Aetheris; Kaosun Tahtı Bölüm 20 - Karanlığın Gölgesinde Bir Hayat
Gece, Reynor'un kuzey topraklarına tüm karanlığıyla çökmüştü. Yıldızlarla dolu gökyüzü, yukarıdan her şeyi izliyordu, ama bu manzara bile ormanın derinliklerinde kaybolan soğuk yalnızlığı aydınlatmaya yetmiyordu. Rüzgâr, ağaçların dallarını hafifçe sallarken, ateşin cılız ışığı ormanın gölgelerinde dans ediyordu.
Aries, sırtını geniş bir ağaca yaslamış, pelerinini omuzlarına sıkıca sarmış halde sessizce oturuyordu. Gözleri, önünde yanan küçük kamp ateşine dalmıştı. Ateşin çatırdayan sesi, karanlığın sessizliğinde yankılanıyordu. Ancak bu sessizlik, zihnindeki fırtınayı bastırmaya yetmiyordu. Kendi içinde yankılanan iki ses, huzur ve kaos arasındaki savaşı sürdürüyor gibiydi.
"İntikamını unutma, Aries. Onların hepsi cezasını çekmeli..."
Bu fısıltı, karanlık ve tehdit doluydu. Sanki zihninin derinliklerinden bir pençe uzanmış, onu kendi öfkesine sürüklemeye çalışıyordu.
Ama bir başka ses, gümüş saçlı elfe ait o bilgece ve sakin tonla, karanlığı yırtarak yükseldi: "Gölgeler, her zaman ışığın doğuşuna eşlik eder. Ancak gölgeyi takip eden birinin ışığı görebileceği anlar vardır."
Aries derin bir nefes aldı. Fısıltılar zihnini kemirirken, ateşe odaklanmaya çalıştı. Ancak huzuru bulmak mümkün değildi. O sırada bir ses duyuldu. İnce, neredeyse duyulmayacak kadar hafif bir guruldama...
Gözlerini açtı ve hemen önünde oturan küçük kıza baktı. Kız, pelerininin altına büzülmüş, incecik kollarıyla dizlerini sarmış halde oturuyordu. Yüzünde korkuyla karışık bir utanç vardı. Küçük kızın karnı, açlıktan guruldamıştı ve bu, Aries'in dikkatini çekmişti.
Kız, Aries'in bakışlarını fark ettiğinde gözlerini yere indirdi. Sesi çıkmıyordu, ama yüzündeki utangaç ifade, aç olduğunu açıkça ele veriyordu. Birkaç saniye sonra, ince bir sesle mırıldandı:
"Üzgünüm... Ama... çok açım."
Aries bir an duraksadı. Bu sözler, onu tamamen hazırlıksız yakalamıştı. Hayatı boyunca yalnızca kendi hayatta kalma içgüdülerine güvenmişti. Başkalarının ihtiyaçlarını düşünmek gibi bir alışkanlığı yoktu. Küçük kızın masumane açlığı, Aries'in içinde garip bir rahatsızlık yaratıyordu. Bu his, alışık olmadığı bir çaresizliği beraberinde getirmişti.
Zihnindeki sesler bir kez daha çarpıştı.
"Bu, senin yolun değil. Onu bırak. Zayıflar seni yalnızca yavaşlatır." Karanlık fısıltılar, içindeki öfkenin ve yalnızlığın yankılarıydı.
Ama huzurlu bir tonla başka bir ses bu düşünceyi bastırmaya çalıştı:
"Masumiyetin ihtiyaçları, yıkımdan daha büyüktür. Bu yük, seni insan kılar."
Aries, kaşlarını çatarak bir an için sustu. Gözleri tekrar küçük kıza döndü. Bu çocuk, ne için savaştığını bile bilmiyordu. Korkusunu saklamaya çalışan yüz ifadesi, Aries'in zihnine derin bir şekilde kazındı. Yıllar önce kendisini kölelikte çaresiz bir çocuk olarak hatırladı. O zaman, kimse ona yardım etmemişti. Şimdi, elinde bir seçim vardı.
Derin bir nefes aldı. Çantasına uzandı ve hızlıca karıştırdı. Su matarasını kenara koydu, ama yiyecek hiçbir şey yoktu. Normalde yemeklerini hanlarda yerdi ya da hizmetkârları tarafından hazırlanırdı. Şimdi ise bu basit bir açlık meselesi gibi görünse de Aries için bir sınav gibiydi.
"Sıradan insanlara göre fiziksel ihtiyaçlarım daha az. Çantam da ki yemeğin bittiğini bile fark etmemişim, şimdi ne yapacağım? Küçük bir çocuğu bile besleyemeyeceksem, intikamımı nasıl alacağım?" diye düşündü.
Kendi gücünü sorgulayan bu düşünceler, onun zihninde yankılanırken, küçük kızın aç gözleriyle kendisine baktığını fark etti. Bu bakışlar, Aries'i bir kez daha rahatsız etti. Gözlerini ateşe çevirdi ve ağır bir ses tonuyla sordu:
"Ne yemek istersin?"
Küçük kız, korkulu bir şekilde başını kaldırdı. Bu soru bile onun için beklenmedikti. Birkaç saniye düşündükten sonra, utangaç bir tonda mırıldandı:
"Her şey olur..."
Aries, bu cevaba kısa bir süre sessiz kaldı. Elleri istemsizce yumruk oldu. Ateşe bakarak, kendi kendine fısıldadı:
"Her şey mi? Ne yapacağımı bile bilmiyorum."
Sonunda ayağa kalktı. Gözleri sertleşmişti, ama içinde bir kararlılık vardı. Küçük kıza döndü ve kısa bir emir verdi:
"Bekle burada. Yakında dönerim."
Küçük kız, hafif bir baş hareketiyle cevap verdi. Aries, pelerinini omuzlarına sardı ve ormanın karanlığına doğru adım attı. Ağaç dallarının arasında ilerlerken, içindeki fısıltılar yeniden yükseldi.
"Zayıflar için zaman harcamak, seni yolundan alıkoyar. İntikam, senin tek amacın."
Ancak gümüş saçlı elf, bu karanlık düşünceleri bastırmaya çalıştı:
"Bir masumu korumak, seni güçsüz yapmaz. Ancak bu masumiyet, senin gölgeni aydınlatabilir."
Aries, düşüncelerini susturmak istercesine derin bir nefes aldı. Çevresini dinledi, burnuna ulaşan hafif bir koku veya toprağa bırakılmış bir iz aradı. Bu dünyada hayatta kalmak için geliştirdiği içgüdüler, onu bir tavşanın izine yöneltti. Gözleri, yerdeki ayak izlerine ve kopmuş otlara dikkatle baktı.
Bir süre sonra, hareketsiz duran bir tavşan gördü. Kaos alevlerini kullanmadan, tamamen sessizce ve dikkatle yaklaştı. Ağaçların arasından sıyrılarak, avını kolayca ele geçirdi.
Ormana hâkim olan sessizlik, Aries'in karanlıkla savaşının yankısıydı. Döndüğünde, küçük kız hâlâ ateşin başında oturuyordu. Aries, tavşanı hazırlamaya girişti ancak daha önce hiç böyle bir şey yapmadığı için hayvanın derisini beceriksizce soydu. Kız, korkulu ama merak dolu gözlerle onu izliyordu. Aries, tavşanı pişirirken ateşe odaklandı. İçindeki karanlık fısıltılar bu kez susmuştu. Ateşin çatırdaması, zihnindeki karmaşayı bastırıyordu.
Et piştiğinde, küçük kıza doğru döndü ve sessizce etin bir kısmını ona uzattı.
"Yemek hazır. Ye bakalım, küçük kız" dedi. Ancak bu sözlerin ardında, bir şey daha vardı. Kendi kendine mırıldandı:
"Küçük bir çocuğu beslemek bu kadar zorsa, ben bu yolda daha nelerle yüzleşeceğim?"
Küçük kız, önüne konulan yemeğe tedirgin bir şekilde baktı. Yorgun ama açlıkla titreyen elleri, Aries'in verdiği etin ucunu usulca kavradı. Ateşin titrek ışığında yüzündeki ince çizgiler daha belirgin hale geldi; yaşadığı korku, kaybın izleriyle birleşmişti. İlk lokmayı aldı, dikkatle çiğnerken göz ucuyla Aries'e baktı. Aries, çocuğun yemeğine odaklanmış sessizce oturuyordu.
Kız bir süre daha sessizce yemeğini yerken, Aries'in zihni ateşin yumuşak çatırdamaları arasında düşüncelerle dolup taşıyordu. Kendi içindeki karanlık fısıltılar, bu sessiz anlarda azalmış gibiydi. Bu küçük kızın varlığı, onun zihnindeki intikam girdabını bir süreliğine durdurmuştu.
Aries, bir süre ateşi izledikten sonra sessizliği bozdu. Sesi alışıldık şekilde sertti, ama içinde bir yumuşaklık barındırıyordu.
"Adın ne?" diye sordu.
Kız başını hafifçe kaldırdı. Yüzündeki utangaç ifade, onun konuşmaktan çekindiğini gösteriyordu. Ancak birkaç saniye sonra, ince bir sesle cevap verdi.
"Reyna..."
Aries, başını hafifçe salladı. Bu ismi, dilinde yavaşça tekrar etti. "Reyna..." Sanki bu isim, zihninde yankılanan karanlığı hafifletmiş gibiydi. Kızın masumiyeti, Aries'in sert tavrında küçük bir çatlak açmıştı.
"Peki, Reyna..." dedi Aries, gözlerini kızdan ayırmadan. "Nereden geliyorsun? Ailen nerede?"
Bu soru, Reyna'nın yüzündeki utangaçlığın yerini bir hüzne bıraktı. Ellerindeki eti dizlerine koydu, bakışlarını ateşe sabitledi. Gözlerinde yaşlar birikmişti, ama ağlamamak için direndi. Derin bir nefes alarak konuşmaya başladı.
"Biz..." dedi titrek bir sesle. "Haldran'dan geliyoruz. Babam... bir tüccardı. Haldran'daki işlerini bırakıp Larkan'a taşınmak istiyordu. Orada daha büyük ticaret yapabileceğini söylemişti..."
Reyna'nın sesi çatallaştı. Ellerini sıkıca birbirine kenetledi ve konuşmaya devam etti.
"Yolda... saldırıya uğradık. Babam, annem, hizmetçilerimiz... paralı askerler bile... Hepsi öldü. Canavarlar... O kadar büyüktüler ki... Korkunçtular."
Reyna'nın sesi tamamen titremeye başlamıştı. Gözyaşları yanaklarından süzülürken, annesini hatırladığı anlar zihninde canlandı.
"Annem..." dedi, sesi bir fısıltı gibiydi. "Beni korumak için... Beni o arabaya sakladı. Beni sakladıktan sonra... onlar... onu da öldürdüler."
Aries, Reyna'nın anlattıklarını sessizce dinledi. Yüzü duygusuz görünüyordu, ama içinde bir şeyler kımıldıyordu. Kendi geçmişi... ailesinin katledilişi, kölelik günleri... Reyna'nın anlattıkları, ona kendi acı dolu anılarını hatırlatıyordu. Ama bu kez, bu masum çocuğun sesi, kendi karanlık fısıltılarını bastırıyor gibiydi.
Reyna, Aries'in sessizliğinden cesaret alarak devam etti.
"Onlar... arabamızı parçaladılar. Herkes... herkes öldü." Gözyaşları hızla akıyordu. "Ben de ölecektim, ama... sen geldin."
Reyna'nın sözleri Aries'i duraksattı. Kaşlarını hafifçe çattı ve gözlerini kısa bir an ateşe çevirdi. Kendi geçmişine dair bir yankı gibi gelen bu yanlış anlamayı düzeltmek istedi. Ancak konuşmak, hissettiği tuhaf bir yükle daha da zor hale gelmişti.
"Ben seni kurtarmadım" dedi Aries, sesi sert ama düşünceliydi. Reyna başını kaldırıp şaşkınlıkla ona baktı.
"Hayır" diye ısrar etti küçük kız, gözleri yaşlarla doluydu. "Canavarlar beni bulmak üzereydi. Onları sen öldürdün... Öyle değil mi?"
Aries, Reyna'nın yüzündeki masumiyeti bir süre izledi. Bu çocuk, kurtarıcısının kendisi olduğuna inanmıştı, ama bu doğru değildi. Yine de bu durumu açıklamak zorunda hissetti.
"Canavarları ilk püskürtenler Gallant askerleriydi" dedi, gözlerini tekrar ateşe çevirerek. "Ben... sadece onların peşinden geldim. Seni bulduğumda, onlar başka bir yerde savaşıyorlardı."
Reyna'nın yüzündeki şaşkınlık, yerini yavaşça bir kararsızlığa bıraktı. Ellerini birbirine kenetledi, sanki bu açıklamayı anlamaya çalışıyordu. "Ama... sen olmasaydın..." diye fısıldadı, sesi güçsüzdü.
Aries, gözlerini Reyna'ya çevirdi. Gözlerindeki ifade hala soğuktu, ama bu kez sertlikten çok bir tür melankoli barındırıyordu. "Beni yanlış anlama" dedi. "Gallant askerleri olmasaydı, belki de hayatta olmayacaktın. Ama seni burada yalnız bırakmamamın bir anlamı var. Bu, onların yaptığı kadar önemli olabilir."
Reyna, Aries'in ne demek istediğini tam anlamasa da sessizce başını salladı. Küçük elleriyle gözyaşlarını sildi ve tekrar konuştu.
"Peki neden... neden beni yanına aldın? Eğer... askerler beni bulmuş olsaydı, belki beni koruyabilirlerdi."
Aries bir an durdu. Reyna'nın sorduğu bu soruyu kendine bile sormamıştı. Cevabı var mıydı? Zihnindeki fısıltılar bu soruya sessizlikle karşılık verdi, ama gümüş saçlı elfin huzurlu sesi yankılandı:
"Her ışığın bir sebebi vardır. Ama bazen, bir ışık sadece var olmak için yeterlidir."
Aries, kendi kendine kısa bir iç çekti ve Reyna'ya cevap verdi.
"Bilmiyorum" dedi dürüstçe. "Ama seni yalnız bırakmak... yanlış gibi hissettirdi. Belki bu dünyada her şeyin bir anlamı vardır. Belki de seninle karşılaşmam, bu anlamın bir parçasıdır."
Reyna, bu sözleri sessizce dinledi. Yüzünde hem şaşkınlık hem de bir tür güven ifadesi belirdi. Aries'in tam anlamıyla bir kahraman gibi olmadığını, ama onu yalnız bırakmayacağını anlamış gibiydi.
"Teşekkür ederim" dedi yavaşça. Gözleri hâlâ hüzünle doluydu, ama artık içinde bir parça huzur da vardı.
Aries, tekrar ateşe bakarak kısa bir süre sessiz kaldı. Reyna'nın bu basit teşekkürü, onun zihnindeki karmaşayı bir süreliğine bastırmıştı. Ancak, kendi yolculuğunun hala ne kadar karanlık olduğunu hissediyordu.
"Dinlen" dedi Aries, sesi alışıldık sert tonundaydı. "Yarın uzun bir yolculuk olacak."
Reyna, Aries'in bu sözleriyle başını salladı. Pelerininin içine daha da sokuldu ve yavaşça gözlerini kapattı. Aries, ateşe bir odun daha atarak derin düşüncelere daldı. Bu küçük kızın varlığı, onun intikam odaklı yolculuğunda beklenmedik bir durak olmuştu.
Gece ilerlerken, intikam tanrıçasının fısıltıları bir kez daha yankılandı:
"Bu yolu seçtiğin sürece, senin yükün yalnızca acı olacak."
Ancak bu kez, fısıltılar eski gücüne sahip değildi. Reyna'nın varlığı, Aries'in zihnindeki karanlık üzerinde küçük ama belirgin bir ışık yaratmıştı.
Gece ilerlerken kamp ateşi yavaşça sönüyor, çıtırtıları ise ormanın karanlığında yankılanıyordu. Reyna, Aries'in pelerininin altına kıvrılarak uykuya daldı. Küçük bedeninden yükselen sakin nefesler, Aries'in kulaklarına alışık olmadığı bir huzurun yankısı gibi geldi. Ancak bu huzur, onun zihnindeki karanlık fısıltıları tamamen susturamıyordu.
Aries, pelerinini omuzlarına daha sıkıca sardı ve bağdaş kurarak ateşin önüne oturdu. Gözlerini kapattı, nefesini düzenledi ve zihnini sakinleştirmeye çalıştı. Yıllardır bu kadar huzurlu bir ortamda meditasyon yapmamıştı. İçinde bir yerde, gümüş saçlı elfin yankılanan sözlerini duyar gibi oldu:
"Güç, kontrol olmadan yalnızca yıkım getirir. Mananı hisset, onu dizginle. Onu şekillendirerek kendi yolunu bul."
Derin bir nefes alarak zihnini bedenindeki mana çekirdeğine odakladı. Kendi manasını hissetmek için tüm dikkatini iç dünyasına çevirdi. Manası, vücudunun merkezinde hafifçe titreşiyor, bir nehir gibi damarlarında dolaşıyordu. Ancak bu nehir, vahşi ve dizginsizdi; tıpkı Aries'in hayatı boyunca hissettiği öfke ve intikam arzusu gibi.
"Mana, yaşamın temel taşıdır" diye düşündü Aries. "Ama onu kontrol edemiyorsam, bu güç ne işe yarar?"
Manayı hissetmeye başladığında, çevresindeki dünya yavaş yavaş silindi. Ateşin çatırdaması ve Reyna'nın sakin nefesleri bile zihninin derinliklerinden gelen bu yoğun akışın yanında önemsiz kalıyordu. Kendi içinde bir dünya vardı; bir karanlık deniz gibi dalgalanan mana, kontrol edilmek için sabırsızlanıyordu.
"Odaklan" dedi kendi kendine. "Bunu kontrol etmek zorundasın."
O anda, gümüş saçlı elfin sesi bir kez daha zihninde yankılandı. Ancak bu kez daha net ve yönlendiriciydi:
"Mana, bir kılıç gibidir. Kılıcın keskinliğini nasıl yönetirsen, mananın gücünü de öyle yönetmelisin. Onu çağır, ama akışını yavaşlat. Zihninle değil, ruhunla hisset."
Aries, elfin talimatlarını takip ederek manasını bir noktada toplamaya çalıştı. Mana çekirdeğinin etrafında oluşan ilk halkayı zihninde canlandırdı. Bu, bir büyücünün gücünü temsil eden ilk adım olan temel mana halkasıydı. Ancak Aries, 9 halkaya sahip bir varlıktı; onun gücü, sıradan bir büyücünün çok ötesindeydi. Yine de bu güç, kontrol edilmediğinde bir yükten başka bir şey değildi.
Manasını yavaşça dolaştırmaya başladığında, içindeki kaosun azalmaya başladığını hissetti. Manası, damarlarında düzenli bir ritimle akmaya başlamıştı. Ancak her şey yolundaymış gibi göründüğü anda, bir karanlık fısıltı yeniden yükseldi:
"İntikamın olmadan sen hiçbir şeysin, Aries. Gücün, sadece yıkım için var."
Aries'in gözleri sıkıca kapandı. Zihninde bu karanlık fısıltıya karşı bir savaş veriyordu. Derin bir nefes aldı ve gümüş saçlı elfin sözlerini hatırladı:
"Karanlık, yalnızca sen izin verdiğinde seni yutabilir. Kendi yolunu seç, Agares'in Çocuğu."
Bu sözler, Aries'in zihnindeki karanlığı bir nebze olsun dağıttı. Tekrar nefesine odaklandı ve manasını düzenli bir şekilde çekirdeğinin etrafında döndürmeye başladı. Her bir halka, gücünün bir parçasını temsil ediyordu ve bu halkaların düzenli bir şekilde hareket etmesi gerekiyordu. Ancak Aries, bu halkaları uzun zamandır kaos içinde bırakmıştı. Şimdi, onları tekrar bir düzene sokmaya çalışıyordu.
Meditasyon sırasında, mananın dokusunu daha net hissetmeye başladı. Bu, yalnızca güç değil, aynı zamanda bir yaşam enerjisiydi. Manayı nasıl kontrol edeceğini öğrenmek, sadece daha güçlü büyüler yapmasını sağlamayacaktı; aynı zamanda kendi karanlığını dizginlemesine de yardımcı olacaktı.
Zihninde bir başka soru belirdi: "Peki, bu güç ne için var? İntikam için mi, yoksa başka bir şey için mi?"
Bu sorunun cevabını henüz bilmiyordu. Ancak bir şeyden emindi; bu küçük kız, Reyna, onun için bir şeyleri değiştirmişti. Karanlığın onu tamamen ele geçirmesini engelleyen bir ışık gibiydi. İntikam tanrıçasının fısıltıları her ne kadar güçlü olsa da Reyna ile geçirdiği bu kısa süre, Aries'in içinde bir şeyleri harekete geçirmişti.
Meditasyonunu sonlandırdığında, yavaşça gözlerini açtı. Ateş neredeyse sönmek üzereydi, ama etrafa yayılan sıcaklık hâlâ hissediliyordu. Reyna, pelerininin altında sakin bir şekilde uyuyordu. Aries, onu izlerken derin bir nefes aldı. Zihnindeki karmaşa tamamen kaybolmamıştı, ama bu anlık huzur, onun için yeterliydi.
"Gücüm..." diye fısıldadı kendi kendine. "Bir gün bu gücü kontrol etmeyi başaracağım. Ama önce, bu karanlıktan kurtulmalıyım."
Aries, sırtını tekrar ağaca yasladı. Gözlerini gökyüzüne çevirdi. Yıldızlarla dolu bu sonsuz boşluk, ona her şeyin bir nedeni olduğunu hatırlatıyordu. Belki de onun yolu, sadece intikam değil, bu gücü başka bir şekilde kullanmayı öğrenmekti.