Bilinmezin İçinde Bölüm 46 - Adalet
İncelemem sırasında açıklıktan çıkıp tekrar ormana daldım.
Artık başkaları tarafından görülme riskim olmadığından şimdi daha rahat düşünebilirdim.
Hem sınıfımı seçtikten sonra ne olacağı da belli değil. Kan hattımı seçtiğim zaman havalanmıştım ve hareketsiz kalmıştım. Bu hareketsizlik durumunun aynısını yaşarsam ve daha uzun sürerse sorun olabilir.
Bana sunulan bütün sınıflar gayet iyi görünüyordu. En kötüsü bile 'nadir' seviyedeydi. Ortada 'normal' veya 'vasat' yoktu. Bu durum bana özel olmalıydı. Sonuçta muhteşem varlığımın o tür sınıflara atanma ihtimali nasıl olsun?
Gerçi, diğerleri sınıf seçebiliyor mu ondan bile emin değilim. Şu karşıma gelen ekranlara ve bir anda içime akan güce bakılırsa bu durum fantastik dünya için bile olağan değil gibi. Yani, daha 0. seviyedeyken 2. seviye yaratıklara kafa tutuyordum. Zülfikar ve Hazar bu seviyelerde olsalar bile pek baş edebilecek güçte değil gibilerdi. Yani Hazar yapabilirdi ama performansı benden daha düşüktü. Hem bunlar bir yana, Hazar yıllardır avcılık yapıyor gibiydi. Evi tam bir avcının eviydi. Buna rağmen sadece 2. seviyeydi. Özellikle savaşa odaklanmasa bile daha yüksek olmalıydı değil mi? Sonuçta ben köyde savaşırkenki gücüme buraya geldiğim gibi eriştim.
Kollarıma baktım. Seviye atladığım için gücüm artmış olsa da kaslarım aynı görünüyordu. Ancak az önceki performansıma bakarak normalden çok daha güçlü olduğumu anlayabiliyordum.
Şu anki gücümle köydeki o savaşa karışsam, o yaratıklar benim ilerleyişimi durduramazlardı.
Nereden bakarsam bakayım, bu dünyanın insanlarından daha kolay gelişiyorum.
Yani tecrübe kazanma ve bu yolla seviye atlama olayı bana özel olmalı.
Bu dünyanın insanları ise tecrübeyi oyunlardaki gibi yaratık keserek görev yaparak değil, gerçek dünya tecrübesi ile ediniyor gibiler. Yani daha güçlü olmak için kas çalışmak, iksirler içmek veya daha zeki olmak için kitaplar okumak gibi.
Kitaptan fırlayan dede bana okkalı bir ayrıcalık vermiş.
Her ne kadar bu ayrıcalık koşullu olsa da yine de çok iyiydi.
Aslında baştaki kan hattımı seçme olayını bir kenara bırakırsak, daha da güçlenmek için yapmam gerekenler aslında meşakkatli şeyler.
Yani kim manyak güçlere sahip insanların olduğu bir tapınağa dalıp aralarından bi kızı kaçırabilir ki?
Veya ilk defa geldiği bir kasabada büyük bir cinayeti çözebilir?
Serenköy olayı da öyle mesela. Eğer yeteneğim devreye girmemiş olsa ben burada ölmüş olacaktım.
Yani güçlenmek için gerekenler o kadar zor işte.
Sanırım büyük risk büyük ödül diyebiliriz.
Tabii bu ödülü normal insanlar alamaz ama hehe.
Bana sunulan sınıflara biraz daha göz gezdirdim ve sonunda kararımı verdim.
Hepsi tek başına güzel sınıflar olsa da nereden bakarsan bak en sonuncu sınıf yani Delibaş, bana özel olarak yaratılmış bir sınıftı. Yani bunu seçmemek için aptal olmam gerekir.
Birçok güzel yeteneğe sahip olacaktım. Tokatlarım hem bayıltıp hem ayıltacak. Bakışlarım ile rakiplerin zayıf noktalarını göreceğim. Ve sadece bağırarak bile milleti korkuyla kaçırabileceğim. Diğer sınıfların da artıları olsa bile böyle kendim için yaratılmış bir sınıfı seçmek benim için daha iyi olacaktır.
Tüm bu düşüncelerden sonra kararımı verdim.
Ancak tam seçimimi yapacaktım ki açıklıktan yürüme sesleri duydum.
Orada üç kişi vardı.
İkisi, kanla bezenmiş kıyafetlere sahipti. Bir tanesi şişman ve kısa boyluyken diğeri zayıf ve uzun boyluydu. Yüzleri bitkindi. Gözlerinde korkulu ve çekingen bakışlar ile 3. kişiye bakıyorlardı. Bu kişi ikisinin bir adım önünde yürüyordu. Sırtındaki gümüş renkli pelerini, giydiği parlak siyah zırhını daha gözalıcı yapıyor ve suratındaki ifadesiz metal maskesi ile ona gözdağı veren bir hava aşılıyordu.
'Şu ikisi cesetleri taşıyan tipler olmalı.. ama diğer herif de kim? Cesetlerle uğraşan birinin aksine tertemiz görünüyor.'
Üçlü, ceset çukurunun önüne varınca durdu.
Metal maskeli adam çukura bakarken konuşmaya başladı.
Ancak mesafeden dolayı ne dediğini anlayamadım.
Onun konuşmasından sonra ikili telaşlı bi ifade takındı ve ileri çıkıp çukura baktılar.
Birkaç saniye göz gezdirdiler ve sonra telaşlı ifadelerini korurken adama döndüler. Bir şeyler açıklamaya çalışıyor gibiydiler.
Adamlardan birisi durumu daha da ileri götürüp jestler ile büyük bir varlığını tanımlamaya başladı. Sanki kaslı ve güçlü bi adamdan bahsediyor gibiydi.
'Lan.. bunlar benden mi bahsediyor?'
İşlerin tehlikeli bir hale gelmesinden korkmaya başladım ve istemsizce bir adım geri attım.
'Çat' bastığım yerde bir dal kırılma sesi geldi!
Ancak bu kadar mesafeden duyulamayacak kadar küçüktü.
'Evet bu mesafeden duyulamamalı değil mi? Öyleyse.. bu lavuk neden bu tarafa bakıyor lan!?!'
Metal Maskeli adam bu tarafa bakıyordu!
'Hasiktir!'
Fark edildiğimi anlayınca tırstım.
'Dur dur.. sakin olmalıyım.'
Derin bir nefes aldım ve ormanda bulunduğum yerden açıklığa tekrar çıktım.
İki adam beni gördüklerinde gözleri şokla açıldı.
Uzun olan. "Hayalet!!" diye şokla bağırdı.
"Velen aşkına! Sen ölmüştün!" şişman olan kıçının üzerine düştü.
Onlara doğru yavaşça ilerlemeye başladım. "Haha. Kahramanlar o kadar kolay ölür mü? Bak dipdiri karşınızdayım." kendinden emin bir tonum vardı. Sonuçta ben Yozlaşmış İnsan probleminin asıl çözücüsüyüm değil mi? Büyük bir ödül almam gerek.
"Kahraman?" metal maskeli adamın sesi ortamda yayıldı. Sakin ve akıcı bir tonu vardı. Belki maske onu perdelediği içindir ama sesi, arka planın bozucu efektinden uzak bir şekilde direkt çıkıyordu. Sanki bir stüdyodaki seslendirme sanatçısı gibi.
"Evet. Ben o aradığınız kişiyim. O çukurdakileri ben öldürdüm."
Bu sözüm ile beraber bir anda garip bir his vücudumu süpürdü. Soğuk ve iç titreten cinstendi.
İlerleyişim durdu.
"Kahraman demek.." dedi metal maskeli adam. "Yani sen tüm bu masum köylülerin öldürdün ve bunun için kendini kahraman ilan ettin öyle mi?"
Onun bu tepkisi ile şaşırdım. Zaten köylüleri öldürmüş olmak beni üzüyordu ama şimdi sözleri ile daha bi rahatsız oldum. Ancak garipti. Zülfikar'ın dediklerine göre bu köylüler, kaos ile temas ettikleri anlaşıldığı takdirde infaz edileceklerdi. Yani onları insan olarak görmemelilerdi. O zaman neden şimdi bu adam sanki bir suç işlemişim gibi davranıyordu?
"Kardeş ne diyorsun sen?" dedim o adama karşı anlamaz bir ses tonuyla. "O şeylerin neresi köylüye benziyor? Kafası kopsa bile yürüyebilen varlıklar bunlar."
"Kardeş mi?" dedi şişman adam şok olmuş bir tonda. "E-Engizisyonun bir vekili ile nasıl konuşuyorsun sen?"
Bakışlarım şişman adama döndü. Adam bir anda korku ile yerinden zıpladı ve hızlıca uzun boylunun arkasına kaçtı. "H-Hayalet bile olsan buna hakkın yok! Kafir!"
'Engizisyon mu?'
'Kafir mi?'
Bu sözlerden sonra karşımdakinin kim olduğu konusunda çıkarım yapabildim.
Görünüşe göre bu adam dini kuruluşlardan birisine üye ve buraya onlar adına gelmiş.
Maskeli adam, sakin ses tonu ile tekrar konuşmaya başladı.
"Serenköy yerleşimindeki tüm inananların katli," pelerinini savurdu. "yerleşimin kundaklanması ve Kaos'un hizmetkarı olmak suçundan dolayı," belinde asılı olan kından gümüş gibi parlayan ince bir kılıç çıkardı. Kılıcın ucunu bana doğru doğrulttu. "Yüce Tanrımız Velen'in adaleti adına seni, infaza mahkum ediyorum!"
'Ne!?'
'Ödüllendirme değil de ceza mı!?'
'Böyle adalete sokayım!'