Aetheris; Kaosun Tahtı Bölüm 15 - Kayıp Ruhların Ardında

Yağmur şiddetini arttırırken, atının sırtında ilerliyordu. Yağmur damlalarının atının sırtına çarpan sesi, rüzgarla birlikte bir melodi gibi yankılanıyordu. İçinde bulunduğu bu yolculuk, fiziksel bir yolculuktan daha fazlasıydı. Bir yandan geçmişin acılarıyla, diğer yandan geleceğin belirsizlikleriyle yüzleşiyordu. Çektiği acılar, yaşamı boyunca öğrendiği her şeyin ötesindeydi. Hayatına etki eden her travma, onu bugünkü haline getirmişti, ama şimdiki haliyle de yüzleşmek zorundaydı. Yavaşça, dikkatlice adımlarını atarken, geçmişinin yükünü her geçen saniye biraz daha derinden hissediyordu.

Kölelik yıllarında, köle olduğu konaktan başka bir yere gitmesi yasaktı. Ancak bugün, yağan yağmurun altında ilerlerken özgürlüğü hissedebiliyordu. Onun için bu yolculuk, ilk defa bir yerlere gitmekten öte, kendi kimliğine dair bir keşif gibiydi. Geçmişteki her şey, üzerine yığılan tüm acılar, onun kimliğinin bir parçasıydı. Artık bu yolculuğu yapmak zorundaydı; ancak nereye gittiğini, ne için gittiğini tam olarak bilemiyordu. Bu yolculuk, yalnızca bir istikameti takip etmek değil, içsel bir hesaplaşma, geçmişin ve geleceğin dengelendiği bir nokta olacaktı.

Yıllarca köle olarak yaşamış, cehennemdeki en karanlık odalarda varlık göstermişti. Her şeyin en zor halini yaşamış, acı ve umutsuzlukla tanışmıştı. Ancak o, her bir acıyı bir basamaktan daha ileriye, daha derine inmeyi bir şekilde başararak atlatmıştı. Gücü, o zamanki intikam arzusunun getirdiği acılı derinliklerden doğmuştu. Bu onun tek motivasyonuydu. Hayatında intikamdan başka bir şey yoktu. Ama şimdi, bu hedefin taşıdığı ağırlık, ona başka bir anlam kazandırıyordu. Artık bir noktada her şeyin anlamını yitirdiğini fark etmişti.

Yağmur, sanki Aries'in içindeki bu boşluğu arındırmak istercesine daha da şiddetlenmişti. Yağmurun yoğunluğu, onun düşüncelerini, dertlerini ve kararsızlıklarını arındırmaya çalışıyordu. Ancak bu süreç, Aries'in içsel dünyasında daha fazla karmaşıklığa yol açıyordu. Düşüncelerinin derinliklerine daldıkça, kendi geçmişiyle daha çok yüzleşiyordu. Ailesinin kaybı, halkının öldürülmesi, krallığının yıkılışı ve tüm bunlarla birlikte yaşadığı hayal kırıklığı... Tüm bunlar, onun kimliğini şekillendirmişti. Ama bir noktada, tüm bu öfke ve intikam arzusu yerini bilmediği başka bir duyguya bırakmıştı. Şimdi ne yapacağını bilmiyordu. Kaybolmuştu.

Bir zamanlar, intikamının onu yaşatacağına inanıyordu. Ancak şimdi, o hedefin aslında hiç var olmadığını anlamıştı. Yaşadığı kayıpların bir karşılığı yoktu. Ne ailesinin ölümüne ne de halkının katledilmesine karşılık verilebilecek bir şey vardı. Ve kendisi bu kayıpların arasında kaybolmuş, her geçen gün daha çok kararsızlaşmıştı. Yağmurdan daha hızlı bir şekilde kalbinde çakan bu kararsızlık, hiçbir çözüm sunmuyordu. Sadece "Ne yapmalıyım?" sorusu dönüp duruyordu. Bu kadar büyük bir yükü taşımak, her geçen gün daha da zorlaşıyordu. Babasının gururlu, karizmatik yüzü artık silinmişti hafızasından. Annesinin sesi, her zaman ona güven vermişti ama şimdi sadece uzak bir yankı gibiydi. Yıllarca, intikamını alacağına inanarak yaşamıştı. Fakat bir noktada her şeyin anlamını yitirdiğini fark etmişti.

"Lenore…" diye mırıldandı, rüzgârın getirdiği soğuk hava ile acı bir şekilde. Lenore… Onu kaybettikten sonra, hayatındaki en değerli şeyin ne olduğunu bir kez daha anladı. Ama o günden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Lenore… O, gitmişti. Aries'in kalbindeki kayıp bir parçadan ibaretti artık. Ve o kaybolan parçayı geri getirmek imkansızdı. Aries, şimdi bununla yüzleşiyor, büyüttüğü öfkenin, içinde kaybolan bir aşkın karşısında ne kadar değersiz olduğunu anlamaya çalışıyordu.

Mağaradaki esaretin de tanıştığı o gizemli kadını hatırladı. Kadın, ona her şeyi değiştirebilecek bir yol göstermişti. Ona, soyunu uyandırması gerektiğini söylemişti. Bu, bir çözüm müydü ki? Gerçekten de soyunu uyandırmak, geçmişin hüzünlerine son verecek miydi? Kadın ona, ''Reinarch'a git ve soyunu uyandır, işte o zaman Agares'in soyu da seninle yükselecek'', demişti. Ancak kadının verdiği bu sorumluluğa ne kadar hazırdı? Bu yolculuk, onu geçmişinin ve kimliğinin derinliklerine çekiyordu. Ama soyunu uyandırmak, geçmişin acılarından kaçmak mıydı, yoksa onlarla yüzleşmek için bir fırsat mıydı? Gücünü hissettiği her an, geçmişin izleri onu daha da hapsederken, geleceğe dair belirsizlikler her geçen gün daha da büyüyordu. Ama bir şekilde, başka bir çıkış yolu bulması gerekiyordu. Onu yönlendiren tek şey ise, içindeki boşluk ve o elfin söyledikleriydi: "Agares'in kayıp çocuğu... Uyan. Endorilde bekliyor olacağım…"

"Lenore… keşke yanımda olsan," diye mırıldandı Aries. Yağmurun şiddeti arttıkça, bu kayıp ona daha ağır geliyordu. Yağmur, sanki onun geçmişini sarmak istiyordu, ancak bir yandan da sanki her bir damla, içindeki acıyı derinleştiriyordu.

İntikamının bir bedeli vardı ve Aries, bu bedelin ne kadar ağır olduğunu yeni fark etmişti. Güç kazanmıştı, ama kazandığı güç, onu insanlıktan uzaklaştırmıştı. Şimdi, ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Yağmurun altında ıslanan o boşluğu nasıl doldurabilirdi? Yıkmak, yok etmek… Bu onun bildiği yoldu ama artık o yol onu daha fazla tatmin etmiyordu. Kendi halkının katledilmesi, kendi yaşadığı kayıplar… Ne yaparsa yapsın, bu onun için adalet olmayacaktı.

Bir zamanlar, Ailesine karşılık, krallığına ve halkına karşılık, İmparatorluğun kendisini ve halkını hedef alarak, kısasa kısas yoluyla ilerliyordu. Bunun şu an bile gerçek adalet olduğuna inanıyordu. Ancak yıktığı onca şehir ve kaleden, elleriyle katlettiği yüzbinlerce masumun ardından, neden şu an da tatmin olmuş gibi hissetmiyordu?

Belki de intikamını almak, hiçbir zaman içindeki boşluğu dolduramayacak bir şeydi.

Bir süre sonra, yavaş yavaş ilerlemeye devam ederken karşısındaki manzara karmaşıklaştı. Gökyüzü hala griydi ve aşağıdaki toprağın kararması, ona yeni bir tehditten daha çok yalnızlık ve karanlık bir yolculuğu işaret ediyordu.

Atıyla, yağmur şiddetini sürdürürken ilerlemeye devam etti. Yaklaşık bir saat sonra, karşısına büyük bir kamp çıktı. Yağmurdan dolayı dışarıda pek fazla insan yoktu ama, çadırı olmayanlar, kendilerine çarşaflardan, kıyafetlerden bir sığınak yapmıştı. Kampın diğer tarafında ise küçük bir kasaba bulunuyordu. Aries, ilerlerken kampın içinden gelen sesleri işitiyordu. Ailesinin kaybını yaşayanların feryatlarıyla doluydu. Yetim kalmış çocukların ağlaması, eşlerini, kardeşlerini, çocuklarını veya anne babalarını kaybetmiş insanların çığlıkları, şiddetli yağmurun altın da bir yıldırım gibi gürlüyordu. Bu manzara karşısında ne yapması gerektiğini anlamıyordu. Acı mı duymalıydı, yoksa onlara karşı bir kin mi beslemeliydi? Bu insanlar, hayatta kalmaya çalışan, kaybettikleri her şeyin peşinden gitmeye çalışan masumlardı. Ancak Aries, aynı kayıpların sahibiydi. Onların yaşamları, ona bir şey ifade ediyordu. Bu kişiler acı çekse de yaşıyorlardı. Peki ya kendi halkı? Ne oldu o masumlara? Renoire şehrindeki yüzbinlerce masumdan kaçı hayatta kalmıştı?

Birbirine zıt iki dünyanın ortasında, içindeki karmaşayı hissediyordu.

Ancak bir şeyin farkına vardı. Bu mültecilerin arasında bir hayat vardı. Bir zamanlar kaybolan halkı için, bu insanların yaşam hakkını onlardan almak doğru muydu? Ya da kendi halkı için intikam almak, gerçekten de doğru bir çözüm müydü? Her şeyin başka bir şekilde çözülebileceğine dair bir umut vardı ama o, hala bu umudu anlamıyordu.

Karmaşık düşünceler içerisindeyken havanın neredeyse karardığını fark etti. Kalacak bir yer bulmalıydı. Yağmur da şiddetini azaltarak durulmaya başlamıştı.

Mülteci kampını geçip kasabaya doğru ilerlediğinde, kasabanın girişindeki muhafızlar tarafından durduruldu. Bu, normal bir kasaba gibi görünüyordu, ancak Aries'in her geçen adımda daha da kaybolduğunu hissediyordu. Kasaba, her şeyin eksik olduğu, sakin ama kasvetli bir yer gibi duruyordu. İçine kapalıydı, kaybolmuş bir dünyaya daha adım atıyordu. Bu yolculuk, ona kendini bulmak için bir fırsat olabilirdi. Kaybolduğu bu dünyada, yeni bir yer edinme fırsatı bulabilirdi.

Ellerinde mızraklarla duran muhafızlar, kısa bir göz teması kurduktan sonra, giriş ücreti talep ettiler. Bu kasaba, milisler tarafından korunuyordu, ama kasvetli bir güvenlik duygusunun olduğu belliydi. Ücreti ödedikten sonra, Aries yavaşça içeriye girdi. Etrafına bakarken, kasabanın havası daha da ağırlaştı. Araba yüklerini boşaltan insanlar, yaşam mücadelesi veren bu kasabada hayatta kalmaya çalışan köylülerdi… Ancak başka bir his vardı. Bir şey eksikti. Kasaba, onu bir türlü içine çekememişti.

Kasaba taştan yapılmış, kararmış evlerle sıralanmıştı ve her köşe, geçmişin yükünü taşıyan, terkedilmiş gibi bir hali vardı. Evlerin pencerelerinde ve duvarlarında, eski yıkımların izleri duruyordu.

Kasaba bir zamanlar canlı ve hareketli olmalıydı. Fakat artık hayat, burada sadece hayatta kalabilenler için vardı. Birçok ev boştu, kapıları sıkıca kapanmıştı, bazı evler çökmüş, terk edilmişti. İnsanlar, kaybolan topraklarını ve yaşamlarını terk etmişlerdi. Aries atıyla sokaklarda ilerlerken bir taverna göze çarptı; dışarıdaki tabelası neredeyse düşecek gibiydi. Ama orada bir şey vardı hava kararmıştı ve kalacak bir yer lazımdı. Atından inip tavernanın girişindeki yalağa bağladı. Tavernanın kapısına yönelerek ağır adımlarla taverna kapısını açtı.

İçeri girdiği an, odanın atmosferi ve havası onu bir anda sardı. Taverna, eski ve yıpranmış bir mekândı, fakat insanları hala barındırıyordu. Hafifçe tüten bir ateşin olduğu köşe, ısınmak isteyen birkaç kişiyle doluydu. Yerler, halatlar ve eski tahtalarla kaplıydı; ortadaki eski sandalyeler, kararmış masalar ve duvarlar, buranın uzun bir zaman diliminde unutulmuş bir yer olduğunu söylüyordu. Kalabalık, ilginç bir şekilde neredeyse sessizdi. Sadece birkaç kişiye ait mırıltılar, tavernada yankılanıyordu. Çoğu, dünyadan sıkılmış, bir şeyler kaybetmiş gibi oturuyordu.

Gözleri, kasvetli hava kadar iç karartıcıydı. Tavernanın köşesinde birkaç yaşlı adam, birbirleriyle düşük sesle konuşuyor, ellerindeki içkilerini yudumluyorlardı. Bazı insanlar, donuk bakışlarla odanın her köşesine göz gezdiriyordu. Yemek kokuları yayılsa da ruhlar burada beslenmeyecekti. O kadar çok kayıp, o kadar çok yıkım vardı ki, bu kasabada hayatta kalanlar, kaybetmiş olmanın derin izlerini taşıyorlardı.

Aries, başını kaldırarak tavernanın sahibi olan kadına göz attı. Kadının bakışları ilk önce dikkatle, sonra biraz da ilgisiz şekilde onun üstündeydi. Koyu, kirli sarı bir elbise giymişti ve sararmış, kuru bir gülümsemeyle yaklaşırken, tavernanın ruhu da adeta bir an için canlanıyordu.

"Yabancı," dedi kadın, sesindeki yorgunluk kendisini belli ediyordu. "Burası rahat bir yer değil ama barınmak istersen yerimiz var."

Aries, kadının tavrına kayıtsız kaldı, çünkü gerçekten başka bir seçeneği yoktu. Burası, kaybolmuş bir dünyaya açılan kapıydı. Hızla ilerleyip masanın bir köşesine oturdu. Duvarda hafif bir rüzgâr esintisiyle sarkan lambaların yansıması, tavernanın içini sarmıştı. Şehirdeki tüm diğer yerlerden daha fazla tecrübe edilecek bir şey yoktu. Yalnızca birkaç içki, belki biraz yemek ve biraz dinlenme.

Kadın masasına yaklaştı ve yemek siparişi için ona bir süre sessizce baktı. Aries'in ametist gözleri kadının dikkatini çekmişti. Ancak bir şey demedi. Aries başını eğip, birkaç lokma yemek ve içki istedi. Gözleri tavernanın etrafında gezindikçe, kendisine bakan birkaç kişi fark etti. Ancak, sessiz bir şekilde oturmaya devam etti. Herkes daha çok kendi dünyasına odaklanmıştı. Kimse fazla gözlemlemeler yapmıyordu. Ama yine de oldukça dikkat çektiği belliydi, belki de yabancıların bu kasabaya girip çıkması alışılmadık bir şeydi.

Bir süre sonra, tavernada biraz daha gergin bir hava oluştu. Birkaç insan, garip şekilde Aries'i izliyor gibiydi. Arka masada oturan yaşlı bir adam, sessizce gözlerini onun üzerine dikerken, bir süre sonra yavaşça ayağa kalktı ve Aries'in masasına doğru yaklaştı. Yaşlı adamın gözlerinde yılların yorgunluğu vardı, fakat hala bir şeyler öğrenmeye açtı. Aries, adamın bakışlarını fark etti ve dikkatle gözlerini adamın üstünden geçirdi.

"Yabancı, nereye gidiyorsun?" diye sordu yaşlı adam. "Ve nereden geliyorsun?"

Aries sessiz kaldı. Kendi kimliğini bu kadar açığa çıkarmaya hiç hevesli değildi. Ama kasabanın hüzünlü havası, bir yerlerde cevaplar bulmaya zorladı onu. Adamın bakışları, sanki bir şekilde onun geçmişini çözmeye çalışıyordu.

"Belirli bir yönüm yok," diye yanıtladı kısa bir şekilde. "Sadece geçiyorum."

Adam, iyice yaklaşarak, "Sen de mi Oliar'dan kaçanlardansın? İmparatorluk, onlar bizi terk etmediler, değil mi? Kasabanın lordu şövalyeleri ve muhafızlarıyla burayı terk etti, ama direnen birkaç kişi hala burada. Sen de bizim gibisin, değil mi?" dedi, gülümseyerek. "Nerelisin, bir kasaba insanı mısın, yoksa bir yolcumu?"

Aries, bir an duraksadı. Göğsünde bir baskı vardı, ama yanıt vermek istemiyordu. Bir an gözlerini kaçırarak tekrar siparişini verdi, yemek istemişti, ama aklı hala adamın sorularında kalıyordu.

''Sen de mi Oliar'dan kaçanlardansın?'' Kasabanın dışındaki mülteciler, Oliar'dan kaçanlar olmalı. O insanlar, benim eylemlerim sonucun da ailelerini ve topraklarını kaybettiler. Aries'in düşünceleri bir kez daha yoğunlaştı. O sırada taverna sahibesi, yaşlı adamın bu kadar soru sormasına dayanamayarak yaklaştı. "Tamam, tamam, daha fazla rahatsız etme onu" dedi kadının sesindeki belirgin hüzünle. "Yabancıyı rahat bırak. Buraya pek gelen giden olmaz. Bizim kasabamızda kaybolmuş ruhlardan başka bir şey yok." Kadın biraz daha sert bir sesle, "Bir tek o, bir yerden geliyor ve başka bir yere gitmeye devam ediyor. Gözlerinden yeterince acı çektiği belli oluyor, belli ki o da şeytanın ordusundan kaçanlardan biri" diye ekledi, yaşlı adamı nazikçe uyararak. Yaşlı adam, bir süre tereddüt ettikten sonra başını eğip, uzaklaştı. Kadın tavernanın diğer köşesindeki masaya dönerken Aries, bir şey söylemeden yalnız kaldı.

Bir hata mı var? Şimdi bildir! Papara: 1733808570(Tıkla, Kopyala)
Yorumlar

Yorumlar

Novel Türk Yükleniyor