Bilinmezin İçinde Bölüm 51 - Efendi Seni İstiyor
İnsanların duygu düşüncelerini tahmin etmek zor olsa da konu çıkarıma gelince pek de öyle değil. O yıkık kulübeye girdiğimde gördüğüm sahne bir tarafı zalim, diğer tarafı mazlum gibi gösteriyordu. Eğer normal birisi olsam o manyak gibi davranan Yakup'a asla güvenmezdim. Ancak ben Gerçeğin Gözü yeteneğine sahibim. O kızın kötü olduğunu gördüğümden yaklaşımımı da ona göre yaptım.
Bu yeteneği aldığım için çok şanslıyım. Şu ana kadar birden fazla kez bana yardımı dokundu.
Ancak sonrasında olanlar beklenmedikti. O kız aslında böyle büyük bir oyunun parçasıymış. Orada söylediği sözlere göre turnuvada bir suikast olacak ve hedefi Lord olacak. Veya sadece Lord suikaste alet de olabilir.. ama büyük ihtimal lorda suikasttir. Yani o kız da böyle çıkarım yapmış gibi.
Neden bunu yapmak istiyor olabilirler? Yüksek vergiler yüzünden mi? Yok.. öyle olsa masum köylüleri öyle katletmezler. Ve bu şehrin altındaki güçler Bayırbaşı kasabasındaki kadarsa, o seviyede kişiler bu kadar güçlü bir üyeye sahip olmamalı. Adam burada bile olmadan 6. Seviye birisini kendini savunamadan öldürebilecek bir güç kullanabiliyor. Yani bu iş daha da büyük bir olaya sahne oluyor.
Aslında o da garipti.
Benden güçlü birisini bile öldüren duman neden beni öldürmedi?
Veya.. öldüremedi mi?
Adamın zorlaması ile vücuduma girse de. Daha sonra vücudumdan.. öhm atıldıktan sonra, tekrar giremedi. Yani o dumanla dolu bir yerde olsam bile ölmem mi?
Bunun sebebi ne?
Aldığım yetenekler arasında zehir engelleyen bir kavram yoktu.
..bunun neden olduğunu bilmiyorum ama her halükarda hayatımı kurtardı.
Ve bir de sınıf vardı.
O dini gruptaki adamdan kaçarken zorunlu bir seçim yaptım. Bu üzücüydü.
Ancak sonradan yaşananlar ile tüm üzgünlüğüm gitti.
Özelliklerine baktığımda bu sınıf bana düz görünmüştü. Ekstra bir yeteneği olmayan, sadece pasiflere sahip olan bir sınıf. Eğer bir oyundaki zorluklar ile karşılaştırırsam. Bu kullanması en kolay sınıflardan olmalı. Sırasına göre kullanılacak yetenek derdi yok, yetenekler için bir bekleme süresi varsa onu bekleme derdi yok, rakibe göre yetenek seçme derdi yok.
Aslında böylesi de çok iyi değil mi?
Benim için yapılmış gibi görünen Delibaş sınıfı çok mükemmel görünse de birçok yeteneğe sahipti. O sınıftayken sürekli bir şeylere kafa yormam, hesap etmem ve yeteneklerde usta olmak için pratik yapmam gerek. Bu sınıf uzun vadede bana büyük güç sağlayacak olsa da asıl sorun.. o kadar uzun yaşayamayacak olmam. Geleli birkaç gün olmasına rağmen sorun üstüne sorun yaşadım. Eğer şansım yaver gitmese çoktan ölmüştüm. O yüzden şu an olabildiğince güce ihtiyacım var.
Seçtiğim Aykırı Büyücü sınıfı ise buna çok uygun. Bana beynimi kullanmamı gerektirmeyen canavarca bir güç ve çeviklik verdi. Özellik penceremi açınca orada güç ve çevikliğimin 21, dayanıklılığımın 20 olduğunu gördüm. Yani 21 max puanmış. Bu dünyayı çok bilmesem de, böyle özelliklerin neredeyse kimsede olmayacağını tahmin edebiliyordum. Diğer iki statın doğaüstü konulara ait olduğunu düşünürsek, şu an elimdeki statlar ile fiziksel alemin en iyisi olmalıyım. Güç, hız ve dayanıklılık. Bu güç ile, akranlarım arasında rakipsiz olmalıyım. Direkt kaçmış olsam da, belki çabalasam o dini grubun üyesini bile haklayabilirdim.. belki?
Aslında bu turnuvadaki suikast işine karışıp karışmamakta kararsızım.
Yani Firdevs'in babası olsa bile onu tanımıyorum ve ben daha 2. Seviyeyim. O kara dumanı kontrol eden adam en güçlüsü mü o bile belli değil. Yani bulaşırsam naneyi yeme ihtimalim yüksek.
Ancak kararsızlığımın sebebi bu değil. Asıl sebebi kahramanlık olması.
Kahramanlara düşman değilim ama bu görevin ortaya çıkması sanki.. fazla tesadüfiydi.
Rastgele bir şekilde kaçarken rastgele bir şekilde girdiğim klübede edindiğim rastgele bir görev?
Sanki bilinmeyen bir güç zorla bu görevi yapmamı istiyor gibiydi.
Kendi hür iradem ile dünyayı bile karşıma alabilirim. Ancak işin ucunda zorlanma varsa işler değişir.
O adamı kurtaracaksam bile bu benim isteğim olmalı. Başkası istedi diye yapmamalıyım.
Biliyorum kulağa ergence geliyor. Sanki ben evin çöpünü dökmeye çıkmışım da, o sırada annem 'çöpü dök' demiş ve inadına dökmemişim gibi.
Ancak ne yapabilirim. Şu anki hissiyatım tam olarak bu.
Belki de buraya o kitaptaki dede tarafından gönderildiğimde amaçsız olduğumu bildiğim için şimdi zoruma gidiyordur.
İşte kararsızlığımın sebebi bu.
Yine de, işin ucunda Firdevs'in babası olması olduğundan onu kurtarabilirdim.
Tabii nasıl yapıcam bilmiyorum. Belki de gidip direkt olarak suikaste uğrayacağını söylemeliyimdir?
Bunu, şehre varınca düşüneceğim.
Şu an yola çıkalı saatler oldu bile.
Artık vadiden çıkabildim.
Ufka baktığımda kalenin ucunu görebiliyordum. Açıdan dolayı artık sadece bu kadarı görüşümdeydi. Tabii görebilsem bile yakın olmadığını biliyordum. Arabacı Lark'ın dediğine göre yürüyerek 2 günlük yol vardı. Vücudum enerjisini yemek yemeden yenileyebilse de, hala yorulabiliyordum. Yani koşa koşa gitsem bile dinlenmem gerekecekti ki kendimi bitap düş, dinlen, tekrar bitap düş döngüsüne sokmak istemem. O yüzden sabırla yürüyerek ilerleyeceğim.
Suikast olayına geç kalacağımı da düşünmüyorum. Çünkü o kara duman Yakup'un soyundan hala kurtulmak istiyor gibiydi. Köyün kendisi de iki günlük bir turnuva için uzak. At arabası ile gelseler dahii bu işin bir dinlenme, hazırlanma kayıt süreci falan olmalı.
Şimdi düşünüyorum da acaba bu bahsi geçen turnuva arena mı?
Eğer öyleyse, katılmak için bir sebebim daha olur!
O turnuvada neler yapacağımı düşünürken yürümeye devam ettim.
…
…
…
Birkaç saat sonra, hava alacakaranlık olmaya başladı. Akşama yaklaşıyorduk.
Neredeyse 12 saattir yürüyordum. Normal dünyadayken böyle bir şey benim için yorucu olurdu. Hayır, hatta imkansız olurdu. Yolun yarısındayken bıkardım. Ancak burada, zerre yorulmadan bu yolculuğu yapabildim. Tabii hala sıkıcıydı. Elimde oynayabileceğim bir akıllı telefon yok. Tek yapabildiğim etrafı izlemek. Manzara izlemeyi, doğa yürüyüşü yapmayı severim ama şey.. bu kadarı da fazla.
Yorulmama sebebim edindiğim yetenek ve çevikliğimin maximum olması diye düşünüyorum. Yani enerjim, gidenden daha fazla yenileniyor. Bu yüzden yorulma fırsatım olmuyor. Resmen döngüye girdim. Aslında zorlasam sabit bir tempo ile koşabileceğimi de hissediyorum. Ama gece yolculuk yapıp yapmama konusunda kararsız olduğumdan böyle acele etmedim. Bu garip dünyada ottan boktan şeyler bana problem oluyor. Sırf daha fazla belaya bulaşmak istemeğim için ana yoldan bile çıkmıyorum. Eğer gece yolculuk edersem bu yaratıklardan arınmış ormanda bile başıma bir şeyler gelebileceğinden şüpheleniyorum
İlerlediğim sırada mesafeden sesler duymaya başladım. Sanki orada bir hareketlenme var gibiydi.
Kavşağı döndükten sonra da sesin kaynağını görebildim.
Bu bir grup insandı.
Aşağı yukarı 100 kişi kadarlardı. Çember şekilde dizilmiş çadırları kuruyorlardı.
'Bu da ne?'
'Kamp mı?'
Kişilerin arasında metal ve deri zırh giyen insanlar, renkli cübbeler giyen insanlar, gömlek giyen insanlar ve etek giyen insanlar vardı.
'Askerler ve çalışanlar.. önemli birilerine ait olmalı.'
İlk defa bu dönemin ordusuna ait insanlar gördüğüm için heyecanlandım. Daha önce kasabada gördüklerim bir nevi bekçi gibi tiplerdi. Daha sonra gördüğüm o dini grublara ait adam ise.. biraz özel bir görünüme sahipti. Yani bunlar gördüğüm ilk askerler.
Ancak beklediğim kadar etkileyici hissettirmiyor. Üzerlerindeki demir zırhlar ile teneke adama benziyorlar. Belki de geldiğim dünyanın teknolojisinden kaynaklıdır? Büyümüz olmasa da metal işçiliğimiz çok gelişmişti. Bizim metal buzdolaplarımıza göre bu zırhlar daha basit görünüyor. Onlara kıyasla cübbeli tiplerin kıyafeti daha parlak ve ilgi çekiciydi. Üzerlerinde bulunan desenler, garip bir his yayıyordu. Seçtiğim sınıftan mıdır bilmem ama büyülü bir hissiyat veriyorlar.
'Bunlar büyücü mü?'
Ben bunları düşünürken grup da beni fark etti.
'Umarım bela değildir ya..'
Çoğu kişi işine devam etse de metal zırhlı olanlar bana dönmüştü. Şovalye havası yayan bu kişilerin bakışları deliciydi. Zincirleri olan bir bekçi köpeği gibiler. Bekçiliğini yaptıkları yere birisi yaklaştığı takdirde saldırmaya hazırlar.
Bu delici bakışlara aldırmadım ve ilerlemeye devam ettim.
'Lan yoksa beni kötü adam mı sandılar?'
'Hay sikeyim daha fazla bela istemiyorum.'
Yanlarındaki yoldan geçtiğim sırada elimi kaldırdım ve bana bakan bekçi köp- yani metal zırhlı askerlere doğru dostça salladım. "Hayırlı kamplaar." Daha sonra tepkilerini beklemedim ve önüme dönüp adımlarımı hızlandırdım.
'Bu beni daha dost canlısı göstermiştir değil mi?'
Öyle olduğunu umarak onlardan uzaklaşmaya başladım.
Ancak o anda korktuğum oldu. "Bekle!"
'Hay sikeyim!'
'Sadece sakince şehre gitmek istiyorum lan!!'
'Altı üstü bi şehre gidip görev tamamlayacağım!!'
'Salın beni be!!'
Duymamazlıktan geldim ve ilerlemeye devam ettim.
"Sana diyorum barbar! Dur!"
'Barbar mı?'
'Aa dur tamam kaslarımdan.'
Durdum ve arkamı döndüm. "Bana mı dedin kardeş?"
Bu bana seslenen kişi orta yaşların sonunda gibiydi. Kısa kesim saçlarının arasında beyazlar vardı. Gür olduğu belli olan kirli bir sakalı vardı. Kesmediği takdirde yüzünü kaplayabilirdi. Bakışlarında sebebini anlayamadığım bir küçümseme var gibiydi.. yok bu sanırım ego?
Egolu bakışlara sahip bu adamın üzerinde diğerleri ile aynı işçiliğe sahip bir gri zırh seti vardı. Onu standarttan farklı yapan tek şey omuzluklarında boyalı olan ikişer kuş resmiydi. Bunlar kargaya benziyordu. Belki de bu resimler bir tür rütbe işaretidir?
Ben sözümü söyledikten sonra adamın tek kaşı havaya kalktı. "Adım Timar. Bana Sör Timar diyebilirsin. 'Kardeşim' değil."
Onun bu tepkisi beni şaşırttı. Altı üstü bir kelimeye neden bu kadar taktı ki? Tanışmıyoruz bile.
Kafamı onaylarca salladım ve devam etmesini bekledim.
Adam bir tepki alamayınca kafasını pöfleyerek iki yana salladı. "Bir barbar olduğun için bu saygısızlığını görmezden geleceğim." Daha sonra bana olan bakışları ciddileşti. "Kendini şanslı say. Efendimiz seni çadırına çağırıyor."
"Kim?"
Adamın yüzündeki küçümseme derinleşti. Eliyle çadırların merkezinde olan bir çadırın üstünde asılı olan bayrağı gösterdi.
"Şu armayı görmüyor musun? Yoksa Karugan Kraliyet ailesinin armasını tanıyamıyor musun?"
'Kraliyet mi!?!?'
'Hasiktir ya!!'
'Yine bir bela!!'