Karanlığın Ruhu Bölüm 12 - Özgürlüğe Doğru Bir Adım

Küçük delikten girdiği, kapkaranlık odanın tavanında beliren küçük delikten gelen ve karanlığı delen ışığın en uzak tarafında olan, karanlık alanda oturan, neredeyse zayıflamaktan kemikleri gözüken, gözleri kısık ve mosmor olan, uzun saçı yüzünü kaplayacak şekilde ve dağınık bir şekilde olan, üzerinde kendisine örttüğü yırtık ve çürümüş olan örtünün altında bir mahkum, dik dik karanlığa doğru bakmaya devam etti

Teyat derin bir iç çekti.

“Ah hadi ama, bugünde ölmedim. Bekleyenim var… lanet olsun.”

Kısık, yorgun ve soğuk sesi ile umutsuzca bu kelimeleri söyleyerek çürümekten yünleri gözüken yastığını olduğu yerde uzanacak bir şekilde yere koyup, ayarlayıp, yere yattı. Üstüne yine aynı şekilde çürümüş olan örtüsünü örttü.

Karanlıkta gözükmüyordu. Sanki karanlık onu içine çekmişti. Resmen bir gölge gibiydi. Ya da daha fazlası?

Tam uykuya dalacakken aniden kapı sert bir şekilde çelik kapıya birisi vurdu.

“Ha? Bugünde ölmemişsin, ölme. Tanrının Adaleti işte. Bu dünyada da eziyet çekip, öbür dünyada da eziyet çekeceksin! Sakın öleyim deme!”

Teyat’ın kısık ve soğuk sesi,umursamaz bir Şekilde çıktı.

“Kapa çeneni.”

Gardiyan aniden öfkeyle patladı.

“Kapa çeneni ha?.. Senin için yemek yok, aşağılık katil! Açlıktan geber pislik!”

Bir anda kendisine edilen umursamaz kelimeye karşı çıkışan gardiyan öfke patlaması geçirdi.

Teyat alaycı bir tonla cevap verdi.

“Kes sesini ve yemeğimi ver.”

Aynı şekilde yine umursamazlıkla ağzından bu kelimeler çıktı.

Gardiyan, müdürünün emir ile bu katili yaşaması için gereken ne varsa minimum derecede yapmasını emrettiği için, istesede istemesede o yemeği vermesi lazımdı. Bu nedenle çaresizlikle ve öfke ile lanet okuyarak bir yemek tepsisini çelik kapının altından atıp, içeriye attı.

Teyat, hâlâ delirmediği için aklı yerindeydi. Alaycı bir tavırla şunları dedi.

“Aferin, şimdi git.”

Gardiyan, küfrederek kapıya vurup gitti.

Teyat, yemeğini almak için aniden ayağa kalkıp yemek tepsisine doğru yürüdü.

Tepsiyi,kemikleri gözüken elleri ile yerden aldı ve her zamanki karanlık köşesine doğru dengesizcene yürüyerek gitti.

Teyat bağdaş kurarak yerde oturdu ve kirli yastığını kucağına koydu.

Tepsiyi yastığın üzerine yerleştirdi ve hiç düşünmeden neredeyse küflü denilecek kadar olan ekmek parçasını umursamaz bir tavırla ısırdı.

Küflü olması onun için sorun değildi, ne de olsa bu ekmekten binlercesini midesine indirmişti.

Yemek tabağında bir çiğ et vardı. Çiğ eti görünce biraz şaşırdı, çünkü her zaman geriye kalan artıkları yerdi.Ama çiğ et yemek onun için büyük bir mesele değildi. Eskiden bazen günlerce aç kaldığında, ormanda bir tavşan ya da kuş yakalayıp, belirli parçalarını kesip çiğ yerdi.

Çiğ etten de büyük bir ısırık aldı.

Çiğ et çiğ etti; farklı bir şey yoktu.

Yemek tabağındaki her şeyi bitirdikten sonra, Tanrıya şükredip, yemeğini hücrenin kapısına doğru attı.

Kafasını karanlıktan gözükmeyen duvara doğru yasladı ve birden, Teyat’ın yüzünde silik bir gülümseme belirdi.

ve mıkırdaması acınası gülümsemesinin ardından çıktı. Sessizce ve kısık sesi ile bir kahkaha çıktı.

Lakin bu kısık kahkahanın içinde bir duygu da belirdi. Hüzün.

Kahkaha atma sebebi, ağlamasıydı.

Neden ağladığını bilmiyordu, neden güldüğünü de bilmiyordu.

Gülerken ağlıyordu.

Kendisi bile şu anda niye ağladığının ve güldüğünün farkında değildi.

Teyat, bugün, her zamanki gibi, yemeğini gülerek ve ağlayarak bitirdi.

“Bu gerçekten çok can sıkıcı.”

Teyat’ın bu hücreye kapatılmasının üzerinden tam tamına 2 yıl geçti.

Teyat’ın saçları uzamıştı ve onları dişleriyle örtüsünü kesip bağladığı bir bez parçasıyla tutturmuştu.

Gözleri karanlığa alışmıştı. Arada sırada, küçük pencereden gelen ışığa bakıyordu.

Bu iki yıl boyunca, Teyat akıl sağlığını korumayı başarmıştı. Delirmemişti, ama psikolojisi parçalanmıştı. Sadece sıkıntıdan duvarlara kendi kanıyla yazdığı şeyler bile bunun bir kanıtıydı.

Teyat’ın yüzü hayalet gibi solgunlaşmıştı. Gözlerindeki kahverengi renk solmuştu. Gözleri soğuk ve neredeyse kapalıydı, kısık bir şekilde bakıyordu.

Aniden kapı açıldı ve altı kaslı adam içeri girdi.

Teyat güldü.

“Uzun zaman oldu dayak yemeyeli.”

Bunlar VIP mahkumlardı.

Samimi bir gülümseme yaptı.

“Hoş geldin, Bay Dayak—”

Sözleri, ağzına gelen hızlı bir yumrukla kesildi.

Altı adam birden Teyat’ın üzerine çullandı.Mahkumlara özel olan ayda bir kez olan dayak festivali sırası katildeydi.Teyat acı içinde yerde bağırmaya başladı ve gülmeye.

Bir süre sonra uzun ve feci bir dayağın ardından adamlar gittiler.

Teyat, acı içinde kıvranarak yerde yatıyordu, kıvrılmış bir halde elini karnına götürerek, acılar içinde inliyordu.

Yüzünde kanlar akmaya devam edip yere doğru yavaşça süzüldüler.Gülümsemesi hayla yüzündeydi.

“Lanet olsun,ben kaç kere diyecem, öldüresiye dövün diye.Artık bu saçma işkenceden yoruldum.Lanet olsun.”

Kendisini duvara yaslattı.

ve Teyat ağlayarak gülmeye devam etti.

Bir süre kanlar içerisinde uyuduktan sonra Teyat, hapishanede duyduğu acil durum alarmının sesiyle aniden uyandı.

Neler olduğunu anlamadan önce, kapıya gidip ne olup bittiğini anlamaya çalıştı.

Tabii ki, küçük metal parmaklıklardan görebildiği tek şey önünde dümdüz beyaz bir duvardı.

Parmaklıklar küçüktü ve kalındı, bu yüzden başka bir şey göremiyordu.

O anda sol tarafından hızla açılan kapıların ve insanların bağırışlarını duydu.

Acı dolu çığlıklar, silah sesleri ve büyük bir grubun aceleyle attığı adımların sesini duydu.

Aniden, kendi kıyafetinin aynısını giyen yani mahkum kıyafetini giyen mahkûmların hızla sağa doğru geçtiğini,koşuşturduğunu gördü.

Teyat, ne olduğunu anlamadan paniğe kapıldı.

Sonra birden yakınındaki kapıların açılma sesini duydu.

Teyat,neler olup bittiğini bilmediği için, hücrenin kapısından uzaklaştı.

Aniden, Teyat’ın hücresinin kapısını biri açtı.

Tıpkı onun gibi aynı kıyafetleri giyen siyah ten rengine sahip bir mahkûmdu.

“Hey dostum, merhaba. Sana özgürlüğü vadediyorum, hadi birlikte gidelim bu yerden.

Siyah adam samimi bir şekilde gülümseyerek kendisine şaşkınlıkla bakan mahkum arkadaşına doğru özgürlük adına elini uzatti. Teyat ne olduğunu kavrayamadı.

‘Ha?’

Bir saat önce vahşice dövülmüş, sonra çılgınca duygular yaşamış, ardından uyumuştu ve şimdi siyah bir adam ona özgürlüğünü teklif ediyordu.

‘Hayat cidden hızlı davranan bir canavar.’

Adam, Teyat’ın şaşkın halini görünce birden onu kolundan tuttu.

“Şimdi kafanı karıştırma zamanı değil, adamım; sonunda özgürlüğümüzü kazanıyoruz!”

Teyat, koridorda kendi gibi giyinmiş diğer adamların önünden ileriye doğru koştuğunu gördü.

Teyat’ın şaşkın ifadesi birden yerini koca bir sırıtışa bıraktı.

“Özgürlük… Sonunda. Teşekkür ederim.”

Siyah adam Teyat’a bakıp samimi bir şekilde gülümsedi.

“Ne demek dostum.”

Sonra aniden ileriden silah sesleri duyuldu.

Teyat, silah seslerinin geldiği yöne baktığında, mahkûmların teker teker vurulduğunu gördü.

‘Ha?’

Bütün mahkûmlar teker teker vuruluyordu.

Ateş eden, onu iki yıldır bakan ve kendisine türlü türlü işkencelere maruz bırakan gardiyandı.

Gardiyanın yüzü kanla kaplıydı, endişeli bir şekilde mahkûmları acımasızca vurmaya devam etti…

Novel Türk Discord'una Katıl
Bir hata mı var? Şimdi bildir! Novel Türk'e destek ol!
Yorumlar

Yorumlar