Aetheris; Kaosun Tahtı Bölüm 12 - Büyünün ve Çeliğin Şarkısı
Gece, Aries için, kara elf yoldaşlarıyla birlikte yalnızca bir dinlenme arası değil, aynı zamanda içsel çatışmaların ve hesaplaşmaların derinleştiği bir dönemin başlangıcıydı. Kamp ateşi, Miria'nın serin gecesine karşı sunduğu sıcaklık, sadece fiziksel bir rahatlık sunmaktan çok, Aries'in ruhunu ve düşüncelerini aydınlatan bir ışık gibi parlıyordu. Ateşin kırmızı ışıkları, titrek bir şekilde etrafındaki taşlara yansıyarak, yıldızsız geceyi süslüyordu. Ancak, her biri sessizce etrafındaki taşlardan uzaklaşıp, zayıf bir fısıltı ve kahkaha arasında iletişim kuran kara elflerin sesleri, Aries'in oturduğu taşın üzerinden bir yankı gibi geçip gidiyordu.
Aries, parmaklarının arasında Renoire mühür yüzüğünü döndürürken, geçmişinin acı hatıralarını bir kez daha düşündü. Bu küçük ve zarif obje, bir zamanlar ailesinin büyüklüğünü simgeliyordu. Ancak şimdi yitip giden bir hanedanın son hatırasıydı... Bir ağırlık gibi duran bu küçük obje, geçmişin acılarını hatırlatarak ruhunda derin bir boşluk bırakıyordu.
Sessizce yüzüğü cebine koydu ve ağır adımlarla arkasını döndü. Fenrin'in sesi bu sessizliği delerek dikkatini çekti.
"Liderim, neden bu kadar sessizsiniz? Miria'nın surlarına ulaştık. Planımızı netleştirmeliyiz."
Aries, bir an duraksadı. Bakışlarını Fenrin ve Liraz'a çevirdi. Bu iki yoldaşının, ona duydukları güvenin ve bağlılığın farkındaydı. Ancak onların gözlerinde gördüğü hayranlığın ardında, Aries'in içindeki yalnızlığı ve giderek derinleşen kararsızlığını anlamanın izleri vardı. Yine de lider olarak kararlılığını korumalıydı.
"Bu sefer planı siz yapacaksınız, Fenrin," dedi yavaşça. Bakışlarını bir an Miria'nın ışıklarına çevirdi ve ekledi: "Size daha önce bahsettiğim gümüş saçlı elf... Bu gece onunla konuşmalıyım. Onun söylediklerini anlamam gerekiyor."
Fenrin bir an duraksadı. Aries'in gümüş saçlı elften defalarca bahsettiğini ve bu yüzden haftalardır beklediklerini biliyordu ama bunun önemini tam kavrayamıyordu. Sessizlik, Liraz'ın sert ve bir o kadar da destekleyici sesiyle bozuldu:
"Aries, kendini toparlaman lazım. Sen yapman gerekeni yap, biz de senin için, intikamımız için imparatorluğun bu şehrini yok edeceğiz. Büyücülere çoktan surdaki savunma rünlerini yok etmeleri için emir verdim. Birazdan saldırıya başlarlar."
Aries, Liraz'a minnet dolu bir bakış attı. Bu iki yoldaşının, onun için her şeyi göze aldığını bilmek bir yandan ona güç verirken diğer yandan da omuzlarına daha ağır bir yük bindiriyordu. Ancak Oliar'dan bu yana, Aries'in içinde bir şeyler değişmişti. O gizemli elf, rüyalarında sürekli ona "Gerçek düşman kuzeyde" diye fısıldıyordu. ''Kontrollerinden kurtulmalısın'' Bu sözler, Aries'in hem zihnini hem de kalbini allak bullak etmişti.
Geçmişte Valenor'dan itibaren önüne çıkan her şeyi yıkıp geçen Aries, o zamanlar intikam ateşiyle körleşmiş bir haldeydi. Fakat şimdi, o karanlıkta kaybolmuş vahşi hayvanın yerini bir arayış içinde olan bir ruh almış gibiydi. İntikam arzusu hâlâ vardı, ama eskisi kadar yoğun değildi. Bunun yerine, kafasında yeni sorular belirmişti. Gerçekten de birilerinin kontrolü altında mıydı?
Kampın üzerine bir sessizlik çöktü. Kara elfler, Aries'in üzerindeki değişimin farkındaydı. Liderleri, eskisi kadar kararlı ve acımasız görünmüyordu. Sanki yönünü kaybetmiş bir gezgin gibiydi.
Aries, sessizce yerinden kalktı ve ağır adımlarla çadırların arasından geçti. Uzakta, Miria'nın ışıkları ufukta ince bir çizgi gibi parlıyordu. Bir tepenin üzerine çıkıp manzaraya karşı durdu. Ay ışığı, karanlığı bir örtü gibi örterken onun üzerindeki zırha yansıyordu. Parmakları istemsizce kılıcının kabzasında gezindi. Bu kılıç, Renoire'in intikamını simgeliyordu. Ama artık o intikamın ne ifade ettiğini bile hatırlayamıyordu.
"Bir zamanlar geceyi seven bir halktık," diye mırıldandı. Gözleri, ayın parladığı gümüş ışığa sabitlenmişti. "Şimdi ise gecenin karanlığında kaybolmuş, yolumu bulmaya çalışıyorum."
***
Miria Şehri, Batı Bölgesi
Miria, Gallant İmparatorluğu'nun batıya açılan kapısıydı. Şehir, yalnızca bir savunma noktası değil, aynı zamanda bir gurur simgesiydi. Ancak o gece, bu gururun yerini sessizlik almıştı. Şehrin üzerinde, kara bulutlar ilerlerken, halk korkuyla sokaklarda dolaşıyordu. Bir karanlık tehdit, Miria'yı sarmıştı.
Şehrin içindeki büyük sarayda, Dük Miriam, taht salonunda haritanın başında durmuş, ellerini masaya dayıyordu. Haritadaki kırmızı taşlar, düşmanın ilerleyişini işaret ediyordu. Haberciler, Oliar kasabası düştükten kısa bir süre sonra düşmanın Miria'ya doğru ilerlediğini bildirmişti.
"Bu kara fırtına bizi de yutacak mı?" diye mırıldandı Dük Miriam.
Yanındaki komutanlar, ordunun yetersizliğini anlatmaya devam ediyorlardı.
"Lordum, elimizde yalnızca dört bin asker var. Düşman ise on binin üzerinde. Bu durumda direnmek—"
Dük, elini havaya kaldırarak komutanı susturdu.
"Sonuna kadar direnmekten başka çaremiz yok. Gallant'ın onuru bunu gerektirir. Ayrıca gizemli düşmanımız gittiği her yeri yakıp yıktı. Gallant için, Miria için, ailelerimiz için, son ana kadar savaşacağız!"
O sırada salonun kapıları hızla açıldı. Bir haberci, nefes nefese içeri girdi:
"Dük Miriam! Düşman, Miria'nın kapılarında."
Salonda ölüm sessizliği oldu. Dük, gözlerini yavaşça haberciye çevirdi ve derin bir nefes aldı.
"Bütün birlikleri surlara toplayın. Miria, Gallant İmparatorluğu'nun kalesidir. Sonuna kadar direneceğiz, Miria Düşmeyecek!"
***
Miria Surları
Gece karanlığı, Miria'nın savaşla sarsılan surlarını örtüyordu. Savaş meydanı, çığlıklarla, çarpışan metalin yankılarıyla ve büyü patlamalarıyla doluydu. Şehir, kara elflerin devasa ordusuna karşı direnişin sınırlarında titriyordu. Meşalelerin titrek ışığında, surlardan yükselen gölgeler, savaşın hayaleti gibi kara elf ordusunun karanlık siluetleriyle buluşuyordu.
Şehir, son onurunu korumak için direnirken, Dük Miriam, tam zırhını kuşanmış hâlde surların üzerinde, savaşın kaderini belirleyecek bir kararlılıkla ayakta duruyordu. Kan kokusu ve yanık taşların sıcaklığı havayı doldurmuştu.
Çevresindeki askerler, onun vereceği emirleri beklerken korku ve umut arasında gidip geliyorlardı.
Bir asker hızla yaklaşarak rapor verdi: "Lordum, düşman 7. Kademe yıkım büyüleri kullanıyor. Bu, surlarımızdaki savunma rünlerinin sınırı."
Dük Miriam bir anlığına sessiz kaldı. Bakışlarını düşman hatlarına çevirdi. Kara elflerin büyüleri surlara saldırıyor, toprak ve taş havaya savruluyordu. "Düşman lideri hâlâ ortada yok," diye düşündü. "Bu bir hile olabilir mi?"
Miriam, düşman ordusunu dikkatle gözlemledi. Kara elfler, kölelikten kurtulmalarına rağmen, sadece birkaç ayda organize bir ordu haline gelebilmişlerdi. Böyle bir ordu ile stratejistleri olan Liraz'ın zekâsını hafife almak tehlikeli olurdu. "Bu onların stratejisi olabilir," diye mırıldandı. "Kara elfler, her ne kadar savaşta yetenekli olsalar da yılların köleliği onları zayıflatmış. Ancak Liraz'ın bu gerçeği bir avantaja çevirmek için kullanacağına eminim."
Dük, askerlerine döndü. "Bütün mana kristallerini toplayın," diye emretti. "Büyücüler, çevredeki manayı emerek kristallere aktaracak. Yeni oluşturulan kristalleri uzay-zaman büyüsünde uzman bir büyücüye teslim edin. Düşmanın çevredeki mana'ya ulaşmasını engellemeliyiz. Büyü enerjilerini kesersek yüksek seviye büyü yapabilmek için yeterli manaları kalmayacak."
Askerler hızla emirlerini yerine getirmeye koyuldu. Dük Miriam, bir yandan stratejisini kurarken diğer yandan düşman hareketlerini izliyordu. Kara elfler, saldırı hattını şekillendirirken küçük bir zafer kazanmaktan çok daha fazlasını planladıkları açıktı. "Beni test ediyor," diye düşündü Miriam. "Ama henüz pes etmedim."
Kara elflerin komutanı Liraz, ordusunun merkezinde duruyordu. Gözleri, Miria'nın savunmasını dikkatle tarıyordu. Kara elflerin kölelikten kurtulmaları üzerinden çok geçmemişti. Birçoğu, savaş disiplininden yoksun, ama intikam ateşiyle doluydu. Liraz, bu ateşi nasıl yönlendireceğini biliyordu.
Bir büyücü yanına yaklaştı. "Komutanım, savunmaları aşmamız için daha fazla büyücüye ihtiyacımız var. Ancak mana rezervlerimiz hızla tükeniyor."
"Dük Miriam, savaş meydanında stratejik bir deha olarak bilinir," diye fısıldadı büyücüye. "Ama onun zihnini meşgul edecek kadar kaos yaratabilirsek, savunma hattını kırabiliriz."
Büyücü başını salladı. "Onun dikkatini dağıtmak için büyücülerimizi öne çıkaracağız. Ancak kuşatma makinelerini korumak için daha fazla zamana ihtiyacımız var."
Liraz'ın yüzünde soğuk bir gülümseme belirdi. "Zaman bizim tarafımızda," dedi. "Ama dikkatli olmalıyız. Bu savaş, sadece bu şehri ele geçirmekle alakalı değil, intikamımızın da sembolü olacak."
Bu sırada, surların tepesin de Dük Miriam, askerlerine son talimatlarını veriyordu. "Okçular, hedefiniz düşman büyücüleri ve kuşatma makineleri. Büyücüler, savunma rünlerini maksimum güce çıkarın. Balistalar ve trebüşeler, düşman hatlarını vuracak. Bu gece, Miria'nın kaderini biz şekillendireceğiz."
Dükün emri ile okçuların fırlattığı büyülü rünlerle işlenmiş oklar, kara elflerin hatlarına yağmur gibi yağdı. Patlamalar, düşman hatlarında karışıklık yarattı, ama bu sadece bir anlık duraksamaydı. Kara elf büyücüleri, savunmayı kırmak için birleşik büyüler yapmaya başlamıştı bile.
Dük, kararlılıkla emirlerini verdikten sonra, surların altındaki hareketliliği izlemeye koyuldu. Kara elf ordusu, yavaş yavaş yaklaşıyor, büyülerle surların üzerine ölüm yağdırıyordu. Ateş topları surları dövüyor, taşlar paramparça oluyordu. Her saldırıda, savunma büyüleri biraz daha zayıflıyordu. "Surların bu saldırıya dayanacak gücü var mı?" diye düşündü.
Miriam'ın gözleri, kara elflerin hareketlerini dikkatle izledi. Liraz'ın stratejisi, düşmanın hareketlerinden net bir şekilde okunuyordu. "Surların zayıfladığını biliyor," diye düşündü. "Ama bu, onun son hatası da olabilir."
Liraz, düşman savunmasının zaaflarını ararken, bir işaret verdi. Kara elf büyücüleri, büyük bir koordinasyonla saldırıya geçti. Surların üzerine karanlık büyü yağmurları indi. Bu saldırı, Miriam'ın dikkatini dağıtmak için yapılmıştı, ama Liraz'ın gerçek amacı farklıydı.
Dük Miriam, büyücülerinin savunma rünlerini güçlendirdiğini görünce rahatladı. Ancak bu rahatlama uzun sürmedi. Kara elflerin piyadeleri, surlara tırmanmak için hareketlenmişti. Dük, surların altın da hazır bekleyen süvarilerine döndü. "Hazırlanın," dedi. "Bu saldırıyı savuşturduktan sonra karşı saldırıya geçeceğiz."
Savaşın kaosu, şehrin kapısından dışarıya hücum eden süvarilerin devasa gümbürtüsüyle yankılandı. Miriam, 400 zırhlı süvarisine liderlik ederek düşmanın kuşatma makinelerine doğru hücum ediyordu. Çelik kalkanlar ve mızraklar, kara elf saflarını delip geçerken, savaş meydanı kanla boyandı.
Liraz, düşman süvarilerinin hızla ilerlediğini gördü. "Bu kadar kolay olmayacak," diye mırıldandı. Kara elflerin seçkin muhafızlarına işaret verdi. "Dük Miriam'ı durdurun."
Muhafızlar, devasa kalkanları ve mızraklarıyla süvarilere karşı koymaya başladı. Çarpışmaların şiddeti arttıkça, her iki taraf da ağır kayıplar vermeye başladı. Mızraklar kalkanları deliyor, kılıçlar uzuvları kesiyordu. Savaş meydanı, ölüm çığlıkları ve kanla dolmuştu.
Dük Miriam, atının üzerinde, kara elf muhafızlarıyla bire bir çarpışıyordu. Her darbesi, düşmanını geriye itiyor, süvarilerine yol açıyordu. Ancak bu sırada, kara elf büyücüleri saldırıya geçti. Büyük bir patlama, süvarilerin ilerlemesini durdurdu.
Liraz, düşman hattının zayıfladığını gördüğünde, son hamlesini yapmaya karar verdi. Kendi büyüsünü hazırlayarak, savaş meydanına girdi. Bu, Dük Miriam için bir sürprizdi. Liraz ve Miriam, savaş meydanında yüz yüze geldi.
"Demek, Miria'yı bu kadar önemsiyorsun," dedi Liraz alaycı bir sesle. "Ama bu gece, tarih bu surların düşüşünü yazacak."
Dük Miriam, kılıcını kaldırarak cevap verdi. "Miria, Gallant'ın onurudur. Bu şehir düşmeyecek."
İkisi arasında kıyasıya bir düello başladı. Liraz'ın büyüleri, Miriam'ın kılıcına çarpıyor, kıvılcımlar saçıyordu. Miriam, her hamlesiyle düşmanını geriye itiyor, ama Liraz'ın büyüleri, savaşın dengesini bozuyordu.
Savaşın sonuna doğru, Miriam, bir fırsat yakalayarak Liraz'ın savunmasını kırdı. Kılıcıyla Liraz'ı yaralayarak geri çekilmeye zorladı. Kara elf ordusu, komutanlarının yaralandığını görünce moralleri düştü ve geri çekilmek için hazırlandılar. Miria'nın surları hâlâ ayaktaydı ve savaş, Gallant İmparatorluğu'nun lehine sonuçlanmıştı.
Tam bu sırada, Aries'in ordusunun savaşçısı Fenrin, ön hatlara ilerledi. Fenrin, kara elflerin isyancı ordusu arasında bir efsaneydi; cesareti ve gücü, düşmanları arasında korku salıyordu. Liraz ona baktı ve gülümsedi. "Şu şapşal, nasıl giriş yapılacağını iyi biliyor," diye düşündü.
Fenrin, kılıcıyla düşman süvarilerini biçerek ilerliyordu. Zırhına çarpan oklar, onun duruşunu bile bozamıyordu. Kara elflerin safları onun önderliğinde daha düzenli ve daha etkili savaşmaya başlamıştı.
Dük Miriam, Fenrin'i fark ettiğinde, içinden bir şeylerin değiştiğini hissetti. "Bu adam..." diye düşündü. "Sıradan bir savaşçı değil. Yoksa, Aries dedikleri kişi bu mu?" Miriam, kendi süvarilerinden birkaçını Fenrin'e yönlendirdi, ama bu yeterli değildi. Fenrin, karşısına çıkan her engeli aşarak ilerliyordu.
Bir süre sonra Fenrin ve Dük Miriam, savaş meydanında karşı karşıya geldi. Fenrin'in yüzü, kararlılıkla aydınlanmıştı. "Miria'nın kaderi burada belli olacak," dedi.
Dük Miriam, kılıcını kaldırarak Fenrin'e seslendi. "Katliamın burada sona erecek Aries!"
Aries mi? diye düşündü Fenrin. Kafası karışsa da nihayetin de İkili arasında kıyasıya bir düello başladı. Miriam'ın stratejik hamleleri ve Fenrin'in ham kuvveti, birbirine eşit görünüyordu. Her çarpışmada kıvılcımlar saçılıyor, her hamlede toprak titriyordu.
Fenrin, bir an için kılıcını savururken, Miriam kalkanıyla darbesini engelledi ve hızlı bir karşı saldırı yaptı. Ancak Fenrin geri çekilmedi; kılıcını tekrar kaldırarak Miriam'a doğru atıldı. Düello, her iki taraf için de kritik bir noktaya ulaşmıştı.
Fenrin, sonunda Miriam'ın savunmasını kırdı ve kılıcıyla onu yere serdi. Ancak bu zafer, ona beklediği tatmini getirmedi. Fenrin, Miriam'ın cesaretine ve kararlılığına hayranlıkla baktı.
Tam bu sırada, gökyüzünde mana yoğunluğu hissedildi. Bir ses yankılandı: "Bu kadarı yeterli. Fenrin, geri çekilin."
Fenrin, Aries'in bu emrini duyunca irkilse de hızla toparlandı ve emri yerine getirdi.
Ses kesildiğin de havadaki mana yoğunluğu büyük bir oranda artarak kararsızlaşmasına sebep olmuştu.
Fenrin, sesi duyunca irkilmiş, Ariesin böyle bir anda savaşa karışıp geri çekilmelerini istemesine şaşırmıştı. Ancak kısa sürede toparlanarak verilen emri yerine getirdi.
Miriam, ağır yaralı hâlde yerde yatarken, Aries'in gökyüzünden gelen varlığına şaşkınlıkla baktı. Fenrin ona seslendi: "Bu şehir, sizin onurunuz. Ama bu savaş, bizim özgürlüğümüz, Dük Miriam. İmparatorluk, yaptıklarının bedelini ödemeli. Ancak şimdilik, bu bedelin ödenmesini erteleyeceğiz" diyerek geri çekildi. Onu öldürmek bir şeyi değiştirmeyecekti. Adama gerçekten saygı duymuştu. Onurlu bir savaşçıydı. Ayrıca, bu tam bir yenilgi sayılmasa da zaferde sayılmazdı. Kara elf ordusu çok kayıp vermişti ve çoğu kuşatma silahı imha edilmişti. Aries'in sırf kayıp verdikleri için geri çekilmelerini istediğini düşünmüyordu. Başka bir şey olmuş olmalıydı.
Savaş sona erdiğinde, kara elfler geri Aries'in emriyle geri çekilmek zorunda kalmıştı. Bu bakış açısına göre Miria'nın zaferi sayılabilirdi. Ancak Miria da bu zaferin bedelini ağır ödemişti. Dük Miriam, ağır yaralı hâlde surlara geri dönerken, askerlerine seslendi:
"Bu gece Miria ayakta kaldı, ama bu son savunmamız olabilir. Hepiniz kahramansınız. Gallant'ın onuru sizinle yaşayacak."
Fenrin, Liraz'ın yanına döndüğünde, kara elf ordusunun moralinin hâlâ yüksek olduğunu gördü. "Bu bir yenilgi değil," dedi. "Ama beklediğimiz de bu değildi. Aries'in gücü olmadan, bir şehri bile ele geçiremiyoruz. Hala çok zayıfız." dedi hüzünlü bir şekilde.
Miria'nın surları, bir kez daha hayatta kalmayı başarmıştı. Ancak bu savaşın yankıları, tüm kıtada hissedilecekti. Hem Gallant hem de kara elfler için bu savaş, unutulmaz bir destanın başlangıcıydı.