ettin mi?” dedi alçak bir sesle, gözlerini hâlâ yere dikmişti.
Serenna, dikkatlice etrafını gözleyerek cevap verdi: “Evet, birkaç saattir bizi takip ediyorlar.” Sesi sakin ama temkinliydi, çevreye olan dikkatini bir an bile kaybetmemişti.
Lucian, gölgeler arasında bir tehdit hissettiğini biliyordu. “Ne yapalım? Direkt saldırıya geçersek dezavantajlı bir duruma düşebiliriz,” dedi, sesinde plan yapmanın yükü vardı.
O sırada Arslan, esneyerek faytondan indi. Yarı uykulu halde Lucian’a doğru yürüdü. Gecenin soğuk havasında bile rahat görünüyor, ama bir yandan tehlikenin farkında olduğunu belli ediyordu.
Arslan, Lucian’a yaklaşırken sadece bir kelime söyledi: “Lucian.”
Lucian, Arslan’a dönüp ona bakmadan, sanki onun ne demek istediğini anlamış gibi sakin bir şekilde, “Evet farkındayız,” dedi. Gözlerinde bir parıltı vardı, sanki her an harekete geçmeye hazırdı.
Serenna, etrafı dikkatle süzdükten sonra, “Şimdilik çadırları kurmaya devam edelim, ne amaçla burada olduklarını bilmiyoruz,” diye önerdi. Sesi dikkatli ama kontrollüydü, çatışma çıkmadan durumu gözlemlemeye karar vermişti.
Lucian ve Arslan, Serenna’nın planını onaylarcasına başlarını salladılar. Sessizce ve disiplinli bir şekilde çadırları kurmaya devam ettiler. Kamp alanı ormanın derinliklerinde, büyük ağaçların gölgeleri arasında gizlenmişti. Ay ışığı, ince dalların arasından süzülerek yeryüzüne hafifçe vuruyordu. Hafif rüzgarla hareket eden dalların hışırtısı, gecenin içinde yalnızca daha da belirsizleşen bir tehlikenin varlığını hissettiriyordu.
Tüm çadırlar kurulduktan sonra, herkes sessizce kendi çadırına çekildi. Ancak bu gece, hiçbiri gerçekten rahat bir uyku çekemeyecekti. Lucian, her an tetikteydi, dışarıda onları izleyen biri olduğunu bilirken uyumak zorlaşıyordu. Saatler geçti, ormanın derinliklerinden kuşların ve küçük hayvanların geceye özgü sesleri duyuluyordu. Ay tam tepede, gökyüzünü parlak bir gümüş disk gibi aydınlatıyordu.
...
Biraz ötede, karanlığın içinde sessiz adımlarla hareket eden figürler vardı. Bir grup adam, kampın etrafında dikkatlice dolanıyordu. Gölgelere gizlenmişlerdi, ama gözleri kampın her detayını izliyordu. İçlerinden biri, nefesini tutarak liderine döndü.
“Efendim, hiçbir hareket sezmiyorum. Herkes uykuya dalmış olmalı,” dedi alçak bir sesle, kampın dinginliğinden eminmiş gibi. “Şimdi saldırmak için mükemmel bir zaman.”
Grubun lideri, ay ışığının aydınlattığı yüzünde soğuk bir ifade belirdi. Kafasını eğip emri verdi: “Pekala, hadi şu kafiri arındıralım.”
Bu sözler, karanlık ormanın sessizliğinde bir yankı gibi yayıldı. Ay ışığı altında, gölgeler bir kez daha harekete geçmek için hazırlandı. Gece derinleşirken, kamp alanı tehditlerle dolu bir sahneye dönüşmek üzereydi.