Tanrıların Laneti Bölüm 4 - Şafak Vakti

NOT: Argent Krallığı'nda, haftanın her günü için özel bir isim vardı. Her bir gün, krallığın tarihindeki önemli olaylar ve figürlerle ilişkilendirilmişti. İşte bu günlerin isimleri:

  • Günışığı Günü: Haftanın ilk günü, yeni başlangıçları ve umudu simgeliyordu. Bu gün, krallığın kuruluşunu anmak için adanmıştı.
  • Yıldızışığı Günü: Haftanın ikinci günü, krallığın en parlak dönemlerini ve başarılarını hatırlatıyordu.
  • Rüzgar Günü: Haftanın üçüncü günü, değişimin ve yeniliğin simgesiydi. Yeni fikirler ve projeler için ideal bir gün olarak kabul edilirdi.
  • Su Günü: Haftanın dördüncü günü, huzur ve dinginlikle ilişkilendirilirdi. İnsanlar bu günü dinlenme ve içsel dengeyi bulma günü olarak görürdü.
  • Ateş Günü: Haftanın beşinci günü, enerji ve tutku doluydu. İnsanlar bu günü, güçlü duygular ve kararlılık için ayırırdı.
  • Toprak Günü: Haftanın altıncı günü, dayanıklılık ve sabırla ilişkilendirilirdi. Krallığın sağlam temellerini simgeliyordu.
  • Gökyüzü Günü: Haftanın son günü, özgürlüğü ve sınırsızlığı temsil ederdi. Bu gün, ruhun ve aklın serbest bırakıldığı bir gün olarak kutlanırdı.

"En karanlık an, şafaktan önceki andır."

Thomas Fuller

Güzel bir uykunun ardından gözlerimi açtığımda, odama dolan hafif bir serinlik hissettim. Güneş doğmak üzereydi ve gökyüzü, altın sarısı ve pembe tonlarına bürünmüştü. Penceremden dışarıya baktığımda, sabahın erken saatlerindeki serin hava yüzüme çarptı.

Taze çimen kokusu ve hafif bir esintiyle dolu bu sabah, benim için huzur vericiydi.Serinlik, uykunun ağırlığını üzerimden atmamı sağladı. Yatakta daha fazla oyalanmadan hemen yerimden zıpladım ve pencereye doğru ilerledim.

Gökyüzü, yeni bir günü müjdeleyen ilk ışıklarla doluydu. Uzaklarda, ağaçların arasından hafif bir sis yükseliyordu. Kuşların cıvıltıları, sabahın sessizliğini tatlı bir melodiyle dolduruyordu.

Havanın ferahlatıcı soğukluğu, içimi enerjiyle doldurdu. Bugünün, Günışığı Günü olduğunu hatırladım. Haftanın bu ilk günü, yeni başlangıçları ve umudu simgeliyordu.

Krallığın kuruluşunu anmak için adanmış olan bu gün, bana yeni fırsatlar ve maceralar getirecekti.

Günışığı Günü'nün benim için ayrı bir önemi vardı. Saraya her dört haftada bir, tam da bu gün, büyük bir ikmal yapılırdı.

İkmal günleri, sarayın korumaları ve hizmetçileri arasında bir telaş yaratırdı. Bu yoğunluk benim için eşsiz bir fırsattı; saraydan kaçmak ve biraz olsun özgürlük hissetmek için.

Bugün de, her ikmal gününde olduğu gibi, kaçış planımı uygulayacaktım. Saraydan çıkmak benim için büyük bir anlam taşıyordu.

Bu kaçışlar, sarayın duvarlarının ötesinde beni bekleyen özgürlüğü ve arkadaşlarımı görme fırsatını temsil ediyordu. En yakın köy olan Brookshire'a gitmek, orada beni

bekleyen en yakın arkadaşlarım Jacob ve Elara ile buluşmak, her şeyden uzaklaşmak

için dört gözle beklediğim bir andı.

İkmal günleri, sarayın kalabalıklığı ve karmaşası arasında kaybolmamı sağlıyordu. Koruma ve hizmetçileri atlatmak, benim için bir oyun haline gelmişti.

Her detayını titizlikle planladığım bu kaçışlar, beni sarayın boğucu atmosferinden uzaklaştırıyordu.

Brookshire köyü, saraya çok uzak değildi ama yeterince uzak olduğu için özgürlüğün tadını çıkarabileceğim bir yerdi.

Bugün de, bu değerli arkadaşlarımla buluşacağım için içimde büyük bir heyecan vardı.

Hızla giyinip, sarayın ikmal hazırlıkları sırasında dikkat çekmeden çıkış planımı uygulamaya başladım.

Sarayın arka koridorlarından geçerek, neredeyse hiç kullanılmayan bir kapıya ulaştım.

Bu kapıdan çıktığımda, serin sabah havası bir kez daha yüzüme çarptı ve içimdeki heyecan iyice arttı.

Brookshire'a doğru yürürken, güneş yavaş yavaş yükseliyor ve gökyüzü tamamen aydınlanıyordu. Köye vardığımda, Jacob ve Elara beni her zamanki buluşma noktamızda bekliyor olacaklardı.

Buluşma noktamız, köyün dışında, ağaçlarla çevrili küçük bir göletin yanındaydı. Bu gölet, suyun yüzeyinde parlayan ilk güneş ışıklarıyla büyüleyici bir güzellik sergiliyordu.

Etrafı çiçeklerle dolu olan bu yer, huzurun ve dostluğun simgesiydi bizim için.

Her buluşmamızda, göletin kenarındaki büyük çınar ağacının altında toplanırdık. Göletin yüzeyinde dans eden ışık oyunları, sabahın erken saatlerinde büyüleyici bir manzara sunardı. Kuşlar, dallarda cıvıldaşarak sabahı selamlardı.

Çınar ağacının gölgesi altında otururken, suyun huzur verici sesiyle dertlerimizi unutur, sadece o anın tadını çıkarırdık.

Jacob, orta boylu, kaslı ve enerjik bir yapıya sahipti. Kahverengi saçları her zaman dağınıktı ve yeşil gözleri canlı bir ışıkla parlıyordu.

Her zaman gülümseyen yüzü, cesaret ve güven veriyordu. Elara ise uzun boylu, zarif ve neşeli bir kızdı. Uzun, dalgalı sarı saçları, sabah güneşinin altında altın gibi parlıyordu. Mavi gözleri, derin bir bilgelik ve anlayışla doluydu. Her zaman neşeli ve enerjik hali, etrafındaki herkesi mutlu ederdi.

Jacob ve Elara ile birlikte olmak, bana huzur ve mutluluk veriyordu. Bu kaçışlar, benim için sadece bir nefes alma molası değil, gerçek dünyayı ve gerçek dostluğu keşfetmekti.

Bu anların değeri, benim için paha biçilemezdi.

Göletin kenarına vardığımda, Jacob ve Elara'nın uzaktan gelen neşeli sesleri, içimdeki heyecanı daha da artırdı. Onları görmek için adımlarımı hızlandırdım. Çınar ağacının altında oturmuş, beni bekliyorlardı.

Jacob, her zamanki gibi canlı ve enerjik görünüyordu. Elara'nın gülümsemesi ise sabah güneşinden bile daha parlaktı.

Onlara yaklaştığımda, her zamanki sıcak karşılamalarıyla beni kucakladılar. Jacob, omzuma dostça bir şaplak attı ve "Sonunda geldin, Demon! Bizi merakta bıraktın," dedi, gözlerinde muzur bir parıltıyla. Elara ise neşeyle, "Günışığı Günü'nün tadını çıkarmak için sabırsızlanıyorduk," diye ekledi. "Her zamanki gibi saraydan kaçmak için güzel bir fırsattı," dedim, gülerek. "Sizleri görmek her zaman beni mutlu ediyor."

Jacob, merakla bana baktı. "Sarayda neler oluyor? Yine aynı sıkıcı rutin mi?"

Başımı salladım. "Evet, aynı. Ama bu ikmal günleri bana kaçış için mükemmel bir fırsat

sunuyor."

Elara, gözlerinde merakla sordu. "Bugün nasıl kaçmayı başardın? Bize tüm detayları anlatmalısın."


Gülerek, kaçış planımı ve yaşadıklarımı detaylarıyla anlattım. Her ikisi de dikkatle dinliyor, zaman zaman kahkahalarla gülüyordu. Jacob, "Sen tam bir kaçış ustasısın,

Demon," dedi hayranlıkla.

Elara ise esprili bir şekilde, "Belki de bir gün seni yakalayıp saraya geri götürmek zorunda kalacağız," dedi, göz kırparak.

Jacob ve Elara ile birlikte geçirdiğim zamanlar, saray hayatının getirdiği yüklerden kurtulmamı sağlıyordu. Jacob, cesur ve sadık bir dosttu. Elara ise zeki ve neşeli bir kızdı. Onlarla birlikteyken, gerçek benliğimi buluyordum. Bu anların değeri, benim için paha biçilemezdi.

Saatlerce konuştuk, gülüştük ve birbirimize sarıldık. Brookshire'daki hayatlarını, köyde olan bitenleri anlattılar. Jacob, köyün yeni yapılan fırınından bahsederken, Elara da köydeki çocukların yeni oyunlarını anlattı. Saray hayatını ve bugün nasıl kaçtığımı anlattım. Her kelimem, onları daha da neşelendirdi.

Jacob, geniş bir gülümsemeyle "Demek yine sarayın duvarlarından kaçmayı başardın,

ha?" dedi. "Bir gün seni yakalayacaklar diye korkuyorum."

Elara, Jacob'un sözlerine ekleyerek "Evet, her zamanki gibi ne kadar cesur olduğunu göstermişsin. Ama bir gün o duvarların dışına tamamen çıkabileceksin, biliyorum," dedi ve bana yüreklendirici bir bakış attı.

Gözlerim Elara'ya döndü, yüzünde her zamanki alaycı gülümsemesi vardı. "Tabii ki başaracağım," dedim kendime güvenerek. "O gün geldiğinde, belki seni bile yanımda götürürüm."

Elara, gülerek "Ben mi? Seninle mi? Ben seni taşırım belki de! Sonuçta boyum bile senden uzun," dedi ve kahkaha attı.

Jacob da gülmeye başladı, "Evet Demon, Elara'nın boyu konusunda pek bir şey yapamazsın."

Elara, bana göz kırparak "Ama şaka bir yana, gerçekten harika bir iş çıkardın. Her zaman olduğu gibi cesaretin ve zekan sayesinde," dedi.

Jacob, aniden karnını tutarak "Açlıktan ölüyorum," dedi. "Ne dersiniz, köyün yeni

lokantasına gidelim mi? Fırın ürünleri gerçekten harika."

Elara, kaşlarını kaldırarak "Evet, kesinlikle! Fakat önce bir yarış yapalım. Bakalım kim önce oraya varacak?" dedikten sonra ani bir hareketle koşmaya başladı. "Hadi, yakalayın beni!"

Jacob, şaşkın bir şekilde "Hey, bu haksızlık!" diye bağırdı ve hemen peşine düştü.

Ben de hızla koşmaya başladım, kalbim heyecanla atıyordu. "Bizi kandırdı, ama onu yakalayacağız!" dedim, Jacob'a dönerek.

Elara, kahkahalar atarak önümüzde koşuyordu. "Daha hızlı koşmalısınız! Yoksa yemeği ben seçerim!" diye seslendi arkasına bakarak.

Jacob, nefes nefese "Onu yakalayacağız, merak etme!" dedi ve hızını artırdı.

Ağaçların arasından geçerken, güneşin ışıkları yaprakların arasından süzülüyordu.

Elara, çevik hareketlerle ağaçların arasından sıyrılıyor, Jacob ve ben onu yakalamak için tüm gücümüzle koşuyorduk.

Elara, bir an için durdu ve arkasına dönerek "Yaklaşamadınız bile!" dedi alaycı bir sesle, sonra tekrar koşmaya başladı.

Jacob, gülerek "Bu kadar kolay pes etmeyiz!" dedi ve hızlandı.

Sonunda, Elara'yı yakaladık ve hep birlikte kahkahalar atarak köyün lokantasına doğru ilerledik. Elara, yenilmiş bir halde "Tamam, tamam, kabul ediyorum. Hızlısınız!" dedi.

Lokantaya vardığımızda, hepimiz nefes nefeseydik ama mutluyduk. Lokantanın kapısından içeri girdiğimizde, taze ekmek ve yemek kokuları bizi karşıladı. İçerideki sıcak atmosfer, sabahın serinliğini unutturmuştu. Jacob, masaya otururken "Bu gerçekten iyi bir fikirdi. Hadi bakalım, ne yiyeceğiz?" dedi. Elara, masaya yerleşirken "Ben her zaman olduğu gibi peynirli ekmek istiyorum," dedi gülerek.

Ben de, menüyü incelerken "Bugün her şey harika görünüyor. Sanırım ben de etli bir şeyler alacağım," dedim. Yemeklerimizi sipariş ettikten sonra, masaya yayıldık ve sohbete devam ettik. Elara, Jacob'a dönerek "Demona söylediklerimizden bahsetmedik," dedi.

Jacob, gülümseyerek "Ah evet, doğru. Demon, köyde yeni bir festival düzenlenecek. Gece boyunca danslar, müzik ve çeşitli oyunlar olacak. Senin de gelmeni istiyoruz," dedi. Elara, heyecanla "Evet, kesinlikle gelmelisin. Çok eğlenceli olacak ve hep birlikte harika zaman geçireceğiz," dedi. Ancak içimde bir endişe vardı. "Sizlerle birlikte kalmak isterdim ama saraya çok geç dönersem, fark ederler ve kaçtığımı düşünüp aramaya koyulurlar. Bu olay babamın kulağına giderse, kötü olabilir," dedim, sesimdeki ciddiyeti gizlemeye çalışarak. Jacob ve Elara, birbirlerine bakarak yüzlerinde beliren somurtkan ifadeyi gizleyemediler.

Ancak hemen ardından gülümseyerek, "Ama bir seferlikten bir şey olmaz," diye ekledim.

Bu sözlerim üzerine yüzleri yeniden neşeyle parladı.

Yemeklerimiz gelirken, lokanta sahibi yanımıza yaklaştı. Orta yaşlı, sıcakkanlı bir adamdı. Kıvırcık kahverengi saçları ve kocaman gülümsemesiyle içten bir selam verdi. "Merhaba gençler, bugün sizleri burada görmek ne güzel. Benim adım Harold. İlk defa mı geliyorsunuz?"

Elara, gülümseyerek cevap verdi. "Evet Harold Amca, arkadaşımız Demon'u tanıştırmak istedik. Bu da Demon."

Harold, beni inceleyerek elini uzattı. "Hoş geldin Demon. Umarım burada güzel vakit

geçirirsin."

Elini sıkarak "Teşekkür ederim Harold Amca. Şu ana kadar her şey harika görünüyor," dedim.

Harold, başını sallayarak "Yemeklerimiz de en az atmosferimiz kadar güzel. Umarım beğenirsiniz," dedi ve masadan ayrıldı. Yemeklerimizi yerken, Jacob ve Elara tekrar sohbete başladılar. Elara, kaşlarını kaldırarak "Demek babanın kızacağını düşünüyorsun. Ama bu festival gerçekten çok özel. Köyümüz için büyük bir anlam taşıyor," dedi.

Jacob, hemen söze girdi. "Evet, festivalin adı 'Güneşin Doğuşu Festivali'. Her yıl, ilkbaharın gelişini kutlamak için düzenlenir. Köy halkı, bu festivalle doğanın uyanışını ve yeni başlangıçları kutlar."

Elara, devam etti. "Festival, köy için bir umut kaynağıdır. Yeni başlangıçlar, dostluklar ve mutluluklar getirdiğine inanılır. Akşam boyunca dans eder, şarkılar söyler ve çeşitli oyunlar oynarız. Bu yıl, festivalde bazı yeni oyunlar ve etkinlikler de olacak."

Jacob, gülerek "Gece boyunca sürecek olan danslar ve müzikler gerçekten muhteşem. Ayrıca, bu yıl köyde yeni çocuklar da var. Onlar da festivale katılacaklar. Herkes bir araya gelir ve birlik içinde eğleniriz," dedi.

Elara, içten bir gülümsemeyle "Demon, bu festivali kaçırmamalısın. Senin için de harika bir deneyim olacak. Hem, baban seni bir gece dışarıda kaldın diye hemen fark etmeyebilir. Saraya döndüğünde her şey yolunda görünebilir," dedi.

Yemeklerimizi yavaş yavaş bitirirken, Harold masamıza tekrar yaklaştı. "Her şey yolunda mı gençler? Yemeklerden memnun musunuz?" diye sordu.

Jacob, büyük bir gülümsemeyle "Yemekler harika, Harold Amca. Çok teşekkür ederiz," dedi.

Harold, başını sallayarak "Afiyet olsun. Eğer başka bir isteğiniz olursa, bana haber verin," dedi ve tekrar mutfağa yöneldi.

Ben, Harold'un arkasından bakarken "Ne kadar hoş bir adam. Yemekler gerçekten de

çok güzel," dedim.

Elara, başını sallayarak "Evet, Harold Amca köyümüzün en iyilerindendir. Her zaman sıcakkanlı ve yardımseverdir," dedi.

Jacob, gülerek "Demon, festivalde Harold Amca'nın da özel olarak hazırladığı tatlıları denemelisin. Gerçekten bir harikadır," dedi.

Ben, bu düşünceyle heyecanlandım. "Kesinlikle denemek isterim. Festival için sabırsızlanıyorum," dedim.

Elara, neşeyle "O halde bu gece hep birlikte eğleneceğiz. Yeni dostluklar kuracak, harika anılar biriktireceğiz," dedi.

Jacob, Elara'ya bakarak "Demon'u böyle özel bir güne davet ettiğimiz için çok mutluyum. Umarım bu festival, onun için de unutulmaz olur," dedi.

Elara, gözleri parlayarak "Kesinlikle öyle olacak. Hep birlikte geçireceğimiz bu zaman, dostluğumuzu daha da pekiştirecek," dedi.

Yemeklerimizi bitirip lokantadan ayrılırken, Harold'a tekrar teşekkür ettik. Köyün sokaklarında yürüyerek, festivalin hazırlıklarının yapıldığı alana doğru ilerledik. Hava yavaş yavaş kararıyor ve etrafı renkli ışıklar aydınlatıyordu. Festival alanı, çiçeklerle ve fenerlerle süslenmişti. Her yerden müzik sesleri yükseliyordu ve insanlar yavaş yavaş toplanıyordu.

Jacob, etrafı işaret ederek "Bak Demon, bu festival gerçekten de muhteşem olacak,"

dedi.

Elara, gülümseyerek "Bu geceyi unutulmaz kılmak için elimizden geleni yapacağız," dedi.

Festival alanına yaklaşırken, içimde büyük bir heyecan vardı. Bu gece, köy halkıyla birlikte dans edecek, şarkılar söyleyecek ve dostlarımla harika anılar biriktirecektim.

Sarayın sıkıcı ve kısıtlayıcı atmosferinden uzak, özgürlüğün ve dostluğun tadını çıkaracağım bu anlar, benim için gerçekten de paha biçilmezdi.

Köy halkı yavaş yavaş toplanırken, festival alanında büyük bir heyecan ve coşku vardı. Herkesin gözlerinde mutluluğun ve birlikteliğin parıltısı vardı. Çocuklar koşturuyor, gençler neşeyle gülüşüyor ve yaşlılar birbirlerine eski festivallerin anılarını anlatıyordu.

Hava, çiçeklerin ve taze pişmiş yiyeceklerin kokusuyla doluydu.

Köy halkının reisi, geniş bir kürsüye çıktı ve ellerini kaldırarak kalabalığı selamladı. Uzun, beyaz saçları ve sakalıyla bilge bir görünümü vardı. Sesi güçlü ve etkileyiciydi. "Sevgili

Dostlarım, bir kez daha Güneşin Doğuşu Festivali'nde bir araya geldik!" diye başladı.

"Bu festival, köyümüz için sadece bir eğlence değil, aynı zamanda bir birlik ve dayanışma sembolüdür. Yeni bir başlangıcın, doğanın uyanışının ve umutlarımızın yeşerdiği bu gün, hepimiz için çok özel."

Halk büyük bir coşkuyla alkışladı. Reis, konuşmasına devam etti. "Bu yıl, festivalimizde bazı yenilikler olacak. Öncelikle, bu akşam büyük bir dans gösterisi izleyeceğiz. Ayrıca, köyümüzün gençleri için özel oyunlar ve yarışmalar düzenlenecek. Hep birlikte şarkılar söyleyip dans edeceğiz. Yemeklerimiz ve içeceklerimiz de yine özenle hazırlandı."

Alkışlar ve tezahüratlar arasında reis, "Şimdi hep birlikte bu özel günü kutlamaya başlayalım!" diyerek konuşmasını bitirdi. Kalabalık coşkuyla alkışladı ve festival resmen başlamış oldu.

Elara, Jacob ve ben, festival alanında dolaşmaya başladık. Etrafımızda renkli ışıklar ve süslemelerle dolu standlar, lezzetli yemekler ve çeşitli oyunlar vardı. Her köşede farklı bir heyecan, farklı bir eğlence vardı. Yaşıtlarımızla tanıştık, onlarla sohbet ettik ve yeni arkadaşlıklar kurduk.


Bir standın önünde durduk ve Elara, "Hadi, bu standdaki yemekleri deneyelim. Bu festivalde her yıl yeni tarifler denerler," dedi.

Jacob, gözleri parlayarak "Evet, kesinlikle! Bak, burada 'Güneşin Işıltısı' adında bir tatlı var. Bal, badem ve incirle yapılıyor. Hem tatlı hem de enerji verici," dedi.

Elara, başka bir standı işaret ederek "Şu da 'Ayın Parıltısı'. Beyaz çikolata, hindistancevizi ve vanilyayla yapılan muhteşem bir tatlı," dedi.

Tatlıları denerken, Elara ve Jacob’ın anlattığı bu detaylar, festivale olan hayranlığımı daha da artırdı. "Gerçekten harika görünüyorlar. Bu kadar çeşitli ve lezzetli şeyler tatmamıştım," dedim.

Jacob, gülerek "Bu sadece başlangıç. Festivalin tadını çıkarmak için daha birçok şey

var," dedi.

O sırada yanımıza genç bir kız geldi. Uzun, dalgalı kahverengi saçları ve kocaman, samimi bir gülümsemesi vardı. "Merhaba, ben Lily. Sizi daha önce burada

görmemiştim," dedi.

Jacob, hemen tanıtmak için atıldı. "Merhaba Lily, ben Jacob. Bu da arkadaşlarım Elara

ve Demon," dedi.

Lily, nazikçe gülümseyerek "Memnun oldum. Festivalde eğleniyor musunuz?" diye sordu.

Elara, neşeyle "Evet, çok eğleniyoruz. Demon, saraydan kaçıp buraya geldi. Bu onun için yeni bir deneyim," dedi.

Lily, merakla bana baktı. "Saraydan mı? Vay canına, gerçekten ilginç olmalı. Umarım burayı beğenirsin," dedi. Jacob, Lily ile konuşurken gözlerinde bir parıltı vardı. Lily de ona ilgiyle bakıyordu.

Bir süre sohbet ettikten sonra, Lily aniden "Jacob, benimle dans eder misin?" diye sordu.

Jacob, Elara ve bana baktı. Biz de gülümseyerek başımızı salladık. "Git, eğlen Jacob,"

dedim.

Elara, gülerek "Evet, git ve dans et. Lily iyi bir dans partneri gibi görünüyor," dedi.

Jacob, sevinçle Lily'nin elini tutup dans alanına doğru ilerledi. "Tamam, öyleyse. Hadi

dans edelim," dedi.

Elara ve ben, Jacob'un dans ederken ki neşesini izlerken, biz de festivalin geri kalanını keşfetmeye karar verdik. Elara, "Hadi, biraz daha dolaşalım. Belki başka ilginç şeyler de buluruz," dedi.

Festivalin tadını çıkararak, köyün sıcak ve samimi atmosferinde yeni anılar biriktirdik.

Bu gece, gerçekten de unutulmaz olacaktı

Elara ve ben, festivalin kalanını keşfetmeye kararlıydık. Kalabalığın arasından geçerken etraftaki çeşitli etkinlikler dikkatimizi çekti. İlk olarak halat çekme yarışmasına katıldık. Elara çevikliği ve güçlü kollarıyla dikkat çekiyordu. İki tarafın da bütün gücüyle çekiştiği yarışmada, Elara ve ben takım olarak galip geldik. Gülüşler ve tezahüratlar arasında zaferimizi kutladık.

Ardından bir atlama ipi yarışması gördük. Elara ipi hızla çevirirken ben de hızla atlamaya başladım. Nefes nefese ama neşeyle doluyduk. Diğer yarışmacılarla birlikte atladık, her adımda daha da hızlanarak. Elara’nın kahkahaları festivalin sesine karışıyordu,

etrafımızdaki insanlar da bize katılarak neşeli bir kalabalık oluşturdu.

Bir köşede, renkli hedeflerle dolu bir sapan atma oyunu gördük. Tezgahın önünde duran parlak ödüller arasında en dikkat çekici olanı, göz alıcı taşlarla süslenmiş zarif bir kolyeydi. Işığın altında adeta parlıyor, göz alıcı ve büyüleyici bir şekilde duruyordu.

Elara'nın gözleri kolyeye takıldı. "Bu kolye gerçekten çok güzel," dedi heyecanla. "Oynamalıyım ve onu kazanmalıyım."

Hedeflere doğru ilerledik. Elara, sapanı eline alıp birkaç deneme yaptı. Her seferinde biraz daha dikkatli nişan alıyordu ama hedefi vurmak kolay değildi. Her başarısız

denemesinde yüzündeki ifade değişiyor, neşesi yerini hırsa ve ardından hayal kırıklığına bırakıyordu. Son denemesinde de başarısız olunca, sinirle sapanı tezgâha bıraktı ve üzgün bir halde uzaklaştı.

Onun peşinden gitmek istedim ama Elara arkasına bile bakmadan yürüdü. Onun üzülmesine dayanamadım. Gizlice oyuna katıldım ve sapanı elime aldım. Birkaç derin

nefes aldıktan sonra dikkatle nişan aldım. Bir atışta hedefi vurup kolyeyi kazandım.

Kolyeyi alıp kıyafetime gizledim ve Elara'nın peşinden gittim.

Elara'nın yanına vardığımda, gözleri hala üzgün ve düşünceliydi. "Neredeydin?" diye sordu, sesi biraz kırgındı.

"Gidip bir şeyler içtim," diye yanıtladım, gerçeği saklayarak. "Seni yalnız bırakmak

istemedim."

Elara derin bir nefes aldı. "Canım çok sıkkın, Demon. Göl kenarına gitmek istiyorum.

Orada biraz sakinleşebilirim."

"Elbette, gidelim," dedim, ona anlayışla yaklaşarak. Beraber festival alanından uzaklaşıp köyün dışındaki göl kenarına doğru yürüdük.

Göl kenarına vardığımızda, sessizlik ve doğanın huzuru bizi karşıladı. Ay ışığı, suyun yüzeyinde nazikçe parlıyordu. Elara, suyun kenarına oturup dizlerini karnına çekti.

Ben de onun yanına oturdum. Sessizlik içinde bir süre oturduk, ardından Elara derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı.

"Her şeyin bu kadar zor olması gerekmiyor, değil mi?" diye mırıldandı, suyun yüzeyine

bakarak.

"Hayat her zaman kolay değil, Elara," dedim, onun omzuna hafifçe dokunarak. "Ama senin gibi güçlü biri için hiçbir şey imkânsız değil."

Elara hafifçe gülümsedi ve bana döndü. "Bazen her şey çok karmaşık geliyor. Basit bir

oyun bile..."

"Elara," dedim, cebimden kolyeyi çıkararak. "Bunu senin için kazandım."

Elara'nın gözleri şaşkınlık ve mutlulukla parladı. "Demon, bunu gerçekten benim için mi yaptın?"

"Elbette," dedim, kolyeyi ona uzatarak. "Senin gülümsemene değer her şey."

Elara kolyeyi aldı ve gözleri doldu. "Teşekkür ederim, Demon. Gerçekten çok teşekkür

ederim."

"Ne demek," dedim, samimi bir gülümsemeyle. "Sen mutlu olursan, ben de mutlu olurum."

Biz konuşurken, gölün kenarındaki sessizlik ve doğanın huzuru bizi sarmaladı. O an, festivalin sesleri uzaktan geliyordu ama bizim için en önemli olan şey, bu sessiz ve samimi anıydı. Elara'nın gülümsemesi ve gözlerindeki mutluluk, bu gecenin en değerli ödülüydü.

Göl kenarında, ay ışığının altında otururken, her şeyden daha değerli olan bu an, kalbimde sonsuza kadar kalacak bir anı oldu.

Göl kenarında, ay ışığının altındaki huzur dolu anımızda, Elara ve ben sessizce birbirimize bakarak sohbet etmeye başladık. Ayın ışığı, Elara'nın yüzünü daha da

güzelleştiriyordu, gözlerinde parıldayan bir ışık vardı.

"Bu gece gerçekten çok özel," dedi Elara, gözlerini ay ışığından ayırmadan. "Böyle anları seninle paylaşmak... Sanırım hayatımın en güzel anları bunlar."

"Ben de aynı şekilde düşünüyorum," dedim, onun duygularını paylaşarak. "Seninle olmak her zaman huzur verici, Elara. Seninle geçirdiğim her an, hayatımın en değerli anlarından biri."

Elara, hafifçe gülümsedi. “Demon, hiç düşündün mü?.. Belki de aramızda daha derin bir bağ var. Seninle her konuştuğumda, her birlikte olduğumuzda, kalbimde bir şeyler kıpırdıyor."

O an, kalbim hızla çarpmaya başladı. Elara'nın söyledikleri, benim de hissettiğim ama dile getiremediğim duygularıma tercüman oluyordu. "Elara, ben de aynı şeyleri hissediyorum. Seninle her an, daha da özel ve anlamlı geliyor. Belki de aramızda

gerçekten derin bir bağ var."

Elara, gözlerini bana çevirdi, bakışlarında derin bir sevgi ve samimiyet vardı. "O zaman, birbirimize bir söz verelim. Ne olursa olsun, birbirimizi asla bırakmayacağız. Her zaman birbirimizi koruyacak ve destekleyeceğiz."

"O kadar güçlü hissediyorum ki, bu sözü tüm kalbimle veriyorum," dedim, içtenlikle.

"Her zaman senin yanında olacağım, Elara. Ne olursa olsun, seni asla bırakmayacağım."

Elara, elimi tuttu ve sıkıca sıktı. "Ben de, Demon. Seninle birlikte olduğum sürece, her şeyin üstesinden gelebiliriz."

Bu samimi ve duygusal anımızda, gölün kenarındaki sessizlik ve ay ışığının huzuru bizi tamamen sarmıştı. Gözlerimizi ay ışığından ayırmadan, birbirimize verdiğimiz sözü içtenlikle tekrar ettik. Bu an, kalbimde sonsuza kadar saklayacağım bir hatıra olarak yer aldı.

Elara, ay ışığına bakarak bir an durdu ve sessizce sordu, "Peki, saraya ne zaman geri

döneceksin, Demon?"

Bu soru beni bir anda gerçek dünyaya geri çekti. Sarayı, görevlerimi ve orada beni bekleyen sorumlulukları hatırladım. Hızla ayağa kalktım. "Geç kaldım, Elara. Gitmek

zorundayım," dedim telaşla.

Elara'nın gözlerinde bir anlık üzüntü belirdi ama hemen toparlandı. "Peki, Demon.

Kendine dikkat et. Her zaman seni bekliyor olacağım."

Elara ile vedalaşırken, ona derin bir bakış attım. "Sen de kendine dikkat et, Elara. Her zaman seni düşüneceğim."

Tam arkamı dönüp gitmek üzereyken, Elara bir adım attı ve sol yanağıma hafifçe bir öpücük kondurdu. Bu beklenmedik hareket, beni şaşkına çevirdi. Elara koşarak festivale doğru giderken, nefesim kesildi, konuşamadım. Sadece elimle yanağımı tuttum, onun sıcaklığını ve öpücüğünün tatlı izini hissederek.

Bu an, kalbimde derin bir iz bıraktı. Elara'nın öpücüğü, aramızdaki bağın ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha hissettirdi.

Elara'nın öpücüğünün verdiği sıcaklığı hala yanağımda hissederken, gerçek dünya yavaşça geri dönmeye başladı. Saraya ne kadar geç kaldığımı fark ettiğimde, içimde bir telaş dalgası yükseldi. Saraydakiler çoktan endişelenmiş olmalıydı. Derin bir nefes alarak kendimi toparladım ve hızlı adımlarla saraya geri dönmek için yola koyuldum.

Saray yolunu kullanmak yerine, kimsenin fark edemeyeceği gizli patikayı kullanmayı tercih ettim. Bu gizli yol, sadece çok az kişinin bildiği bir güzergâhtı ve beni doğrudan sarayın arka bahçesine ulaştırıyordu. Yol, ormanın derinliklerine uzanıyordu ve büyük ağaçların gölgeleri altında kayboluyordu.

Ay ışığı, ormanın içindeki patikayı aydınlatan tek ışıktı. Ağaçların arasından süzülen ışık, yolda ilerlerken önümde gümüşi bir yol oluşturuyordu. Yolun iki yanı, sık çalılıklarla ve yüksek ağaçlarla çevriliydi. Her adımımda yaprakların hışırtısını ve gecenin sessizliğini bozacak kadar hafif rüzgârın sesini duyabiliyordum. Bu sessizlik, aynı zamanda huzur vericiydi, fakat bir yandan da zamanın hızla geçmekte olduğunu hatırlatıyordu.

Gizli patikanın başlangıcını bulmak her zaman kolay değildi. Ancak yıllar boyunca burayı defalarca kullanmıştım, bu yüzden ağaçların ve çalılıkların arasında saklanmış olan dar yolu bulmakta zorlanmadım. Patikaya girdikten sonra, saraya giden yolun hafif eğimli olduğunu fark ettim. Her adımımda taşların ve dalların üzerindeki dikkatli adımlarım, yavaş yavaş beni saraya yaklaştırıyordu.

Yolun bazı kısımları daralıyor, bazı kısımları ise genişliyordu. Patikanın etrafında yürüyen yaban hayvanlarının izleri vardı ve zaman zaman kuşların cıvıltıları kulağıma çalınıyordu. Gecenin serinliği tenime işledikçe, içimdeki telaşın yerini yavaş yavaş bir kararlılık aldı.

Her adımımda, bugünü düşündüm. Elara, Jacob ve festival... Hepsi, hayatımın en unutulmaz anıları arasına girmişti.

Kendi kendime sessiz bir yemin ettim. En yakın zamanda, bir yolunu bulup tekrar köye gelecektim. Elara ve Jacob ile geçirdiğim o güzel anları yeniden yaşamak, onların yanlarında olmak istiyordum. Sarayın ağır ve sıkıcı atmosferinden uzaklaşıp, köyün sıcak ve samimi havasında yeniden nefes almak istiyordum.

Yolun sonuna yaklaştıkça yorgunluğum daha da belirginleşti. Patikanın dik kısmına oturup biraz dinlenmek üzere dönüp köye uzaktan bakmak istedim. Derin bir nefes alarak sırtımı bir ağaca yasladım ve uzaklara doğru baktım. Ancak gördüğüm manzara beni anında sersemletti. Köyün her yanından yükselen büyük ateş ve duman bulutları gökyüzünü karartıyordu. Gözlerim bir anlığına gördüklerime inanamadı. İçimde büyük bir dehşet hissi yükselirken, kalbime bir ağrı saplandı ve elim istemsizce kalbimi tuttu.

"Ne oluyor?" diye kısık bir sesle fısıldadım, sesim neredeyse duyulmazdı. O an, tüm dünyamın alt üst olduğunu hissettim. Kalbimdeki ağrı, fiziksel bir acının ötesindeydi; sevdiklerimin başına ne geldiğine dair korkunun yarattığı bir acıydı. Düşüncelerim hızla

birbirine karıştı. Elara, Jacob ve köyün diğer sakinleri... Bir şey mi olmuştu? Ne yapmam gerektiğini bilemez halde, içimdeki korkuyu bastırmaya çalışarak gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım.

Göğsümdeki ağrı, endişe ve panik dolu düşüncelerle daha da şiddetlendi. Neler olduğunu anlamak için köyü daha dikkatlice izlemeye çalıştım, ama net bir şey göremiyordum. Sadece dumanlar ve ateşlerin arasında kaybolan bir köy manzarası... İçimdeki çaresizlik hissi, bedenimi saran bir ağırlık gibi üzerime çöktü. Bir sorun mu vardı? Tekrar köye gitmeli miydim? Bu sorular zihnimde yankılanırken, adeta donup kalmıştım.

Göğsümdeki ağrı dayanılmaz hale gelmişti ve nefes almakta zorlanıyordum. Kalbim hızla çarpıyordu, sanki göğsümden dışarı fırlayacakmış gibi hissediyordum. Eliyle kalbimi tutarken, yaşadığım şok ve korkunun yarattığı fiziksel acıyı hafifletmeye çalışıyordum. Düşüncelerim karmakarışıktı; bir yandan köye koşup ne olduğunu görmek istiyor, bir yandan da ne yapacağımı bilmez halde orada öylece kalıyordum.

Ancak, içimde bir yerlerde, bu duruma karşı koyma gücü bulmaya çalıştım. Saray umrumda değildi çünkü eğer köye ne olduğuna bakmadan gitseydim aklım her zaman

köy de kalacaktı. Yavaşça ayağa kalktım, gözlerimi dumanlardan ayırmadan köyü izlemeye devam ettim. Korku, endişe ve acı dolu duygularla mücadele ederek, derin bir nefes daha aldım ve köye doğru adım atmaya hazırlandım.

Her adımım, içimdeki belirsizlik ve korkuyu biraz daha hafifletiyordu. Ne olursa olsun,

köye dönüp ne olduğunu öğrenmeli, Jacob ve Elara'nın iyi olduğundan emin olmalıydım.

Bu düşünceyle, hızla saraya geri dönme kararımı değiştirip, köye doğru ilerlemeye başladım.


Devam edecek...

Yazar: Rikanymore
Editör: Akatsuki Benjamin
Görsel: Akatsuki Benjamin

Bir hata mı var? Şimdi bildir! Papara: 1733808570(Tıkla, Kopyala)
Yorumlar

Yorumlar

Novel Türk Yükleniyor