Karanlığın Ruhu Bölüm 11 - Karanlıkta Mutluluk
Bacağına, polisler tarafından sıkılan mermi ile, yerde, polislerin üstüne çullandığı yerde acılar içinde kıvranıp, bağırdı.
Kendisine göre, Teyat’a katil damgasını vuran polis, katilin çektiği acıyı umursamaz bir şekilde atarak, hızla kelepçeyi katilin yani Teyat’ın ellerine taktı.
Büyük bir hız ve acele ile polisler sekerek hızla polis arabasına doğru giden Teyat’ı polis arabasına doğru götürdüler.
Teyat’a bir süre de katil damgası vurmuşlardı.
Bunun nedeni, Teyat kulübeyi terk ettikten sonra, polislerin, iki adam tarafından kaçırılan kızları aramak için geldiği bu ormanda şans eseri henüz tam yanmamış, kül olma aşamasına bile geçmemiş olan kulübeyi görüp, kulübenin içerisine sivil varmı diye içeriye girmesi ile ve karşılaştıkları iğrenç manzara sebebi yüzünden dolayı henüz yok edilmemiş olan silah ve demir sopa yı alıp parmak izini hızla taramasıydı. Bu sebep, Teyat’ın katil damgasının vurulduğu sebepdi.
Bu nedenle polisler, bir taşla iki kuş vurmuşlardı.
•
Sinirli yüzü hakim olan polis, büyük bir kuvvet ile acımadan Teyat’ı polis arabasına doğru hızla itti.
Şuana kadar çektiği acılara rağmen, suya düştüğü amaçlara rağmen, yine de gülümsedi.
Ama umutsuzca.
Teyat, şu anda olan biteni az çok anladı.
ve yüzünde oluşan bir gülümseme ile dedi.
“Gerçekten de… Kaderin talihsiz kölesiyim.”
Polis arabasında,polisler tarafından kendisine edilen büyük ve can alıcı hakaretlerin geçtiği bir yolculuktan sonra sonunda karakola vardılar.
vardığı anda kapıda gazeteciler, muhabirler ve kalabalık bir grup insan vardı. Teyat dışarı adım attığında, bacağındaki yaradan dolayı acı içinde kalabalığa bakarken, karşılık olarak onlar da kendisine doğru nefretle bakıyorlardı.
Teyat şaşırdı ama içten içe onlarla alay ediyordu.
“Hah? Evet, hakaret ve boş konuşma sırası sizde, ha?”
İki polis memuru birden Teyat’ı kafasından yakalayıp içeriye doğru başı eğik bir şekilde götürmek üzere kapıya doğru ilerlediler.
Aniden muhabirler ve gazeteciler hep bir ağızdan konuşmaya başladı.
“Ailenizi niye vahşice katlettiniz?”
“Söylenenler doğru mu?”
“Ailenizi neden öldürdünüz? Kız kardeşinizi öldürdüğünüzde hiç suçluluk hissetmediniz mi?”
“Neden böyle iğrenç bir şey yaptınız, babanızın suçu neydi.?
Söylenen boş ve ön yargılı sözleri umursamayarak başı eğik bir şekilde, kulaklarını bu sözlere kapatmış bir şekilde ve gülümseyerek kapıya doğru yol almaya devam etti
.
Teyat her zaman önyargılı insanlardan nefret ederdi.Asıl gerçeği bilmeden çok konuşurlar ve boş konuştuklarını düşünürdü. Kim ön yargılı bir insanlar konuşmak ister ki?
Kısacası Teyat aptal insanlardan her zaman nefret etti. Ön yargılı insanlarıda bu kategoriye sokardı. Lakin bir yandan da bu insanlar kendisine avantaj sağlardı. Aptal insanları kendi yararına kullanırdı. İster görünüşüyle, ister samimi ve çekici konuşmalarıyla, insanlar her zaman Teyat’ın elinde oynardı.
Uzun süreli bir uğraş veya kısa süreli farketmez. ve inatçılık… bencillikle birlikte kendisine verilen müthiş ödüllerden birisiydi. Zekası da dahil.
ve Teyat bundan asla rahatsız olmazdı çünkü kandırdığı insanlar zeki olsalardı, bir insanı tanımadan, o insanın dış görünüşüne bakıp, yalandan uydurduğu eylemlere kanmazlardı. Teyat için şefkat ve görünüme göre yargılamak, bu anlamsız ve saçma hayat denen şeyde saçmalıktan öteydi.
Örnek olarak da insanlar en azından çoğu, yediği ve içtiği maddeleri veren doğayı yok etmeye çalışıp ister bilinçlice veya bilinçsizcene, onu kirletirlerdi. Hatalarını örtbas etmek için bahaneler uydurur ve iki yüzlü davranırlardı. Bu nedenle insanların en azından çoğunun gözleri olsa bile gerçekliği görmezler.Bu nedenle insanların kulakları olsa bile en azından çoğu gerçekleri duymak istemezdi. Kolay yolu seçip, kendi varlığının varoluşunu bile bilmeyen bir insan, T’sini bile doğdu düzgün tanımadığı varlık olan Tanrı’nın arkasına saklanıp, bütün yükü ona yüklerdi. Teyat, insanlığı en azından çoğunu dünyaya yapışan ve bakteri gibi zarar veren bir virüs olarak görüyordu.
Her gün üreyen, bakteri.
Teyat’ın insanlara karşı bakış açısı bu şekildeydi.
•
Bir süre sonra hakaretlere ve ön yargılı sorulara maruz kalan Teyat, sorular soran gruba arkasını dönerek alaycı bir gülümsemeyle baktı.
“Eh, bende sizin gibi insanım.Sadece hobilerimi insanlardan önde tutuyorum.”
Bunu duyan grup, öfkeyle Teyat’a küfredip bağırmaya başladı.
Bunu duyan polisler, Teyat’ı içeriye sokup, vahşice dövdüler.
Teyat’ın yüzü kanla kaplanmış, kıyafetleri kırmızıya boyanmıştı. Teyat’ın yüzündeki ifade, her şeyden vazgeçmiş birinin ifadesiydi.
Gülümsüyordu…
Teyat sorguya alındı ve sorgu sırasında söylediği tek şey şuydu:
“Hepsini ben öldürdüm.”
Hayır, hepsini o öldürmemişti lakin ben öldürmedim dese bile bütün cinayet malzemelerinin parmak izi kendisinki ile yuşuyordu.
Yine bir seçeneği bulunmuyordu.
Bir süre sonra mahkeme kararıyla Teyat, müeebbet hapis cezası ile hapse gönderilmesine karar verildi.
Hapishane giden yolculuğundan sonra, Teyat’ın hapishane dediği yer, sadece karanlık olan, küçük ve çelikden yapılmış kapıları olan, tekli hücrelerdi.
Büyük hakaretlerden ve dayaklardan sonra,iki polis, kendisine ait olan kapkaranlık ama küçük bir yerden sızan ışığın bulunduğu, yerde ama sadece yerde kirli yastık ve ince örtünün bulunduğu, bir insanın yaşayamayacağı hücreye soktu.
Polis, katili hücrenin içerisine sokar sokmaz, hızla kapıyı kapatıp, katile büyük hakaretler savuşturup, çelik kapıyı kapattı.
Teyat keyifliydi. Karanlıkla dolu bir hücrede olduğu için mutluydu.
O anda görevli sert bir şekilde konuştu.
“Günde bir kez tuvalete gideceksin, günde bir kez yemek yiyeceksin ve yılda bir kez avluya çıkacaksın. Burada hayatının sonuna kadar yanlız kalacaksın, katil.”
Teyat içten bir gülümseme sergiledi.
“Ben her zaman yanlızdım.”
Birden görevli öfkelendi.
“Eminim o samimi görünen gülümsemeyle öldürdüğün insanları kandırmışsındır. Burada çürü, pislik.”
ve karanlığa ait olan ruh, çoğunlukla karanlığın ele geçirdiği hücrede yanlız kaldı.
Her zaman olduğu gibi.
Teyat aydınlık alana gitmek yerine, yastık ve battaniyeyi alıp en karanlık köşeye geçti.
Teyat gülümsedi.
Huzurluydu… Huzurluydu çünkü karanlıktaydı, kendi alanındaydı.
Ama üzgündü. Şu ana kadar hiç doğru düzgün bir şekilde hayatını dolu dolu yaşamadığı için üzgündü.
Şuanda bulunduğu huzuru, derinlerde saklanmış olan üzgünlügüne ağır bastı.