Aetheris; Kaosun Tahtı Bölüm 13 - Çöküşün Yankıları

Miria şehri, zaferin karmaşık coşkusuyla doluyordu. Kara Elfler, ağır kayıplar ve sarsıcı bir çekilme yaşamış olsalar da bu bir yok oluş değil, taktiksel bir geri çekilme olarak görülüyordu. Dük Miriam'ın liderliği altındaki savunma hattı, kara elflerin cesur saldırılarını bertaraf etmiş, ama bu zaferin bir pirus zaferi olduğu şehirde hemen fark edilmişti. Miria'nın halkı, kutlamalar ve sevinç gösterileriyle surların hâlâ ayakta olmasını kutluyordu, ancak bu zaferin bedelinin ne kadar ağır olduğunu herkes biliyordu.

Kara elf kampında ise bambaşka bir hava hâkimdi. Fenrin ve Liraz, komutan çadırında sessizce oturmuşlardı. Liraz, yaralıların durumu hakkında gelen raporları incelerken, Fenrin kılıcını bir taş bileyle bilemekle meşguldü. Çadırın içindeki gergin hava, savaş meydanında kaybedilenlerin yankısı gibiydi.

Fenrin, sessizliği bozan ilk kişi oldu. "Bir şehri bile ele geçiremedik" dedi, sesi hüsranla doluydu. "Aries bizimle değilken bu kadar zayıf olmamız kabul edilemez. Eğer o burada olsaydı..."

Liraz başını kaldırdı ve bir an için kardeşine baktı. "Eğer Aries burada olsaydı, bu savaş çoktan kazanılmış olurdu. Ancak unutma, Fenrin, bu zafer bizim olmalıydı. Onun liderliği olmadan da güçlü olmalıyız. Bu yenilgi, zayıflıklarımızı anlamamız için bir fırsat."

Fenrin hiddetle masaya vurdu. "Zayıflıklarımız mı? Liraz, sen bile Dük Miriam'ı alt edemedin. O adam tek başına bir ordu gibi savaştı. Ordumuzun gücünü arttırmadan bu savaşı Aries'siz kazanamayız.."

Liraz derin bir nefes aldı. "Evet, haklısın. Dük Miriam, beklediğimizden çok daha güçlü çıktı. Ama bu, bizim pes edeceğimiz anlamına gelmez. Bu bir savaş. Ve her savaşta dersler çıkarılır. Aries'e bu yenilgi için bir açıklama borçluyuz."

Bu sırada Fenrin'in yüzüne karanlık bir gölge düştü. "Aries'in bunu umursayacağından emin değilim. Son bir aydır rüyasında gördüğü gümüş saçlı elf hakkında mırıldanıp duruyor. O, kendi düşünceleri arasında kaybolmuşken biz onun bize yol göstermesine muhtacız."

Kara elf komutanları, bu sözlerle birbirlerine sessizce bakarken, iki kardeş Aries'in çadırına doğru yürüdüler. Rapor vermelilerdi ve bu rapor, sadece bir savaşın değil, aynı zamanda ordunun kaderinin de bir yansıması olacaktı.

Aries, çadırında yalnız başına oturuyordu. Parmakları arasında Renoire mühür yüzüğünü çeviriyor, geçmişin hayaletleriyle yüzleşiyordu. Fenrin ve Liraz içeri girdiklerinde, Aries'in yüzündeki kederli ifadeyi hemen fark ettiler. Liderlerinin bu durumu, onları hem üzüyor hem de daha fazla çaba göstermeye itiyordu.

Fenrin, derin bir nefes alarak konuşmaya başladı. "Aries, Gallant'a karşı çıktığımız bu yolda ilk kez böyle bir direnişle karşılaştık. Dük Miriam... Onun savunması karşısında yenildik. Ama bu yenilgiyi kabul etmiyoruz. Ordumuzu toparlayacağız. Seni yarı yolda bırakmayacağız."

Liraz, başını sallayarak ekledi. "Evet, Aries. Bu yenilgi, bizim eksikliklerimizi gösterdi. Ama bu eksiklikleri gidereceğiz. Daha iyi bir ordu kuracağız. Savaşma yeteneklerimizi geliştireceğiz."

Aries, onları sessizce dinledi. Gözleri, geçmişin anılarında kaybolmuş gibiydi. Sonunda derin bir nefes alarak konuştu. "Biliyorum," dedi sakin bir sesle. "Ama sadece benim gücümle kazanamayız. Her birinizin daha güçlü olması gerekiyor. Bu yol, sadece benim değil, bizim yolumuz. Lenore'nin ve tüm kaybettiklerimizin onurunu geri kazanmak için birlikte savaşmalıyız."

Bu sözler, Fenrin ve Liraz'ı derinden etkiledi. Lenore'nin adı anıldığında ikisinin de yüzüne bir hüzün dalgası yayıldı. Lenore, kara elflerin bir zamanlar birlikte olduğu dönemin simgesiydi. Ama şimdi, onun kaybıyla birlikte, her biri kendi yolunu bulmaya çalışıyordu.

Fenrin, kararlı bir şekilde konuştu. "Aries, senin liderliğinde savaşmaya devam edeceğiz. Ama bir şey açık ki, şu anki hâlimizle bu savaşı kazanamayız. Daha fazla güçlenmeliyiz."

Aries başını salladı. "Haklısınız," dedi. "Ama şu an size söylemem gereken başka bir şey var. Rüyalarıma giren gümüş saçlı elf... Onunla konuşabildim... O, beni doğudaki orman elflerinin başkentine, Endoril'e çağırdı. Tüm gece bunu düşündüm.'' dedi başını ellerinin arasına alarak. Rüyasındaki kadının sesi onu her gece uyarıyordu. "Gerçek düşman kuzeyde." Bu sözler, onun kafasını sürekli karıştırıyordu. "İntikamının kölesi olma, Aries," kadının uyarısı zihnin de bir yankı gibi devam ederek. "Agares'in kayıp çocuğu... Kontrollerinden uyanmalısın. Endorilde bekliyor olacağım..."

''Benim, oraya gitmem lazım. Sizi yalnız bırakacağım için üzgünüm ancak, bunu yapmak zorundayım. Orada, cevaplarımı bulacağım. Döndüğümde, kafamı toparlamış olacağım ve nihayet intikamımızı sonlandıracağım.'' Dedi iki eski dostuna bakarak. Bakışları tekrardan keskinleşmişti. Bu onun kararını verdiği anlamına geliyordu.

Fenrin ve Liraz, liderlerinin bu sözlerini sessizce dinlediler. Aries'in kafasındaki soruların ağırlığını anlıyorlardı. Onun içsel çatışmaları, tüm ordunun kaderini etkiliyordu. Ama bir şey kesindi: Bu savaş henüz bitmemişti. Ve kara elfler, Aries'in liderliğinde tekrar ayağa kalkacaktı. Aries'in kararını verdiğini görünce onu onayladılar ve şimdilik, Oliar'ın doğusundaki dağ geçidine geri çekilmeye karar verdiler. Aries dönene kadar onu orada bekleyeceklerdi. Ayrıca bu süre zarfında hem kendileri hem de ordularını eğitimden geçireceklerdi. Bunların ardından ikili Aries'in hazırlanması için çadırdan çıktı.

Aries, ikili gittikten sonra, rüyasındaki kadının Kuzeye gitmesi yönündeki uyarılarını tekrar düşündü. Bu uyarıyı ilk kez duymuyordu. Gençliğinde, imparatorluğun kölelerinden biriyken, kara elflerle aynı soylunun kölesiydiler. Kara elflerin liderlerinden olan Lenore ile yakınlaşmış ve romantik bir ilişkileri olmuştu ve yıllar için de bu ilişkileri cinsel yakınlaşmayla tamamlanmıştı.

Fakat bir zaman sonra yakınlaşmaları ortaya çıkınca, kölesi oldukları soylu onu, tanrılar tarafından lanetlenmiş bir mağaraya ölüme terk etmişti. Lenore ise bir başka köle tüccarına satılmış ve birkaç yıl sonra da ölüm haberi gelmişti. Bunları, mağaradan çıkmayı başardığında Liraz ve Fenrin'den öğrenmişti.

Bir şekilde canavarlar ve çeşitli tehlikelerle dolu o mağarada hayatta kalmayı başarmış ve mağaranın en derin bölgesin de zincirlere vurulmuş gizemli bir kadın bulmuştu. Kadın ona Agares'in Çocuğu demişti ve sözde büyükannesiydi. Buna inanmayı reddediyordu ancak kadının annesi hakkında çok fazla şey bildiği gerçeği Aries'i şüpheye düşürüyordu.

Sözde büyükannesi ona kuzeye, ait olduğu yere gitmesi gerektiğini söylemiş ve garip bir büyü mırıldanmasıyla Aries'in acı çekmesine sebep olmuştu.

Aries acı çekerken kadın ona, ''Soyun uyanmaktan çok uzak ancak kan soyu kademen oldukça yüksek, benden bile yüksek, çocuğum. Reinarch'a git ve soyunu uyandır, işte o zaman Agares'in soyu da seninle yükselecek...'' demekten başka bir bilgi vermemişti.

Gerçi buna bilgiden çok emretmek denirdi. Ne demekti bu? Gerçek düşman kimdi? Helios mu? Bulundukları bölgeye göre Helios Kuzey de kalıyordu ancak Gallant'a karşı bu kadının bahsettiği tarzda büyük bir düşmanlık hissetmiyordu.

Tüm bu intikam yolculuğu onun için kefaretten başka bir şey değildi. Ailesine, krallığına ve halkına yaşattıkları acıları onların da yaşamalarını istiyordu.

Ancak bu intikam arzusunun üzerinden 20 yıl geçmişti. Kalbinde yoğun bir intikam arzusu alevlenmese de imparatorluğun yaptıklarının yanına kalmasını da istemiyordu. Hatta Lenore'nin ölümü olmasaydı, belki bu yola hiç girmezdi bile. Çünkü, Lenore ile tanışması onun için intikamdan farklı duyguların da var olduğunu göstermişti. Ancak nihayetinde o duygularda Lenore ile kayıplara karışmıştı.

Bu da Ariesin kırılgan olan dengesini bozarak, imparatorluğa karşı bir intikam yoluna çıkmasına sebep olmuş, bu uğurda yüzbinlerce, belki de milyonlarca insanın öldürülmesi veya evinden, ailesinden kopmasına sebep olmuştu.

Aries, başını ellerinin arasına alarak derin bir iç çekti. Ne kadar düşünürse düşünsün, kuzeyde hangi düşman olduğunu belirleyemiyordu. Rüyasındaki gizemli kadın ve geçmişindeki mahkûm kadının söylediğine göre onun savaşı, yalnızca imparatorluğun yıkılmasıyla ilgili değildi. Kendisi ve izlediği yolun dışında, daha büyük bir tehditle ilgiliydi. Ancak bu tehditin ne veya kim olduğunu bilmiyordu.

Endoril... Bu isim, Aries'in içinde bir kıvılcım gibi parladı. Bu isim, onun elde tutulabilir tek ipucusuydu. Her şeyin anlam kazanacağı bir yer olduğu düşüncesiyle kafası daha da karıştı. Ancak, bu bilgi tam olarak ne anlama geliyordu?

Nihayetin de tüm cevapları, Endoril de bulabilme fırsatı vardı. Aries, bir süre daha düşündükten sonra, hazırlanmaya başladı. Endoril'e doğru uzun bir yolculuk yapacaktı. Önce düşman toprağı olan Gallant imparatorluğunu aşmalı, evine, kuzeydeki Renoire topraklarına varmalı, oradan doğuya, Ork bölgesine girmeli ve daha sonra wyvern sürüleriyle ve daha pek çok vahşi canavarlarla dolu Kendanor dağlarını aşarak güneye, Elf topraklarına inmeliydi. Tehlikelerle dolu oldukça uzun bir yolculuk onu bekliyordu...

***

Jaksen, büyü eğitiminin meyvelerini toplamaya başladığı bir dönemde, artık öğrendiklerinin etkisini hissetmeye başlamıştı. Mana kontrolü ve elementel büyülerde 4. Kademeye ulaşmaya başlamıştı. Bir sabah, ateş büyüsünü doğru şekilde kullanmayı başarmıştı. Ateşin doğasını hissediyor, büyüye odaklanarak onu yönlendiriyordu.

Rona, Jaksen'in başarısını kutlamak için onu şehir de baş başa bir gezintiye götürmeye karar verdi.

Jaksen daha önce şehirde gezdiğin de şehrin sadece küçük bir kısmını gezebilmişti bu yüzden tekrar şehri görebileceği için heyecanlıydı. Olimpos'u andıran bu devasa şehri görmek onu heyecanlandırıyordu.

Jaksen ve Rona, Helios şehrinin taş döşeli yollarında yürürken, şehri tekrar yakın bir şekilde hissediyorlardı. Şehir, büyüklüğüyle bir okyanus gibi etrafını sarmış, onları bu okyanusta bir damla gibi hissettiriyordu. Her köşe başı ayrı bir tarih fısıldıyordu. Şehri gezdikçe, her adımda bir başka katman ortaya çıkıyordu.

Helios şehri, Jaksen'e her yönüyle kendi dünyasındaki Roma İmparatorluğu'nu andıran bir görkemle yükseliyordu. Şehir, devasa surlarla çevrilmişti ve surların yapıldığı taşların her biri binlerce yılın tanığı olmuş gibi zarif siluetiyle gökyüzüne karşı dimdik yükseliyor, bir zamanlar düşmanlardan koruduğu bu şehri, zamanın unuttuğu hatıralarla besliyordu.

Dükkanların, hamamların ve dev yapıların arasında, Helios tüm ihtişamıyla büyüleyiciydi. Mimarisi, büyüklüğüyle olduğu kadar detaylarıyla da büyüleyiciydi; büyük sütunlar, zengin heykeller ve altın işlemeleriyle süslü kapılar, tanrılara ve imparatorlara olan saygıyı simgeliyordu. Şehirde ilerlerken, Rona ve Jaksenin gözleri her yeni yapıyı hayranlıkla takip etti.

Yüksekçe bir tepeye kurulu olan şehir, tüm imparatorluğun gücünü ve ihtişamını etrafındaki dağları, ormanları ve denizleri görebilecek şekilde yansıtıyordu. Şehir, merkezi bir alanda konumlanmış olan devasa bir yapıyla birleşiyordu; Helian Tapınağı. Tapınak, şehri büyüleyici bir şekilde gölgeleyen görkemli bir yapıya sahipti. Bu tapınak, Güneş Tanrısı Helian'a adanmıştı ve şehri her açıdan gözler önüne seren bir mühür gibi, orada var olan her şeyin birleştiği noktayı simgeliyordu. Tapınak, yalnızca bir ibadet alanı değildi; aynı zamanda İmparatorluğun gücünün somut bir simgelerinden biriydi. Altınla süslenmiş sütunları, parıldayan mermer zeminleri ve kubbesinden sızan ışık huzmeleriyle, tanrılara olan bağlılıkları daha da derinleştiriyordu.

Rona, bir anlığına yürüdükleri yolun kenarındaki taş bankta dinlenen yaşlı adamı izledi. Sonrasın da gözleri Helian tapınağının ve onun tam karşısındaki, Görkemiyle yükselen Beyaz Büyü Kulesini izlerken. "Helios şehri, İnsanların ilk yerleşim yeri bunu biliyor muydun? 2000 yıldan daha eski bu şehir." Rona heyecanla şehrin tarihini anlatmaya devam ediyordu.

Jaksen bu bilgiye önce şaşırsa da sonra bir şey dikkatini çekti.

''2000 yıl mı? Bu oldukça eski hatta antik bir şehir statüsü bile sağlar, ancak nasıl oluyor da 2000 yıllık bir şehir, tüm insanlığın ilk yerleşim yeri oluyor?''

''Bu...'' Rona da Jaksen söyleyince farkına varmıştı. İnsanlık 2000 yıldan daha eski zamanlarda da vardı. Hatta daha derinlemesine düşününce, okuduğu tüm tarih kitapları, sadece Caen Savaşından Sonrasını anlatıyordu. Caen savaşından öncesini anlatan hiçbir bilgi bulamamıştı. Açıkçası büyü eğitimiyle o kadar meşguldü ki, buna dikkatini vermemişti.

''Belki kütüphaneye gidebiliriz, oraya gitmeyeli uzun zaman oldu. Orada bu bilgileri bulabiliriz belki'' diye açıkladı Rona yüzünde meraklı bir ifadeyle.

Jaksen de kızın bu tatlı merakına kapılmış ve yola çıkmışlardı.

Jaksen bu esnada, bir köle standı da görmüştü. Standın üzerinde zincirli pek çok insan vardı ancak Jaksen yakından bakınca bunların da insanlardan farklı olduğunu gördü. Hatta birkaçı o kristalin içerisindeki uzun kulaklı kadına benziyordu.

Rona onun baktığı yönü fark ederek açıklamaya koyuldu ''İmparatorluk köle iş gücü sayesinde gelişmeye devam ediyor. Ancak Aries ve onun isyancıları yüzünden köle sayısı giderek azalıyor. Sen de kendine bir köle almak ister misin Jaksen? Sen bir kahramansın, kılıcını taşıyan, zırhını temizleyen birileri olmalı. Hatta belki başka ihtiyaçlarını karşılayacak biri bile olabilir.'' Yüzün de hınzır bir sırıtmayla Jaksen'e bakıyordu.

Jaksenin yüzü kızarsa da cevap vermeden yürümeye devam etti. Kendi dünyasında da pek çok köle vardı ancak, bu dünyada gördüğü kadarıyla köleler insanlardan çok insan olmayan ırklardı. Eğitimleri başladığından beri sadece büyü eğitimi değil, dünya hakkında da temel bilgiler öğretiliyordu. Kristalde gördüğü gizemli kadını tarif ettiğinde Ogmios onun bir elf olduğunu söylemişti. Elfler ise insanlardan çok daha uzun ömürlü varlıklardı. Sayıları azdı ve genelde insan bölgelerinde görülmezlerdi. Ancak Rona'nın Jaksene söylediğine göre Elflerde kendi içlerinde türlere ayrılıyordu. Ne Rona ne de Ogmios, hiç gümüş saçlı bir Elf olduğunu görüp duymamışlardı. Kıtada genelde yaygın olarak kara elfler vardı ve onlar siyah saçlı ve kızıl gözlülerdi. Orman elfleri ise çok daha nadirlerdi. Kendanor dağının doğusunda yaşarlar ve sarı, yeşil gibi saç renklerine sahip oldukları bilinirdi. Köle standında gördüğü elflerde kara elflerdi. Aries denen kişinin de bir kara elf ordusuna liderlik ettiği söyleniyordu. Jaksen düşüncelere fazla boğulmadan çevresini izlemeye koyuldu.

Birden bir gürültüyle irkildi. Şehrin merkezinden uzak bir alanda, insanların bir araya toplandığını gördü. Kalabalığın ortasında, bu mesafeden tam olarak seçemediği ancak sesinin buraya bile ulaştığı birisi, sabırla vaaz veriyordu. "Gerçek yaratıcılarınıza dönün!" diye bağırıyordu. "Tanrılara tapmak bir hatadır! Gerçek yaratıcınızı Tanrılarda aramaya başlamanız kafirliktir!"

Rona, gözlerinde bir şaşkınlıkla bu insanları izledi. Bir süre sonra kaşlarını çatarak mırıldandı "Bu... bu insanları daha önce görmemiştim" dedi.

Jaksen, kafasında hızlıca düşünmeye başladı. Bu adamların söyledikleri ne anlama geliyordu? Gerçek yaratıcılar Tanrılar değil miydi? Tanrılara tapmak bir hataydı. Bir anda Helios'ta öğrendiği her şeyin temelleri sarsılmaya başlamıştı. Bu vaazı daha fazla dinlemek için, kalabalığın içine doğru bir adım attı. Bunu yapmasının sebebi, tanıdık bir şey hissetmesiydi.

"Bizler Aurora Pantheonuna tapmıyoruz, Aurora tanrıları birer sahtekardan başka bir şey değil." vaiz devam etti, "Sizler Tanrılara taparak gerçek inancınızı kaybettiniz. Mutkak Yedi'ye geri dönün, 7 Yaratıcımız gerçek ilahlardır, onlara tapınmalısınız!"

Jaksen'in kafası karışmıştı. Şehirdeki hatta imparatorluktaki herkes Güneş Tanrısı Helian'a tapıyordu, ama şimdi karşısında, bunu reddeden bir topluluk vardı. Bu grup, Tanrıların varlığını kabul etse de Güneş Tanrısı Helian'a tapmanın yanlış olduğunu iddia ediyordu.

Bütün bunları düşündü. Bu tarikatçıları araştırması gerektiğini hissediyordu. İçinden bir ses bunu istiyordu. Bu dünyaya geldiğinden beri içinde bir şey eksikti. Kristaldeki o kadınla görüşmesi sanki o eksikliği gidermişti. Ve şimdi bu tarikat ona bu eksikliğin ne olduğunu anlatmak istiyordu. Jaksen bu kişilerin yanına doğru hamle yaptığı sırada Rona kendisine seslendi. "Jaksen, ne yapıyorsun?"

Jaksen, bir süre düşündü, sonra karar verdi. "Bilmiyorum, ama bu kişilerin söyledikleri ilgimi çekti. Bunun beni o gizemli Elf'e götüreceğine inanıyorum..."

Bir hata mı var? Şimdi bildir! Papara: 1733808570(Tıkla, Kopyala)
Yorumlar

Yorumlar

Novel Türk Yükleniyor