Aetheris; Kaosun Tahtı Bölüm 17 - Unutulmuş Yemin
Rüzgâr, dağ yolundaki çıplak zirvede şiddetli bir hışımla esiyordu. Sert hava, Aries'in peleriniyle oynarken, dağların vahşi yalnızlığı onun sessizliğiyle birleşiyordu. Gökleri delerek yükselen soğuk dağ havasına alışkındı, ancak bu kez hissettiği tek şey bir boşluktu. Bu, bir kaybın, bir hedefin ve intikamın birleştiği derin bir boşluktu.
Gözleri, ufukta beliren devasa Helios şehrine kilitlenmişti. Yüzlerce kilometre uzaklıkta olmasına rağmen, şehrin devasa surları ve ışıldayan kuleleri Aries'in keskin görüşüyle net bir şekilde görülüyordu. Helios'un pırıltılı ihtişamı, onun zihninde gölgelenen karanlık anılarla çelişiyordu.
"Helios" diye fısıldadı, sesi rüzgâra karıştı. Tek bir kelime, içinde taşıdığı tüm acıyı ve öfkeyi barındırıyordu.
Bu şehir, onun kölelikle kelepçelenmiş gençliğinin, zincirlere vurulmuş umutlarının bir sembolüydü. Yıllarca süren acılarının ve hayatta kalma mücadelesinin nihai hedefine dönüşmüştü. O günlere dair görüntüler zihninde belirdi. Çırılçıplak ellerle taşın soğuk zeminine tutunarak hayatta kalmaya çalıştığı o yıllar...
Ellerini yumruk yaparken, kaos alevlerini parmaklarının ucunda hissetti. Alevlerin sıcaklığı, geçmişte maruz kaldığı soğukluğu bir nebze olsun bastırıyordu. Ancak şu an, beklemek zorundaydı. Sabır, zaferin anahtarıydı. Acele ederse, yanlış bir hamleyle her şeyi mahvedebilirdi.
Kendi kendine, neredeyse bir yemin gibi mırıldandı: "Bir gün, o surların altında yanacaklar."
Gözleri, bir süre daha Helios'un parlayan kulelerinde sabit kaldı. Ama zihni, yavaş yavaş onu geçmişe sürüklemeye başladı.
Küçük bir çocuk, zincirlerin ağırlığı altında titriyordu. Ellerini kan içinde bırakmış, tahta bir zemine tutunmaya çalışıyordu. Ancak o karanlık kölelik yıllarının en soğuk gecelerinde bile, bir ses ona her zaman güç verdi.
"Aries, bir gün buradan kurtulacağız."
Bu ses, Lenore'undu. O zarif ama kararlı tonu, Aries'in zihninde yankılandı. İlk başta sadece bir yabancıydı, aynı kaderi paylaşan bir köle. Ama zamanla, onun sıcaklığı Aries'in soğuk dünyasındaki tek ışık olmuştu. Lenore, hayatta kalmanın yalnızca nefes almak olmadığını ona öğretmişti. Hayatta kalmak, direnmek ve bir gün zincirlerinden kurtulmayı umut etmekti.
"Aries" demişti bir gece, sessizce yıldızları izlerken. "Eğer bir gün özgür kalırsak, hayatını intikamla harcama. Hayatta kalmanın gerçek anlamı, nefretini kontrol edebilmektir, bunu unutma."
Ama o zamanlar Aries için hayatta kalmak sadece güçlü olmak demekti. Zayıf olamazdı. Zayıflık, kölelik demekti. Zayıflık, ölüm demekti. Lenore ise, bu düşünceyi her seferinde sakin bir sesle yumuşatırdı. Onun gülümseyişi, Aries'in içindeki karanlığı hep hafifletirdi.
Ancak bir gün, o gülümseyiş de söndü. Köle tüccarı, Lenore ile aralarındaki ilişkiyi öğrendiğin de her şey değişmişti. "Aries" demişti son kez, gözlerinde hem korku hem de kararlılık vardı. "Bana söz ver, eğer bir gün güçlü olursan, gücünü nefrete değil, yaşamaya harca."
Aries, bu sözlerin yankısıyla titredi. Zihni, Lenore'un yüzünü daha net hatırlıyordu. Onun yüzündeki ifade, ona son ana kadar cesaret aşılamıştı. Ama o gün, Lenore'un götürüldüğünü izlemek zorunda kalmıştı. Elinden bir şey gelmemişti. Bu, onun hayatında dönüm noktasıydı.
"Yapabileceğim bir şey yoktu" diye kendi kendine fısıldadı Aries, zihnindeki yankılanan suçluluk duygusunu bastırmaya çalışırken. Ama bu sözler bir teselli olmaktan çok uzaktı.
Rüzgâr, yüzüne tokat gibi çarparken, bu düşünceler onu yeniden zirveye geri getirdi. Helios'un ışıklarını izlerken, bir kez daha içindeki kararlılığı hissetti. Lenore'un o sözlerini hatırlıyordu, ama o sözlerin tam anlamıyla ona rehberlik edemeyeceğini de biliyordu.
Onun için bu şehir sadece bir yer değil, bir hedef, bir sondu.
Kafasında yankılanan bir ses, gümüş saçlı elfin huzurlu ve bir o kadar da derin tınısını taşıyordu. "Agares'in Çocuğu... Her ışık, gölgesini beraberinde taşır. Gölgeleri görmeden ışığın anlamını bilemezsin."
Aries'in kaşları çatıldı. Gümüş saçlı elfin bilmece gibi sözleri, anlamını çözmekte zorlandığı bir rehber gibiydi. Ancak içinde taşıdığı intikam duygusu, bu tür bilmeceleri gölgede bırakıyordu.
Son bir kez daha Helios'a baktı. "Bir gün, ne olursa olsun… İntikamımı alacağım." diye fısıldadı. Sesi rüzgâra karıştı, ama bu kez bir yemin gibi yankılandı. Ardından, zirvenin rüzgârlı yalnızlığından yavaşça ayrılarak yola koyuldu.
***
Helios'un devasa kuzey kapılarından çıkarken, gökyüzünde sabahın ilk şafağının pembe ve turuncu tonları yansıyordu. Morgana, heybetli gümüş zırhı ve altında dalgalanan derin lacivert peleriniyle Jaksen'in yanındaydı.
"Helios'da canım sıkılmaya başlamıştı. Uzun zamandır sessiz kaldım." dedi Morgana, sözlerini sanki sadece kendi kendine söylüyormuş gibi sakin bir tonda. Ardından gözlerini Jaksen'e çevirdi. "Ama kuzeye ulaştığımızda bu sessizlik bozulacak."
Jaksen'in kalbi gürlüyordu. Helios'un dışına ve bu dünyayı ilk kez görecek olmanın heyecanı ve bilinmeyen bir dünyanın tehlikelerinin getirdiği korku, içinde karışıyordu. Lejyonun sert bakışlı subaylarına göz attı. Her biri Morgana'nın şövalyeleri arasında seçilmiş, savaşta kendilerini kanıtlamış isimlerdi.
"Jaksen" dedi Morgana. "Endişelenmeyi bırakmalısın. Eğer korkuyorsan bana sarılabilirsin, ben seni korurum."
Jaksen gözlerini devirdi ama Morgana'nın alaycı sözleri onu biraz rahatlattı. "Bu yaşadıklarım benim için çok yeni. Heyecanlandığım kadar endişeleniyorum da."
"Bu iyi bir şey. Endişen seni diri tutar" dedi Morgana.
Lejyon yavaşça ilerlerken, Jaksen diğer subaylarla da sohbet etti. Onların deneyimleri ve rahat tutumları, Jaksen'in yabancı dünyaya olan uyum sürecini kolaylaştırıyordu. Ancak içinde her daim bir şey, bir tehdit algısı gibi durmadan yankılanıyordu. "Bunun sonunda neyle karşılaşacağımı bilmiyorum ama bir yolunu bulacağım" diye kendini teselli etti.
Subaylardan biri olan Kalthor adındaki bir adam, Jaksen'in yanına yaklaştı. Kalthor, iri yapılı ve tecrübeli bir şövalye idi. Ses tonu her zaman sarkastik bir keskinlikle doluydu.
"İlk kez şehirden dışarıya çıkıyorsun, öyle mi?" diye sordu Kalthor, alaycı bir gülüşle. "Umarım fazla korkak çıkmazsın. Kuzey toprakları serttir."
Jaksen derin bir nefes alıp kendini toparladı. "Korku, savaşta ölümden kaçmaya yarar. Kişiyi hayatta tutan da aynı korkudur."
Kalthor'un alayı daha da derinleşti. "Doğru sözler. Ama Aries gibi bir canavarı gördükten sonra, bazen korkunun bile yetmeyeceğini anlıyorsun."
Bu sözler Jaksen'in içinde bir kıvılcım yaktı. Aries hakkında duydukları, onu bir tehdit olarak algılamasına neden olmuştu. Ancak bir yandan, onunla dövüşme fikri zihninde yankılanmaya başladı. "Belki de gerçekten bir gün onu yenebilirim." diye düşünerek kaşlarını çattı.
Tam bu düşünceler zihnini doldururken, ansızın gümüş saçlı gizemli elfin sesi derin ve yankılı bir şekilde zihninde duyuldu.
"Kahramanım" dedi gizemli elf, sesi hem rahatlatıcı hem de uyarıcıydı. "Gerçek düşmanların, asla gözlerinin önünde olanlar değildir. Dengeyi bul ve unutmaman gereken şeyi hatırla: Bu dünyadaki düşmanın o değil, onu kışkırtma."
Jaksen, gizemli elfin sözlerini anlamaya çalışırken kendini biraz daha rahatlamış hissediyordu. Neden olduğunu bilmese de gizemli elfin varlığı ona huzur veriyordu. Ancak Aries ile ilgili karmaşık düşünceler zihninin bir köşesinde kalmaya devam etti.
***
Kara elf ordusunun eğitim alanında, Liraz ve Fenrin ciddi ama öğretici bir tavırla kara elf askerlerini organize ediyorlardı. Meydanın her köşesinde eğitim devam ederken, elflerin sert komutlara uyduğu bir düzen vardı. Liraz'ın sesi, meydanı dolduran seslerin arasında gürültüyü yararak net bir şekilde duyuluyordu.
"Daha sıkı durun! Eğer bir formasyonu koruyamıyorsanız, düşman sizi Miria'da olduğu gibi yok eder!" dedi Liraz, çatık kaşlarının altında sert bir ifade ile.
Fenrin, bir grup askeri gözlemledikten sonra yavaşça yanına yaklaşıp omzuna dokundu. "Onlara biraz zaman ver. Yıllar boyunca köle olarak yaşadılar. Eski güçlerine ulaşmaları zaman alacak" dedi. Ancak sesi, özlemi anımsatan bir dalgalanmayla yumuşadı. Gözlerini kısa bir süre ufka dikti. "Aries'in burada bizimle olmaması bana garip hissettiriyor…"
Liraz, bu sözlere sessizce başını salladı. Eğitime dönecekmiş gibi yaptıysa da Fenrin'in duruşundaki ağırlık onu yerinde tutmuştu. "Onun yokluğunun her şeyi daha ağır hissettirdiğini biliyorum. Ama hayatta kalmayı bize Aries öğretti. Onsuz da başımızın çaresine bakmamız gerekiyor."
Fenrin'in dudaklarında acı bir gülümseme belirdi. "Sence o lanetli mağarada nasıl hayatta kaldı?" diye sordu, sesi düşünceliydi.
Liraz omuz silkti ve hafifçe gülümsedi. "Aries ne zaman pes etti ki? O her zaman imkânsızı başaracak bir yol bulurdu. Onun için pes etmek asla seçenek olmadı."
Fenrin bir an uzaklara dalmıştı. "Lenore... Onun o gün Aries'e söylediklerini hatırlıyor musun? Köle tüccarının onu kırbaçlattırdığı gün... Lenore bize hep güçlü olmayı öğretti."
Liraz başını salladı, gözlerinde hüzünle karışık bir sıcaklık vardı. "Tabii ki hatırlıyorum. 'Hayatta kalmak sadece nefes almak değildir. Hayatta kalmak, her düşüşte yeniden ayağa kalkmaktır. Gücün asıl sınavı, seni ezmek isteyenlere rağmen ayağa kalkabilmektir.' demişti. O sadece Aries için değil, bizim için de bir ilham kaynağıydı. Bizi bir arada tutan Lenore'du."
Fenrin bir an sustu, ardından yavaşça devam etti. "Lenore'suz geçen her gün biraz daha eksik hissediyorum. O, sadece bir dost değil, hepimiz için bir ışık gibiydi."
"Evet" dedi Liraz, derin bir nefes alarak. "O, Aries'i hayatta yegâne varlıktı. Bizim de tek umudumuzdu. Onun yokluğu... hâlâ can yakıyor."
Fenrin, bakışlarını yere indirerek hafifçe başını salladı. "Hatırlıyor musun, Lenore bir gece köle barakalarında hepimizi toplayıp kaçış planını anlattığında, onun sözleri bize umut olmuştu. 'Biz sadece zincirler değiliz,' demişti. Bu cümle hâlâ aklımda yankılanıyor. O günkü cesareti olmasaydı, belki biz hâlâ o barakalarda olurduk."
Liraz hafifçe gülümsedi. "Evet, ama bu planı gerçekleştiremedik. Yine de Lenore'un o geceki kararlılığı... Bize hayatta kalmayı öğretti. Bize her zaman umut verirdi. Ve Aries... O her zaman Lenore'un sözlerini gerçeğe dönüştürmek için çabalardı."
Fenrin derin bir nefes aldı, sesi hafifçe titredi. "Ve nihayet özgürüz, Lenore'nin bir zamanlar hayalini kurduğu gibi. Aries bu mücadeleyi kazanmalı, Liraz. Lenore da bunu isterdi. Ama... Lenore'un gönderdiği o mektup. Belki de artık bunu Aries'e açıklamanın zamanı geldi."
Liraz, kaşlarını çatarak ona döndü. "Bu kolay bir karar değil, Fenrin. Mektup Lenore'un el yazısıyla yazılmıştı. Bu, onun bize bıraktığı son istek. Eğer o istemediyse, bunun bir nedeni vardır. Lenore her zaman bizden daha ileri görüşlüydü. Ayrıca aramızda Aries'i en iyi tanıyan kişi de oydu. Bir nedeni olmadan bunu gizlememizi istemezdi."
Fenrin derin bir nefes aldı, ifadesi kararsızlıkla doluydu. "Belki de haklısın. Ama bir gün, doğru zaman geldiğinde, Aries'in bunu bilmesi gerekecek. O zamana kadar, bu sırrı saklamaya devam edebilecek miyiz bilmiyorum. Onu her gördüğüm de suçluluk hissediyorum. Dostuma ihanet ediyormuşum hissine ne kadar katlanabileceğimi bilmiyorum."
Her ikisi de bir süre daha sessiz kaldı, gözleri meydandaki kara elflerin eğitimine odaklandı. Geçmişin yükü, hâlâ omuzlarındaydı, ama bu yük onların güç kaynağıydı.
***
Düşes Aria, Larkan'daki soğuk ve ihtişamıyla dikkat çeken şatosunun balkonunda duruyordu. Kuzeyin vahşi rüzgârı, gümüşü andıran uzun saçlarını havaya savuruyordu. Altında, isyancılara gönderilmek üzere hazırlanan erzak ve silahlar yüklenen arabalar, kuzeye doğru gitmeye hazırlanıyordu.
Aria'nın gözleri, Morgana'nın Helios'tan ayrılmasıyla ilgili gelen haberi aldıktan sonra parlamaya başlamıştı. "Bu benim için bir fırsat olabilir" diye fısıldadı.
Soğuk rüzgâr yanaklarını okşarken, yüzünde beliren hafif gülümseme yerini ani bir ciddiyete bıraktı. Parmaklarını balkonun taş korkuluğuna yasladı ve derin bir nefes aldı. O anda, çok uzak bir geçmişten bir hayal, bir gölge gibi zihninde belirdi.
Bir çocuk… hayır, bir kardeş. Küçük bir çocuğun titreyen elleri…
"Abla!" diye bir ses yankılandı zihninde. Aria irkildi. Bu sesin yankısı, onu o kadar derinlere sürüklemişti ki kendini toparlamakta zorlandı.
"Kardeşim…" diye fısıldadı, sesi buğulu ama sözleri keskin bir bıçak gibi havada asılı kaldı. "Eğer yaşıyor olsaydın…"
Gözleri kısa bir süre boşluğa daldı, ama hemen ardından kendine geldi. Aria geçmişi hatırlamanın acısını ve verdiği rahatsızlığı bastırmayı çok iyi öğrenmişti. Geçmiş, onun için yalnızca zayıflığın bir yansımasıydı. Şimdi sahip olduğu gücü korumak ve oğlu için daha güçlü olmak adına her şeyi yapmaya hazırdı.
"Yaklaş" diye emretti soğuk bir sesle.
Bir an sonra, uzun pelerinli, gizemli bir adam sessiz adımlarla Aria'nın yanına geldi. Adam, yere diz çöküp başını öne eğdi. "Leydim" dedi, sesi derin ve itaatkârdı.
Aria'nın yüzündeki katı ifadede bir değişiklik olmadı. Gözleri, adamın eğik başına sert bir şekilde bakarken emirleri keskin bir şekilde döküldü: "Cadia'dan gelen erzakları derhal kuzeyli isyancılara ulaştırın. Her şeyin eksiksiz olmasını istiyorum. Hiçbir aksaklık istemiyorum. Eğer birisi erzakların kuzeye ilerlemesine engel olursa…" Bir an duraksadı, gözleri daha da karanlık bir sertlikle doldu. "Gerekeni yap."
Adam başını kaldırmadan, "Emredersiniz" dedi.
Aria, bakışlarını yeniden kuzey ufkuna çevirdi. Sesi alçak ama içindeki çılgınlık dolu tutkuyu yansıtan bir tonda, kendi kendine fısıldadı:
"Oğlum bir gün imparator olacak… O, tahta oturduğunda kimse beni durduramayacak."
Gizemli adam, emri yerine getirmek için ayağa kalkarken bir an durdu. "Helios'ta bulunan ajanlarımızdan haber var, leydim. Kahraman dikkat çekici bir şekilde güçleniyor. Tehlikeli olabilir."
Aria kısa bir kahkaha ile güldü, ama bu kahkahasında sıcaklıktan çok bir çılgınlık izi vardı. "Tehlike bazen bir hediyedir. Onu kontrol edebilirsek, tehlikesi bizim için bir silaha dönüşür. Kahramanı tarafımıza çekmenin bir yolunu bulun."
"Emredersiniz" dedi adam, sessizce şatodan ayrılırken.
Aria yalnız kaldığında, rüzgârla savrulan saçlarını düzeltmeye çalışmadan gözlerini tekrar kuzeye dikti. Ellerini korkuluğa yasladı, parmakları taşın soğuk dokusunu hissediyordu. Derin bir nefes aldı, ama içinde bir fırtına kopuyordu.
"Her şey oğlum için" dedi, bu kez sesi sertti. "Oğlum tahta çıktığında, geçmişte bana acı çektiren herkes, her şey… yok olacak."
Ancak düşüncelerinden kaçması mümkün değildi. Yavaşça gözlerini kapattı. "Kardeşim…" diye tekrar etti, bu kez sesi daha yavaş ve hüzün doluydu. "Bir gün her şey yeniden bizim olacak."