Aetheris; Kaosun Tahtı Bölüm 18 – Lanetin Gölgesinde

Aries, kuzeye doğru ilerlemeye devam ediyordu. Dar patikalar ve rüzgârın her şeyi sildiği çorak araziler, Reynor'un kuzey topraklarının sertliğini yansıtıyordu. Kafasında yankılanan intikam duygusu ve geçmişin izleri, her adımda ona eşlik ediyordu. Ancak bu yalnızlık, ona bir yandan da tanıdık geliyordu; yıllarca kölelikte, mağaranın karanlık derinliklerinde hayatta kalmak için savaşırken de bu yalnızlık hep yanındaydı.

Ufuktaki gri bulutlar, kuzeyin daha da zorlu olacağını haber veriyordu. Aries, pelerinini daha sıkı sardı ve dar bir vadiden geçerken ayaklarının altında taşların çatırdadığını duydu. Hava soğuktu, ama soğuk bile içindeki alevleri bastıramıyordu.

Zihninde yankılanan tanıdık bir ses, derinliklerden yükseldi. "İntikamını unutma, Aries. Onların hepsi cezasını çekecek..." içindeki karanlıktan gelen bu fısıltılar, zihninin derinliklerine işlemişti. Ama aynı zamanda huzurlu bir tonla konuşan başka bir ses daha vardı, gümüş saçlı elfin sakin ve bilmece dolu sözleri: "Gölgeler, her zaman ışığın doğuşuna eşlik eder. Ancak gölgeyi takip eden birinin ışığı görebileceği anlar vardır."

Aries, bu seslerden kurtulmak istercesine derin bir nefes aldı ve adımlarını hızlandırdı. Ancak kısa bir süre sonra rüzgârın taşıdığı başka bir şey fark etti. Kan kokusu... ve duman.

Aries, yolun kenarına yaklaştığında devrilmiş bir at arabası gördü. Tahta tekerlekler parçalanmış, eşyalar etrafa saçılmıştı. Arabadan çıkan duman ve kan kokusu, bunun bir saldırı olduğunu açıkça gösteriyordu. Çevrede yatan birkaç ceset, saldırının canavarlar tarafından yapıldığını ele veriyordu. İnsan bedenlerinden kopmuş uzuvlar, derin pençe izleri ve kırılmış kemikler...

Aries, yolun kenarında devrilmiş arabaya dikkatle baktı. Tahtalar arasından gelen hafif bir inilti duyduğunda, adımları yavaşladı. Dumanın ve kanın ağır kokusu, rüzgarla birlikte çevreyi kaplıyordu. Etrafa saçılmış cesetlerin ortasında hareket eden bir şey fark etti. Tahtaların arasında bir çift korku dolu göz parlıyordu. Kan ve çamura bulanmış, 6-7 yaşlarında bir kız çocuğu, enkazın arasında saklanıyordu. Küçük bedeni, sanki dünyaya görünmez olmak istercesine kasılmıştı.

Aries duraksadı. Gözleri çocuğa kilitlenirken, içindeki tanıdık bir fısıltı yükseldi: "Bu, senin yolun değil. Onu bırak. Zayıflar, seni yalnızca yavaşlatır." Fısıltı, karanlığın derinliklerinden gelen bir çağrı gibiydi. Aries'in intikam arzusunun somutlaşmış hali, ona yükünü hatırlatıyordu.

Elleri istemsizce yumruk oldu. Zihninin başka bir köşesinden huzurlu bir ton yankılandı. Gümüş saçlı bir elfin bilmece dolu sesi, zihninin karanlığını aydınlatmaya çalışıyordu: "Her ışık bir gölge taşır, ama gölgeler de ışığın ihtiyacını bilir. Bu çocuğun kaderi, seninkine dokunabilir."

Aries, iki sesin arasında sıkışmış gibi hissetti. Gözlerini çocuğun üzerine sabitledi. Küçük kızın korkuyla bakan gözleri, zihnine bir bıçak gibi saplanıyordu. Kendi geçmişine ait bir yankı... kölelik günlerinde, masumiyetinin yitirildiği o anlar... Bir anlığına, bu küçük kızın yerinde kendisini gördü. O zaman kimse kendisine yardım etmemişti. Peki, kendisi şimdi ne yapacaktı?

Kaos alevleri, ellerinin çevresinde titreşti. Çocuğu kurtarmak... onu yavaşlatır mıydı? Yalnızca bir yük mü olurdu? Gözleri kısa bir an için kapandı. Zihnindeki karanlık ses bir kez daha yükseldi: "Onu bırak. Yoluna devam et."

Aries, derin bir nefes aldı ve ellerindeki kaos alevlerini bastırdı. Karanlık fısıltıları zihninde susturmak istercesine ağır bir adım atarak arabaya yaklaştı. Tahtaların arasına eğilip çocuğa doğru uzandı. "Kıpırdama" dedi. Sesi sertti, ama içinde hafif bir yumuşaklık vardı.

Kız, donmuş gözlerle ona bakıyordu. Titrek bir nefes aldı, ama bir şey söyleyemedi. Aries, yavaşça ellerini ona uzattı. Çocuğu yerden kaldırırken, bedeninin hafifliği, korkusunun ağırlığını hissettiriyordu. Pelerinini çocuğun üzerine sardı. Kız, pelerine daha da sokuldu, ama gözlerini Aries'in yüzünden ayırmadı.

"Beni... öldürmeyecek misin?" diye fısıldadı kız, sesi çatlamış ve boğuktu. Aries, bu sözlerle bir an için duraksadı. Çocuğun korkusunun yalnızca canavarlardan değil, kendisinden de olduğunu anlamıştı. Gözleri kızın gözlerinde sabitlenmişken, bir süre konuşmadı.

"Hayır" dedi sonunda, sesi soğuk ama sakin. "Seni öldürmeyeceğim."

Çocuk, bu sözlere inanmakta zorlanır gibi bir ifadeyle pelerine daha sıkı sarıldı. Aries, birkaç adım attıktan sonra durdu ve çevresine baktı. Cesetler, kan izleri ve parçalanmış tahta parçaları... Bu manzara, onun için yeni değildi. Ama bu sefer, çevresindekilerden çok daha fazlasını hissediyordu. Zihnindeki karanlık ses bir kez daha yankılandı:

"Zayıflar için zaman harcamak, seni zayıf kılar. Bu bir hata."

Ama gümüş saçlı elf, bu fısıltıları bastırmaya çalışıyordu: "Masumiyetin yükü, yıkımdan daha ağır olabilir. Ama bu yük, seni yolundan saptırmaz, yolunu aydınlatır."

Aries, çocuğun sessizliğini dinledi. Zihnindeki karmaşa, her zamankinden daha yoğun bir hal aldı. Ama sonunda, ağır bir nefes alarak kızla birlikte yürümeye devam etti. Yol zorlu ve karanlık olabilirdi, ama o an bir karar vermişti: Bu çocuğu kaderine terk etmeyecekti.

Bir süre sonra, Aries, ileride yankılanan kılıç seslerini ve savaş çığlıklarını duydu. Aries, küçük kızı güvenli bir noktada bırakarak çevresini dikkatlice inceledi. Kulaklarına yankılanan savaş çığlıkları ve kılıçların çarpışma sesi, rüzgarla taşınıyordu. Ufukta, birkaç yüz metre ileride, bir grup Gallant İmparatorluğu askerinin canavarlarla çarpıştığını gördü. Derin bir nefes aldı ve kılıcının kabzasına uzandı.

Canavarlar, kuzeyin korkutucu yaratıklarından Larear Kurtları'ydı. Bu vahşi, iri yapılı ve uzun pençeli yaratıklar hem hızları hem de acımasız saldırılarıyla ünlüydü. Kurtlar, askerlerin üzerine atılıyor, bazılarını kalkanlarıyla savunmasız bırakırken, diğerlerini yere seriyordu. Aries, kısa bir süre uzaktan bu kaosu izledi.

Gözleri savaşın merkezine sabitlenmişken, içindeki karanlık ses yeniden yükseldi: "Onlar, imparatorluğun askerleri... Halkını katledenlerin bir parçası. Onlar, intikamını hak edenlerden. Onların varlığı, senin acının sebebi."

Elleri istemsizce titredi. Ancak zihninin başka bir köşesinde, gümüş saçlı elfin yankılanan sesi, bu karanlık düşünceleri bastırmaya çalıştı: "Adaletin ne olduğunu kendin seçebilirsin, Aries. Ancak karanlık, seni göremeyeceğin bir uçuruma sürükleyebilir."

Bir an tereddüt etti. Savaşın içine atılmak yerine, uzaktan izlemekle yetinebilirdi. Ama o anlardan birinde, yerde kalkanıyla kendini savunmaya çalışan genç bir asker, kurtlardan birinin pençelerine hedef oldu. Çığlık, Aries'in düşüncelerini delip geçti. Gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı.

"Yeter" diye mırıldandı kendi kendine. Kılıcını kınından çekti ve adımlarını hızlandırdı. Kaos alevleri, bedenini sarmalarken her adımda daha da yükseldi. İlk kurt, Aries'in kokusunu alıp ona doğru döndüğünde, o çoktan hamlesini yapmıştı. Kılıcı, yaratığın göğsünü yararak tek bir darbeyle yere serdi.

Aries, canavarların arasına bir fırtına gibi dalmıştı. Her hareketi ölümcüldü. Kılıcı, mor alevlerle kaplanmıştı ve yarattığı her darbe, yaratıkların etlerini yakıyordu. Kurtlar, birer birer yere serilirken, askerler bir an için savaşmayı bırakıp şaşkınlıkla Aries'in figürünü izlediler. Aries'in beyaz saçları ve ametist gözleri, mor alevlerinin ışığında tanınmamak için hiçbir neden bırakmıyordu.

"Bu... Bu şeytan..." diye fısıldadı bir asker, sesi korkuyla titriyordu.

Aries, askerlerin bu sözlerini duydu ama tepki vermedi. Onun için bu an, sadece kurtları öldürmekle ilgiliydi. Yaratıkların sayısı azalmış, geriye sadece birkaç tanesi kalmıştı. Son kalan kurtlardan biri, Aries'in üzerine atıldığında, o kılıcını tek bir hamlede savurdu ve yaratığı ikiye böldü.

Savaş sona ermişti. Larear Kurtlarının parçalanmış bedenleri, bozkırın zeminini kaplamıştı. Ancak Aries'in alevleri henüz sönmemişti. Ellerinde titreşen mor ışık, onun içinde yükselen karanlığın habercisiydi. Gözlerini Gallant askerlerine çevirdi. Bu sırada, askerlerin yüzlerinde hem minnettarlık hem de korku vardı.

Bir asker, titreyen sesiyle konuşmaya çalıştı. "Teşekkür... teşekkür ederiz. Sen... sen Aries'sin, değil mi? Söylentiler de anlatılan—"

Ama bu sözler Aries'in içindeki öfkeyi tetikledi. İntikam arzusunun fısıltıları bir kez daha zihninde yankılandı: "Onlar katiller. Halkının düşmanları. Onların varlığı, senin acının sebebi. Hepsi... ölümü hak ediyor."

Aries, bir an duraksadı. Zihnindeki seslerin birbirine karıştığı bir anda, elindeki alevler bir patlama gibi yükseldi. Gözleri, askerlerin korkuyla dolu bakışlarına odaklanmıştı. Gümüş saçlı elfin sesi, karanlık fısıltıları bastırmaya çalışıyordu: "Adalet, bir öfkeyle karar verilmez. Kararların, yolunu belirleyecek. Bu yolu seçmeden önce düşünmelisin."

Ama Aries düşünmek istemiyordu. İçinde bir öfke dalgası yükseldi ve alevler, askerlerin üzerine doğru ilerlemeye başladı. İlk asker kaçmaya çalıştı, ancak Aries'in kılıcı hızla savruldu ve adamın zırhını yararak yere serdi. Diğer askerler, korku içinde geri çekilmeye çalışırken, Aries onları birer birer hedef aldı.

Savaş sona erdiğinde, etrafta sadece cesetler kalmıştı. Canavarların ve askerlerin bedenleri, yerde üst üste yığılıydı. Aries, kılıcını indirip derin bir nefes aldı. Ancak içindeki boşluk, intikamın getirdiği rahatlamayı hissettirmedi. Zihninde gümüş saçlı elfin yankısı tekrar belirdi:

"Eğer bir ışık bulamazsan, bu karanlık seni yutacak, Agares'in Çocuğu..."

***

Güneş, Reynor kıtasının uçsuz bucaksız kuzey bozkırlarını altın bir örtüyle sararken, Gallant İmparatorluğu'nun on bin kişilik şövalye lejyonu sessizce ilerliyordu. Morgana, atının üzerinde heybetli bir şekilde oturuyor, derin lacivert pelerini sabah rüzgârında dalgalanıyordu. Kuzey topraklarının zorlu coğrafyası, lejyonun ilerleyişini iyiden iyiye yavaşlatmıştı. Dar geçitler, bataklıklar ve soğuk rüzgârlarla çevrili geniş ovalar, bu yolculuğu hem fiziksel hem de zihinsel olarak zorlaştırıyordu.

Jaksen, biraz geride, yorgun ama dirençli bir şekilde ilerleyen askerlerin arasında yürüyordu. Yüzünde bitkin bir ifade vardı, ancak içinde taşıdığı heyecan ve endişe bu yorgunluğu gölgede bırakıyordu. İlk defa Helios'un güvenli topraklarından çıkmıştı ve şimdi, bilinmeyene doğru bir yolculuğa çıkıyordu. Bir yandan Morgana'nın emirleriyle hareket eden lejyonun disiplininden etkileniyor, diğer yandan bu vahşi topraklarda neyle karşılaşacağını bilmediği için içten içe bir korku taşıyordu.

Jaksen, bir süredir Morgana'nın atının yanında atıyla ilerliyordu. Uzun yolculuk boyunca öğrenmeye çalıştığı her şeyi, aklına kazımak istiyordu. Ancak karşılaştığı bu uçsuz bucaksız kuzey toprakları, Helios'un düzenli yollarından ve sakin ovalarından tamamen farklıydı. Yağmurla dolup taşan bataklıklar, sivri kayalıklarla dolu geçitler ve soğuk rüzgârlar, kuzeyin acımasız doğasını gözler önüne seriyordu.

"Burası... bambaşka bir dünya gibi" dedi Jaksen, derin bir nefes alarak. "Helios'un güvenli yollarını özleyeceğimizi düşünmezdim."

Morgana, atının sırtında vakur bir şekilde otururken, bozkırların ötesine, ufukta yükselen Larkan dağlarına doğru baktı. Derin lacivert pelerini rüzgârla dalgalanıyor, ifadesi sert ve kararlıydı. "Bu topraklar, her insan için doğal bir tehdit, Jaksen" dedi soğuk bir sesle. "Burada hayatta kalanlar, güçle ve dirençle bunu başarır. Eğer Larkan'ı geçmek istiyorsak, sen ve lejyonun her bir neferi bunu anlamak zorunda."

Jaksen bir an duraksadı. Morgana'nın sesindeki kararlılık, genç adamın tedirginliğini hafifletmiş gibi görünse de bir yandan bu topraklara dair taşıdığı korkular büyüyordu. "Bu kadar büyük bir lejyonla ilerlemek, böylesine sert topraklarda oldukça zor görünüyor" dedi. "Yollar... ya da geçitler daha güvenli değil mi?"

Morgana hafifçe kaşlarını çattı. "Larkan'a kadar olan yolların çoğu, köyler ve kasabalar üzerinden geçiyor, ancak kuzeye yaklaştıkça bu yolların güvenliği azalır. İsyancılar sadece bizimle savaşmıyor; bu toprakları bize düşman hale getirmek için çalışıyorlar. Mümkün olduğunca gizli ve sessiz bir şekilde ilerlemeliyiz.''

Öğlen vakti lejyon kısa bir mola verdiğinde, Morgana ileri hattaki izcilerden gelen raporları değerlendirmek için subaylarıyla bir toplantı düzenledi. Geniş bir harita, düz bir kayanın üzerine serilmişti ve birkaç subay etrafında toplanmıştı. Harita üzerinde Larkan'a giden yollar ve olası geçitler işaretlenmişti.

İzci subaylarından biri, Morgana'nın dikkatini çekmek için öne çıktı. "Hanımım" dedi, haritanın üzerine eğilerek. "Son iki gün boyunca bölgede birkaç küçük köye uğradık. Çoğu terk edilmiş durumda, ancak bir tanesinde güney batıdan gelen mültecilerle karşılaştık. İsyancıların bir kısmı, Larkan'nın güneyine inerek bu bölgedeki hareketliliği arttırdıklarına dair bulgular var. Sanırım, kuzeydeki lejyonlara destek gönderileceğini tahmin ettikleri için Helios'dan gelecek desteklerin kuzeye doğru ilerlemeyi zorlaştıracak şekilde pusuya yatmış olabilirler."

Morgana gözlerini kısarak izcinin raporunu dinledi. "Bize karşı hazırlık yapıyorlarsa kendilerine güveniyor olmalılar. Onları Larkan yakınlarında mı yoksa başka bir bölgede mi bekliyoruz?" diye sordu.

İzci omuzlarını silkti. "Şu anda daha çok bilgiye ihtiyacımız var, General. Ancak Larkan'a ulaşmamızın bu bölgedeki isyancıların harekete geçmesine neden olacağını söylemek yanlış olmaz."

Subaylardan biri, haritayı işaret ederek konuştu. "Hanımım, Lejyonun geçtiği yolların çoğu ya bataklıklarla çevrili ya da dar geçitlerle sınırlı. Eğer isyancılar bir noktada saldırmayı düşünüyorsa, bu geçitler stratejik bir tehlike oluşturabilir."

Morgana başını salladı. "İsyancıların hamlelerini düşünmekten daha fazlasını yapmalıyız. Larkan'a ulaşmadan önce herhangi bir tuzağa düşmemeliyiz." Ardından izciye döndü. "Gece vardiyalarını sıkılaştırın ve en kısa sürede yeniden rapor verin."

Lejyon, öğleye doğru geniş bir bozkırın ortasında ilerliyordu. Göz alabildiğine uzanan çorak arazi, kuzeyin acımasız doğasını yansıtıyordu. Jaksen, yavaş yavaş alıştığı bu manzara karşısında dalgınca yürürken, birden ileri hattaki askerlerin arasından bir hareketlenme fark etti. Hızla Morgana'ya döndü.

"Bir sorun var gibi görünüyor" dedi Jaksen, hafif bir panikle.

Morgana, sakin bir şekilde atını ileri sürdü ve askerlerin arasından geçti. İleri hatta vardığında, birkaç izci yere çömelmiş, toprağı ve çevreyi dikkatle inceliyordu.

"Ne buldunuz?" diye sordu Morgana, sesi sert ve otoriterdi.

Bir izci ayağa kalkarak yanıt verdi. "General, taze izler. Bir grup atlı buradan geçmiş, ancak izler dağınık. Muhtemelen bir çatışma yaşanmış."

Morgana, etrafı dikkatle inceledi. Toprağa kazılmış derin izler ve yol kenarındaki parçalanmış bir araba kalıntısı göze çarpıyordu. "Bu, devriye grubumuzdan biri olabilir" dedi alçak bir sesle. "İzcilerimiz dört bir yana dağıldı, hanımım. Bu bölge de araştırılacak bir şey yok. Devam edelim mi?''

Morgana kaşlarını çatarak düşündü ve sonra lejyona ilerleme emrini verdi. Bölge tamamen açıktı ve ordusunu böyle açıkta bekletmek istemiyordu.

Lejyon, ilerlerken daha dikkatli bir düzene geçti. İzciler önden gidiyor ve bölgedeki izleri sürüyordu. Bir süre sonra, bozkırın ortasında devasa bir yaratığın kalıntılarına rastladılar. Yaratığın parçalanmış bedeni, bir savaşın izlerini taşıyordu.

"Bu da ne?" diye sordu Jaksen, hayretle yaratığa bakarak.

"Canavarlar" dedi Morgana. "Bu bölgenin vahşi doğasına ait yaratıklar. Ancak onları bu kadar güney de bulmak, hiç normal değil."

Bir izci, yaratığın yanında yerde duran bir simge buldu. Bu, Gallant İmparatorluğu'na ait bir devriye birliğinin simgesiydi. "General" dedi izci, simgeyi Morgana'ya uzatarak. "Bu, kaybolan devriyemize ait."

Morgana'nın yüzü ciddileşti. "Demek ki yaratıklar devriyelerimize saldırdı. Ancak burada yaratıkları öldüren bir şey ya da biri daha var."

Morgana, gözlerini bozkırın uçsuz bucaksız ufkuna dikerek cevap verdi. Aries'in kayıp olduğu zamandan beri bir haber alamadık. Kuzeye gitme ihtimali olabilir mi? Diye düşündü endişeyle. ''Eğer Aries buradaysa, onu bulmamız çok uzun sürmeyecek. Ancak onunla karşılaştığımızda hazırlıklı olmamız gerekiyor."

Morgana, izcilerden bölgeyi taramalarını istedi. Aynı zamanda lejyonu daha düzenli bir şekilde konuşlandırarak burada kamp kurmalarını emretti.

"Usta Morgana" dedi aniden. "Eğer Aries gerçekten buradaysa… biz onunla nasıl başa çıkacağız? Onun gücü… anlatılanlar doğruysa, onunla savaşmamız imkânsız."

Morgana, Jaksen'in endişesini anlayarak derin bir nefes aldı. "Korkmakta haklısın, Jaksen. Ancak unutma, Aries bir canavar değil, bir insan. İnsanların zaafları vardır. Bizim avantajımız, sayıca üstün olmamız ve disiplinimiz. Ancak Aries'le bir savaşa girmeden önce, onunla neden yüzleştiğimizi kendine hatırlat."

Jaksen, Morgana'nın sözlerini dinlerken biraz daha cesaret buldu. Ancak içindeki huzursuzluk hâlâ geçmemişti. Aries'in bir insan olduğunu söylemek kolaydı, ama onun ardında bıraktığı yıkımı hatırladıkça, bu sözler bir teselli olmaktan çok uzaktı.

Bir hata mı var? Şimdi bildir! Papara: 1733808570(Tıkla, Kopyala)
Yorumlar

Yorumlar

Novel Türk Yükleniyor