Aetheris; Kaosun Tahtı Bölüm 19 – Adaletin Bedeli

Morgana, duman ve çığlıklarla dolu karanlık bir savaş alanında duruyordu. Tuzlu deniz rüzgârı, yanan tahtaların kokusunu taşıyor, uzaklardan gelen dalga sesleriyle birleşerek kaosun bir parçası haline geliyordu. Elinde tuttuğu büyük kılıcın ağırlığını hissediyordu. Ellerindeki ter, kılıcın kabzasını daha da kayganlaştırıyordu, ama bırakmamaya kararlıydı.

Etrafında kalkanların ve kılıçların birbirine çarpma sesleri yankılanıyordu. Köy, korsanların saldırısıyla titriyor, Le Fayern Kontluğunun askerleri ve şövalyeleri direniş gösteriyordu. Morgana, savaşın merkezinde olmasa da bu kaosun tam içindeydi. Korku, karnının derinliklerinde yankılanan bir his olarak duruyordu, ama gözlerini bir an olsun abisinden ayırmıyordu.

Karşısında duran figür, kaosun ortasında bir kaya gibi sağlam ve güven vericiydi: Abisi, Caden le Fay. İri yapılı, zırhı rüzgârda parlayan bir lider. Yüzü sert ama bir o kadar da şefkat doluydu. Morgana'nın ellerindeki titremeyi fark etmişti. Birkaç adım yaklaşıp, savaşın gürültüsü arasında omzuna elini koydu.

"Korkma, küçük kardeşim" dedi gülümseyerek. Sesi, etraftaki kaosu bastıracak kadar güçlüydü. "Kılıç taşımak sadece yetenekle ilgili değil. Kalbinin cesareti, her şeyden önce gelir, bunu sakın unutma."

Morgana, abisinin gözlerine bakarken kendini yeniden bir çocuk gibi hissetti. Kalbindeki korkuyu bastırmak istiyordu, ama bu kadar büyük bir savaşta nasıl yapacağını bilmiyordu. "Ama ya korkarsam?" diye sordu, titrek bir sesle. "Ya korkum beni zayıflatırsa? Ya... başarısız olursam?"

Caden, ona eğildi ve yüzüne ciddi bir ifadeyle baktı. Ama bu ciddiyetin altında, kardeşine duyduğu sevgi açıkça belliydi. "Herkes korkar, Morgaine" dedi yavaşça. "Önemli olan korkuya boyun eğmemektir. Sadece cesur insanlar değil, adalete inananlar da korkuya rağmen savaşır. Korkuyu silahınla değil, kalbinle yenmelisin. Çünkü adalet, cesaretle yürüyenlerin silahıdır. İşte bu yüzden biz buradayız."

O an Morgana, kılıcını daha sıkı kavradı. Abisinin sözleri, onun içine işliyordu. Korkusunu kontrol etmek için elinden geleni yapacağına yemin etti. Ama çevredeki kaos, bu düşüncelerini bastırmaya çalışıyordu.

Caden, düşmana doğru ilerlerken Morgana onun hemen arkasında duruyordu. Korsanlar, köyün sokaklarında ateşler yakmış, kaçışan köylüleri takip ediyordu. Caden'in kılıcı her savrulduğunda bir korsan yere düşüyor, askerler de onun liderliğinde cesaretle savaşıyordu.

"Morgaine, arkamda kal!" diye bağırdı Caden, kılıcını savururken. "Bu senin ilk savaşın, o yüzden yalnızca beni takip et."

Morgana başını salladı ve kendini kontrol etmeye çalıştı. Etrafındaki karmaşayı anlamaya çalışıyordu. O sırada bir korsanın, köşede saklanan bir çocuğa doğru ilerlediğini gördü. Gözleri büyüdü ve düşünmeden hareket etti. "Hayır!" diye bağırarak kılıcını kaldırdı.

Korsan ona gülerek yaklaştı. "Ne yapıyorsun, küçük kız? Bu oyun senin gibi çocuklar için fazla büyük!"

Morgana, yutkundu ama geri çekilmedi. Kılıcıyla korsanın saldırısını engelledi ve tek bir refleksle kılıcını savurdu. Darbesi, korsanın bacağını sıyırdı ama bu onu dengesizleştirip yere düşmesine yetti. O anda, bu fırsatı değerlendirdi ve kılıcını düşmanının göğsüne sapladı.

Morgana'nın kılıcı korsanın göğsüne saplandığında, zaman bir anlığına durmuş gibiydi. Çarpışmaların, çığlıkların ve ateşin hışırtısının sesi, kulaklarında yankılanmayı bıraktı. Gözleri, kılıcın diğer ucunda yere yığılmış korsanın donuklaşmaya başlayan bakışlarına odaklandı. Derin bir nefes almak istedi, ama göğsünde bir ağırlık vardı. Elleri hâlâ kılıcın kabzasında sımsıkı duruyordu, ama bu sefer o titreme korkudan değil, farkına varamadığı bir şeyden kaynaklanıyordu.

Caden'in uzaktan gelen sesi, onu o anın içinden çekip çıkarmaya çalışıyordu: "Morgaine! Kardeşim! Arkama geç, çabuk!" Ancak bu ses, Morgana'nın zihninde yankılanan sessizliği kıramıyordu.

"Onu öldürdüm."

Bu düşünce, zihninde yankılanmaya devam etti. Hayatı boyunca abisinin sözlerini dinlemiş, bir şövalye olmanın halkını korumak, adalet için savaşmak demek olduğunu öğrenmişti. Ama bir insanı öldürmek... bu, beklediği gibi hissettirmiyordu. Gurur ya da zafer yoktu. Ellerine ve yüzüne sıçrayan kanın sıcaklığı, sanki kılıcından çok ruhuna işlemişti.

Bir anda titremeye başladı. Nefesi sıklaşmıştı. Gözleri korsanın cansız bedeninden kaçamıyordu. Kendi kendine, "Bir düşmandı. Halkıma zarar verecekti. Doğru olanı yaptım..." diye mırıldandı. Ama bu sözler, içindeki ağırlığı hafifletmeye yetmedi.

Caden, kardeşinin durumunu fark etti ve hemen yanına geldi. Gözleri, Morgana'nın titreyen ellerine ve kılıcına baktı. Kılıcı yavaşça kardeşinin ellerinden alarak yere bıraktı. Bir eliyle Morgana'nın omzuna dokundu, diğer eliyle başını çenesinden yukarı kaldırarak göz göze geldi.

"Morgaine" dedi, sesi alışıldık otoritesinden çok daha yumuşaktı. "Bu hissettiğin şey... yanlış değil."

Morgana'nın dudakları titriyordu. "Ama o... O bir insandı" diye mırıldandı, gözlerini kaçırarak. "Onu öldürdüm... ve... bunu yapmalıydım, ama..."

Caden, kardeşinin sözünü kesti. "Ama kendini kötü hissediyorsun. Bu, senin insan olduğunun bir işareti, küçük kardeşim. Eğer hiçbir şey hissetmeseydin, işte o zaman endişelenmem gerekirdi."

Morgana, abisinin gözlerindeki kararlılığı ve sıcaklığı gördü. "Ama bu duygu nasıl geçecek?" diye sordu. Sesi, yaşına uygun bir şekilde masum ve korkulu bir tona dönmüştü.

"Bu duygu geçmeyecek" dedi Caden, içtenlikle. "Ama bu kötü bir şey değil. Her savaşçı, ilk kez bir insan öldürdüğünde bunu hisseder. Çünkü öldürdüğün kişi kim olursa olsun, onların bir hayatı vardı. Ama unutma, sen bunu bir adalet savaşçısı olarak yaptın. Halkını korumak için yaptın. Onu öldürdün çünkü başka seçeneğin yoktu. Ve bu his, sana her zaman doğru yolu hatırlatacak."

Morgana başını salladı, ama hala tam olarak ikna olmuş görünmüyordu. Caden, elini kardeşinin omzundan çekmeden devam etti. "Adalet, cesaretle yürüyenlerin silahıdır, hatırlıyor musun? Ama bu cesaret, aynı zamanda insan olmayı unutmamaktır. Kendine karşı dürüst ol, Morgaine. Bir şövalye, önce kendi insanlığını koruyarak gerçek bir lider olur."

Çatışma sona erdiğinde, Le Fayern askerleri korsanları püskürtmüş, köyü kurtarmıştı. Morgana, savaş alanının ortasında, etrafındaki yıkımı izliyordu. Çevresinde yanmış evler, kan izleri ve yere yığılmış cesetler vardı. Ama gözleri sürekli, ilk öldürdüğü korsanın bedenine kayıyordu.

Caden, bir kez daha kardeşinin yanına geldi. "Bugün bir savaşçı oldun, Morgaine" dedi, ama sesi yorgundu. "Ama asıl mesele şu: Bu duyguyla nasıl yaşayacağını öğrenmek. Bu, kolay bir yol değil. Ama sen bir le Fay'sın. Bu mirası onurlandıracak olan sensin."

Morgana, derin bir nefes aldı ve ellerini yumruk yaptı. Gözlerindeki yaşları bastırmaya çalışırken, sessizce kendi kendine bir söz verdi: "Bir gün ağabeyim gibi olacağım. Adalet için savaşacağım. Ama bu his... bunu unutmayacağım."

Morgana'nın gözlerinde savaş alanının dumanı, çığlıklar ve dalga sesleri arasında ilk zaferini kazandığı an hala canlıydı. Kardeşi Caden'in sözleri zihninde yankılanıyordu: "Adalet, cesaretle yürüyenlerin silahıdır." Ancak aynı zamanda, yerde yatan korsanın donuk bakışları da zihnine kazınmış gibiydi. Kendini ne kadar cesaretlendirmeye çalışsa da hissettiği o içsel ağırlık hala oradaydı.

Savaş alanı, bir anda kararmaya ve bulanıklaşmaya başladı. Çevredeki çığlıklar ve kılıç sesleri kayboluyor, yerine derin bir sessizlik doluyordu. Bir anda yalnız kalmış gibi hissetti. Caden'in güçlü sesi bile, bu sessizlikte ona ulaşamıyordu. Yavaş yavaş her şey gözden silinirken, soğuk bir rüzgâr yüzüne çarptı.

Yavaşça gözlerini açtı. Kampın soğuk havası, rüyasının yerini aldı. Gözlerini birkaç kez kırpıştırarak bulunduğu çadırın içinde etrafına bakındı. Nefesi hızlıydı ve göğsü inip kalkıyordu. Kalbi hala o savaş alanındaymış gibi atıyordu. Ancak farkındaydı; bu sadece bir rüyaydı. Geçmişinin yankıları, onu uyandırmak için yeterince güçlüydü.

Morgana yavaşça doğruldu. Pelerini omuzlarına alırken bir an ellerine baktı. O gün ilk kez bir insanın hayatını almıştı. Bugün ise, halkını korumak için yüzlerce kez kılıç sallamış olmasına rağmen, o anın ağırlığını hala hissediyordu.

Morgana, çadırdan dışarı adımını atarken hala abisinin 'Morgaine' deyişinin yankısını duyuyordu. Ne kadar Gallant topraklarında 'Morgana' olarak bilinse de, doğduğu topraklarda yankılanan bu isim, her zaman ona gerçek kimliğini hatırlatıyordu."

Çadırdan dışarı adımını attığında, soğuk gece havası yüzüne sert bir şekilde çarptı. Kuzeyin vahşi toprakları, karanlık ve sessizdi. Kampın içinde yanan birkaç ateş, nöbetçilerin gölgelerini uzatıyor, hafif bir rüzgâr ateşi dans ettiriyordu. Gökyüzü yıldızlarla kaplıydı; ancak bu manzara, içindeki huzursuzluğu yatıştırmaya yetmiyordu.

Morgana, ellerini pelerinine sararak kampın merkezine doğru yürümeye başladı. Her adımında, nöbetçi askerlerden biri ona başıyla selam veriyordu. Selamlara sessizce başıyla karşılık verdi, ama gözleri sürekli etrafta dolaşıyordu. Havadaki bu sessizlik aldatıcı olabilirdi, özellikle de Larkan gibi bir sınır noktasında.

Bir süre kampın düzenini kontrol etti. Nöbetçilerin pozisyonları, yanan ateşlerin yerleşimi ve cephaneliğin güvenliği... Her şey olması gerektiği gibiydi. Ancak Morgana, yalnızca fiziksel bir tehdit değil, zihnindeki ağırlıktan da kurtulmaya çalışıyordu. Soğuk hava bile bu yükü hafifletmeye yetmiyordu.

Kampın karanlık bir köşesine yaklaştığında, küçük bir ateşin başında oturan birini fark etti. İlk başta, sadece bir nöbetçi olduğunu düşündü. Ancak biraz daha yaklaştığında, ateşi karıştıran bu figürün Jaksen olduğunu anladı. Çenesini avucuna dayamış, önündeki yanan dallara dalgın bir şekilde bakıyordu.

Morgana, sessizce yanına yaklaştı. Çizmelerinin hafifçe çıkardığı ses, Jaksen'in irkilmesine sebep oldu. Genç adam başını kaldırıp Morgana'ya baktığında, yüzünde hem şaşkınlık hem de bir miktar utanç vardı.

"Uyuyamadın mı, Jaksen?" diye sordu Morgana, sesi alışılmadık şekilde yumuşaktı.

Jaksen, başını iki yana salladı ve gözlerini tekrar ateşe çevirdi. "Hayır" dedi, hafif bir gülümsemeyle. "Sanırım... Helios'un güvenli duvarlarının içerisinden ziyade, dışarda her an bir tehlikeyle karşılaşma hissiyle uyumaya alışmak biraz zaman alacak. Ayrıca, ben… düşünüyordum."

Morgana, genç adamın yanına oturdu. Pelerini daha sıkı sardı ve ateşin sıcaklığını hissetmeye çalıştı. Bir süre sessizlik oldu. Sadece yanan dalların çatırdayan sesleri vardı.

"Zihin yorgun olduğunda, uyku gelmez" dedi Morgana, gözlerini ateşe dikerek. "Ama bu yorgunluğu bastırmazsan, sabah olduğunda daha yorgun hissedersin. Biraz dinlenmelisin."

Jaksen, Morgana'ya dönerek başını salladı. "Ama düşüncelerimi nasıl bastırabilirim?" diye sordu. "Burada oturup... geçmişte yaptığım veya yapamadığım şeyleri düşünmeden duramıyorum."

Morgana, genç adamın bakışlarındaki masumiyeti ve kafa karışıklığını gördü. Kendi gençliğini hatırladı. İlk savaşı, ilk öldürdüğü insan, ilk kaybettiği masumiyet... Jaksen'i bir süre inceledikten sonra hafifçe gülümsedi.

"Bu, herkesin geçmesi gereken bir süreç" dedi. "Ben de geçmişte böyle geceler yaşadım. Gözlerini her kapattığında bir şeyleri yanlış yaptığını hissetmek... ya da doğruyu yapıp yapmadığını sorgulamak. Ama bu düşünceler, seni daha güçlü yapacak, inan bana."

Jaksen başını eğdi, ateşi karıştırmaya devam etti. "Usta Morgana… Sizin, hiç korktuğunuz bir an oldu mu?" diye sordu, sesi neredeyse fısıltı gibiydi.

Morgana derin bir nefes aldı. "Her zaman korktum, Jaksen. Ama bu korku beni asla durdurmadı. Cesaret, korkunun yokluğu değildir. Korkuyla başa çıkma yeteneğidir. İlk savaşımdan sonra, ilk kez bir insan öldürdüğümde... bunu hiç unutmadım. Ama o his, beni güçlendirdi. O hissi bastırmaya çalışmadım, onunla yaşamayı öğrendim. İlk savaşımdan sonra girdiğim her savaşta, her zafer de korkuyu üzerimde taşıdım. Korkmadan, gerçek bir savaşçı olamazsın, Jaksen. Korku, gerçek bir savaşçıyı cesur olmaya iter."

Jaksen, bu sözlerden etkilenmişti. Morgana'nın yüzündeki kararlılık ve gözlerindeki dinginlik, onun kendine güvenini yavaş yavaş artırıyordu. Ancak hala kafasında çözülmeyen sorular vardı. "Ama ya... ya başarısız olursam?" diye sordu, gözleriyle Morgana'ya bakarak.

Morgana, genç adamın omzuna bir elini koydu. "Başarısızlık, yalnızca bir son değildir, Jaksen. Aynı zamanda bir derstir. Ama cesaretin varsa, tekrar ayağa kalkar ve bir daha denersin. Bir lider, bir savaşçı, hatta bir kahraman... bunların hepsi ne kadar hızlı düştüğünle değil ne kadar güçlü kalktığınla ilgilidir."

Morgana, Jaksen'in omzuna hafifçe vurarak ayağa kalktı. "Hadi, artık biraz dinlen. Yarın uzun bir gün olacak" dedi. Genç adam başını sallayarak ayağa kalktı ve çadırına doğru yürümeye başladı. Ancak Morgana, ateşin başında birkaç saniye daha durdu. Gözleri uzaklara, kampın karanlık sınırlarına kaydı. Kuzeyin vahşi toprakları her zaman sessizdi, ama bu sessizlik ona huzurdan çok bir tehdit gibi geliyordu.

Rüzgârın yön değiştirmesiyle kampın çevresinden gelen bir uğultu, Morgana'nın dikkatini çekti. Bir an durup kulak kesildi. Hafif bir yaprak hışırtısı ve neredeyse duyulmayacak kadar ince bir çatırtı... Eğitimli bir asker olarak, bunun sıradan bir gece sesi olmadığını anlamıştı.

Hızla elini kılıcının kabzasına götürdü ve bir adım ileri çıktı. Kamp çevresinde nöbet tutan bir askerin, rüzgârın içindeki bu değişik sesi fark etmemiş olması ihtimali onu rahatsız etti. Dikkatle çevresine baktı. Karşısındaki karanlık ağaçlar ve kayanın gölgesinde hiçbir şey hareket etmiyordu. Ama içgüdüleri ona bir şeylerin yanlış olduğunu söylüyordu.

"General Morgana!" diye bir ses duydu. Arkasını döndüğünde, izci subaylarından biri hızla ona doğru yaklaşıyordu. Nefes nefese kalmış bir haldeydi. "İzcilerimiz kuzey doğu tarafında garip bir iz buldu. Sanırım..." Subay duraksadı, yüzünde hem endişe hem de korku vardı. "Sanırım öğlen gördüğümüz yaratıklardan farklı bir grup yaratık, bir süre önce bu bölgedeymiş."

Morgana'nın kaşları çatıldı. "Yaratıklar mı?" diye sordu, sesi sert ve kararlıydı. Subay başını salladı. "Evet hanımım, ama izler taze değil. Yine de... bu kadar güneyde bu kadar yaratık olması garip. Burası normalde yaratıkların olmadığı bir bölge."

Morgana derin bir nefes aldı ve bir süre sessiz kaldı. Kuzeyin yaratıkları genellikle daha derinlerde bulunurdu. Öğlen gördüğü ölü yaratık cesetleriyle beraber şimdiki yeni izler, canavarların bu kadar güneye inmiş olmaları, Larkan'a giden yolculuklarının tahmin ettiğinden daha zor olacağının açık bir işaretiydi.

"Devriyeleri sıkılaştırın" dedi soğuk bir tonda. "Eğer bir şey görürseniz, hemen haber verin. Ve kimse dikkatsiz davranmasın. Bu sessizlik, çok uzun sürmeyecek gibi hissediyorum."

Subay başını sallayıp hızla geri döndü. Morgana, gece rüzgârında bir süre daha ayakta durdu. Kuzeyin vahşi doğasının ağırlığını hissetti. Larkan'a sadece birkaç günlük mesafedeydiler, ama bu toprakların onları nasıl bir tehlikeye sürükleyeceğini bilmiyordu.

Yazar Notu: Morgana'nın, doğduğu topraklardaki orjinal ismi ''Morgaine'', ancak Gallant dilin de ismi Morgana olarak telaffuz ediliyor. Hayatının büyük kısmını Helios da geçirdiği için Morgana ismine alıştı. Ancak, rüyasın da abisinin ''Morgaine'' olarak hitap etmesi, kendi orjinal dillerindeki gerçek adının bu olmasından kaynaklı.

Bir hata mı var? Şimdi bildir! Papara: 1733808570(Tıkla, Kopyala)
Yorumlar

Yorumlar

Novel Türk Yükleniyor