Aetheris; Kaosun Tahtı Bölüm 8 – Yıldızların Tanıklığında

Jaksen, İmparator ile yaptığı görüşmeden sonra Ogmios ile geldikleri aynı çembere dönerek bir anda kendisini Ogmios’un odasında buldu. Ortam sessizdi; odadaki cam duvarın ardından uzanan manzara, akşam saatlerinin serin huzurunu taşıyordu. Güneş ufukta batarken, turuncu ve mor tonları odanın içine yumuşak bir ışık yayıyordu. Camın ardında, kuleyi çevreleyen şehrin ufka uzanan görüntüsü, Jaksen'e anılarını düşündürüyordu: evini, ailesini ve çok uzakta bırakmış olduğu hayatını.

Ogmios, masasına ağır adımlarla ilerledi. Üzerindeki büyücü cübbesi, hareket ettikçe hafifçe hışırtılar çıkarıyordu. Sandalyesine oturup, derin bir nefes aldı. Masasının üzerinde açık büyü parşömenleri, kristaller ve antik bir kitaptan düşmüş gibi duran bir mühür vardı. Jaksen, odadaki detayları incelerken gözleri tekrar geniş cam duvara takıldı. Dışarıdaki dünyanın büyüklüğü, kendini her zamankinden daha küçük hissetmesine neden oluyordu.

“Gel otur, genç kahraman,” dedi Ogmios, elini masanın karşısındaki sandalyeye uzatarak. Sesi, yorgun ama kararlıydı.

Jaksen, ağır adımlarla ilerleyerek sandalyeye oturdu. Omuzları düşüktü, aklı karışıktı. İçindeki soruları sormak için bir anlık cesaret toplasa da Ogmios, derin bir nefesle konuşmaya başladı.

“Biliyorum,” dedi, gözlerini Jaksen’in üzerine dikerek. “Kafanın karışık olduğunu hissediyorum. İçindeki soruların cevaplarını bilmeden bu yolculuğa çıkmak kolay değil. Ancak şu an önemli olan tek şey, neden burada olduğunu anlaman.”

Jaksen, derin bir nefes aldı. Bu anın ne kadar önemli olduğunu hissediyordu. Tüm bu karmaşanın içinde, kendini yalnız ve savunmasız hissediyordu. Ogmios’un sesindeki ciddiyetin ağırlığını hissediyordu. Odanın sessizliği, yalnızca dışarıdan gelen hafif rüzgâr sesleriyle bozuluyordu.

“Aries…” dedi Ogmios, sessizliği bozan derin ve yankılı sesiyle. “Aries von Renoire. O adı duyduğun an zihninde bir canavarın görüntüsü belirebilir. Ve haklısın. O, sadece bir insan değil; o, çılgın bir şeytan. Ama seni onun geçmişiyle tanıştırmadan, neden bir şeytan olduğunu anlatamam.”

Jaksen, daha önce duyduğu hikâyelerin etkisinde, Aries’i nasıl bir insan olarak hayal etmesi gerektiğini bilmiyordu. Gözlerini hafifçe kısmış, Ogmios’un ağzından çıkacak kelimelere odaklanmıştı.

“Yirmi yıl önce,” diye devam etti Ogmios. “Kuzeyde, özgür, zengin ve gururlu bir krallık vardı: Renoire Krallığı. Büyünün en ileri seviyede kullanıldığı, çok çeşitli ırkların bir arada yaşadığı bir ülke. İnsanlar, kara elfler, yarı-insanlar... Hepsi Renoire’nin bir parçasıydı. Ama büyü teknolojisi ve askeri gücüyle dikkat çeken bu ülke, İmparatorluk’un genişleme planlarına engel oluşturuyordu.”


Ogmios’un yüzündeki çizgiler derinleşti, gözlerindeki yorgun ifade daha da belirginleşti. “Gallant İmparatorluğunun dört bir yanı insanlara düşman olan başka ırklarla çevriliydi. Bu sebeple imparatorluk yüzyıllar boyunca kıtadaki tüm insanlığı tek çatı altında birleştirme amacındaydı. Ancak bu birleşme, savaşsız mümkün değildi. Nihayetin de İmparatorluk ordusu, Renoire’in soğuk dağlarına ulaştığında büyük bir direnişle karşılaştı. Renoire Kraliçesi, büyüde ustaydı; öyle ki, onunla yaptığım düelloyu hâlâ unutmuyorum. Ama sonunda, büyücülerim ve ordularımız galip geldi.”

Jaksen’in kafasında Renoire’in düşüşüyle ilgili sahneler canlanıyordu. Başını eğip bir an düşündü. Renoire Krallığı’nın düşüşü, bu kadar büyük bir hikâyenin başlangıcı mıydı? Ancak bir şey onu rahatsız etmişti.

“Peki ya Aries?” diye sordu, tereddütle. “O zaman ona ne oldu?”

Ogmios, yüzünde acı bir ifadeyle başını salladı. “Aries… O zamanlar sadece bir çocuktu. Ailesi gözlerinin önünde öldürüldü. Krallığı yok oldu. Hayatını kaybetmiş bir ruh gibi kuzeyin soğuk topraklarında kayboldu. Ama sonra… geri döndü.”

Ogmios, sesini daha ciddi bir tona büründürerek devam etti. “İki yıl önce, Valenor adlı bir şehri yok ederek intikamını ilan etti. O şehirde yarım milyon insan yaşıyordu, Jaksen. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar… Hepsi öldü. Aries, bu katliamla yetinmedi. Valenor’dan yola çıkarak onlarca köyü, kasabayı ve kaleyi yok etti. Sadece yıkmakla kalmadı; imparatorluğun stratejik savunma hatlarını da ortadan kaldırdı. Şimdi, diğer ırkların saldırılarına karşı açık hedef haline geldik.”

Jaksen, bu sözleri dinlerken bir an nefesi kesildi. Valenor’un yıkımı, köylerin yok olması… Tüm bu hikâyeler, korkunç bir gerçeklik olarak karşısına çıkıyordu. Aries’in bu kadar büyük bir tehdit olduğunu hayal bile edememişti. Ama Ogmios’un sözleri bitmedi.

“O sadece bizim düşmanımız değil. O, bu kıtadaki herkesin düşmanı. Eğer onu durduramazsak, sadece Gallant değil, insanlık da yok olacak. Çünkü Aries’in yarattığı bu kaos, devler, canavaradamlar, orklar ve diğer düşman ırkların birleşmesine sebep oluyor. Bu savaş, sadece bizim savaşımız değil.”

Jaksen’in aklından geçen düşünceler, bir fırtına gibi karmakarışıktı. Aries’in intikam hikâyesi, bir yanıyla haklı görünüyordu. Ama yarım milyon masumun öldüğü bir katliamı haklı gösterecek bir sebep olabilir miydi?

Kendi köyünü düşündü. Köyü, diğer krallıklar tarafından savaşların arasında kalmış, defalarca el değiştirmişti. Hiçbir zaman barış yüzü görmemişti. Ancak hiçbir güç, bu kadar büyük bir yıkıma sebep olmamıştı. Haydut baskının da bile sadece kendi Han’ları yok edilmiş ve ondan daha az insan ölmüştü.

“Bu, delilik…” diye fısıldadı kendi kendine. “Böyle bir yıkımı nasıl durdurabiliriz?”

Ogmios, genç kahramanın gözlerinde endişelerini hissetmişti. Sandalyesinde hafifçe öne eğilerek daha kararlı bir tonla konuştu. “Bunu sen yapacaksın, Jaksen. Çünkü sen seçilmiş kişisin. Ama bu görevde yalnız olmayacaksın. Ben, Rona ve Morgana seni eğiteceğiz. Ancak bilmelisin ki, bu kolay olmayacak. Aries’i durdurmak için güç, bilgi ve cesaret gerekiyor. Bunları öğrenmeye hazır mısın?”

Jaksen, masanın üzerine koyduğu ellerini sıkarak başını salladı. “Evet, hazırım,” dedi. Ama içindeki korku ve kararsızlık, sesine hafifçe yansıyordu.

“İyi,” dedi Ogmios, yavaşça arkasına yaslanarak. “Eğitimlerin, sadece bir başlangıç. Ama bu başlangıç, kaderini şekillendirecek.”


Jaksen, düşüncelere dalmış bir şekilde cam duvardan dışarı baktı. Akşamın derin maviliği, yıldızların ilk ışıklarıyla birleşiyordu. Kendi kaderinin de bu karanlık içinde parlayan bir yıldız gibi olup olmayacağını düşündü. Derin bir nefes alarak, zihnindeki tüm karmaşıklığa rağmen ilerlemeye karar verdi. Artık geri dönüş yoktu.

Bir sessizlik oldu. Jaksen, kafasındaki soruları toparlamaya çalışıyordu. Bu sırada odanın kapısı nazikçe çalındı ve içeri Rona girdi. Üzerinde sade ama zarif bir cübbe vardı.

“Usta, hazır mıyız?” diye sordu.

Ogmios, Rona’ya bakarak başını salladı. “Evet. Jaksen, bundan sonrasında Rona seni çalıştıracak. Sadece büyüyü öğrenmeyeceksin, aynı zamanda fiziksel olarak da güçlenmek zorundasın. Aries gibi birini durdurmak için her şeyi bilmen gerekiyor.”

Rona, Jaksen’e bakıp gülümseyerek elini ona uzattı. “Hadi bakalım, kahraman. Ne kadar dayanıklı olduğunu göster bize.”

Jaksen, derin bir nefes alarak ayağa kalktı. Kendisini neyin beklediğini bilmiyordu. Ancak bu yolculukta geri dönüş olmadığını da çok iyi biliyordu. Kendi kaderine doğru ilk adımı attığını hissederek, Rona’nın ardından odadan çıktı.


***


Eğitim alanına vardıklarında, Jaksen'in nefesi kesildi. Büyüleyici bir manzara karşısındaydı: Arena, her bir köşesine yayılan enerjiyle âdeta canlı gibiydi. Zemini kaplayan parlak beyaz mermer taşların üzerinde karmaşık rünler parlıyordu. Bu rünler, manayı odaklamak ve stabilize etmek için tasarlanmıştı. Her adım attığında, havada titreşen ince bir enerji hissediliyordu. Bu titreşimler, Jaksen'in bedeninde hafif bir ürpertiye sebep oldu. Bu hem ürkütücü hem de heyecan vericiydi.

Rona, asasını hafifçe kaldırarak arenanın merkezine doğru ilerledi. Jaksen'e döndüğünde yüzünde ciddi ama teşvik edici bir ifade vardı.

“Burası sadece bir arena değil,” dedi. Sesi, havadaki enerji kadar berrak ve keskin yankılandı. “Fiziksel dayanıklılık, büyü kontrolü ve ruhsal odaklanma için özel olarak tasarlandı. Burada varlığının her zerresi sınanacak. Ama önce bedenini eğiteceğiz. Güçlü bir temel olmadan hiçbir şey inşa edilemez.”

Tam o sırada, aralarına uzun boylu, ağır zırh içinde Morgana katıldı. Kadının her adımı, çevresine bir otorite yayar gibiydi. Güçlü bir şövalyenin kararlılığıyla Jaksen’e doğru yürüyerek ona dikkatle baktı.

“Eğitime hazır mısın, çocuk?” diye sordu Morgana. Sesi derin, fakat doğrudan bir emir taşıyordu.

Rona, bu atmosferi hafifletmek istercesine hafif bir kahkaha attı. “Lütfen, Üstad Morgana. Ona fazla yüklenme. Daha yeni başladı.”

Morgana'nın kaşları çatıldı, gözlerindeki ciddiyet daha da keskinleşti. “Eğer bir kahraman olacaksan, zorlukları kaldırmayı öğrenmek zorundasın,” dedi. “Daha önce kılıç kullandın mı?” diye sordu, gözlerini Jaksen’in üzerinden ayırmadan.

Jaksen, Tesila teyzesinden öğrendiği kılıç eğitimi anılarını düşündü. Gençliğinde bu dersler, bir oyun gibi görünmüş olabilir, ancak şimdi bu bilgilerin hayatını kurtarabileceğini hissediyordu. Hafif bir tereddütten sonra başını salladı. “Evet, kullandım.”

“Pekâlâ,” dedi Morgana ve elindeki eğitim kılıcını ona doğru uzattı. “Başlayalım bakalım.”

Jaksen, kılıcı sıkıca kavradı. Ancak Morgana, onun hazırlanmasına fırsat vermeden bir saldırıyla üzerine doğru atıldı. Jaksen, refleksle geri çekildi ve kılıcıyla savunma pozisyonu aldı. Morgana’nın darbesi kılıcını titretti, ancak Jaksen ayakta kalmayı başardı.

“Fena değil,” dedi Morgana, Jaksen’in kendine güvenini ölçercesine bir bakışla. “Ama bu sadece başlangıç. Şimdi daha ciddi bir şey deneyeceğiz.”

Morgana, Jaksen’e karşı daha hızlı ve daha güçlü hamleler yapmaya başladı. Her bir saldırıda Jaksen, savunma yapmakta zorlanıyordu. Kolları titriyor, avuç içleri terliyor, nefesi düzensizleşiyordu. Ama pes etmedi. Her defasında, bir adım daha geri çekiliyor, bir adım daha dayanıyordu.

Sonunda, Morgana kılıcını indirdi. Jaksen, ter içinde kalmış, soluk soluğa nefes alıyordu.

“İyisin,” dedi Morgana, hafif bir gülümsemeyle. “Ama dayanıklılık ve hız için daha çok çalışman gerekiyor. Güçlü bir kahraman, sadece kılıcı tutmayı değil, aynı zamanda düşmanına hükmetmeyi de öğrenir.”

Jaksen, bu sözlerin altında ezilmiş hissetse de içten içe bu eğitimin onu daha iyi bir savaşçı yapacağını biliyordu. Yere oturdu, nefesini düzenlemeye çalıştı. Ancak dinlenme fırsatı kısa sürdü; Rona, elinde parlayan bir mana kristaliyle ona yaklaştı.



***


“Şimdi sıra büyüde,” dedi Rona. Sesi daha yumuşak ama öğretmenvari bir otoriteyle doluydu. Kristali Jaksen’in önüne yerleştirdi ve eğilerek onunla göz hizasına geldi. “Ama önce zihnini kontrol etmeyi öğrenmen gerekiyor. Mana, sadece bir güç değil; ruhunun ve zihninin bir yansımasıdır. Eğer zihnin karışıksa, mana akışın da dağınık olur.”

Jaksen, kristale bakarak derin bir nefes aldı. Rona, onun omzuna dokunarak konuşmaya devam etti: “Gözlerini kapat ve manayı hisset. Çevrendeki akışı, titreşimleri dinle. Onu zorla yönlendiremezsin. Mana, bir dost gibi yaklaşıldığında cevap verir.”

Jaksen, derin bir nefes alarak gözlerini kapattı. Ancak ilk başta hiçbir şey hissetmedi. Zihnindeki karmaşa, manayı algılamasını engelliyordu. Derin nefesler alarak odaklanmaya çalıştı. Rona’nın rehberliğinde, çevresindeki enerji titreşimlerini hafif hafif hissetmeye başladı. Bu, kristalden yayılan sıcak bir enerji dalgasıydı.

“İşte böyle,” dedi Rona. “Şimdi, manayı kristalden çekip eline odaklamayı dene.”

Jaksen, dikkatini kristale yöneltti. Ancak enerji birden dağınık bir şekilde yayıldı ve kristal çatlayarak patladı. Küçük bir enerji dalgası, Jaksen’i birkaç adım geriye savurdu. Dengesi bozulsa da düşmeden toparlandı. Rona, bu sahneyi kahkahalarla izledi.

“Bu hiç fena değildi!” dedi, yüzündeki gülümsemeyi gizlemeye çalışmadan. “Ama biraz daha odaklanman gerek.”

aksen, alnındaki teri silerek tekrar denemeye hazırlandı. Bu kez zihnindeki karmaşayı yatıştırmak için daha çok çaba harcadı. Kristalin enerjisini daha dikkatli bir şekilde yönlendirdi ve avucunun içinde bir enerji küresi oluşturmaya başladı. Küre, önce kararsız bir şekilde titreşiyordu, ancak Jaksen’in odaklanmasıyla daha sabit hale geldi.

“Daha yavaş,” diye yönlendirdi Rona. “Manayı zorla değil, sevgiyle yönlendir. Tıpkı bir nehri şekillendirir gibi.”

Jaksen, Rona’nın sözlerini dikkate alarak enerjiye daha nazik bir şekilde yaklaştı. Küre, avucunun içinde sabit bir ışık yaymaya başladı. Bu başarı, Rona’nın yüzünde bir gurur ifadesi oluşturdu.

“İşte bu!” dedi. “İlerleme görmeye başladık.”


***


Günler haftalara dönüştü, eğitimler Jaksen’in hayatının merkezine yerleşti. Her sabah, Morgana’nın ağır zırhlı gözetiminde fiziksel dayanıklılık ve kılıç teknikleri üzerine çalışıyordu. İlk başta her kası yanıyor, adımları giderek ağırlaşıyordu. Ancak Morgana’nın acımasız ama etkili yöntemleri, Jaksen’i sınırlarını zorlamaya itiyordu. Kılıç darbeleri altında savunma yapmayı öğreniyor, her hamlesini daha hızlı ve daha kesin hale getiriyordu.

Morgana’nın katı bir disiplini vardı. “Güç, sadece fiziksel bir dayanıklılık meselesi değildir,” diyordu sık sık. “Bir savaşçının zihni, kaslarından daha dayanıklı olmalıdır. Eğer kafanda zaferi göremiyorsan, elindeki kılıç sana hiçbir şey kazandırmaz.”

Öğleden sonraları ise Rona’nın büyü odaklı eğitimleriyle doluydu. Bu seanslarda Jaksen, mananın ne olduğunu gerçekten anlamaya başlamıştı. Rona, mana kontrolünün bir büyücün kalbi ve ruhu ile uyum içinde olması gerektiğini sık sık vurguluyordu.

“Mana, ruhunun bir aynasıdır,” demişti bir gün, Jaksen’in önündeki mana kristalini işaret ederek. “Zihnin karışıksa, mana seni asla dinlemez. Ama eğer onu anlamayı öğrenirsen, seni asla terk etmeyecek bir dostun olur.”

Bu sözlerin ardından Jaksen, odaklanmayı ve sabretmeyi öğrendi. Enerjiyi hissetmek, yönlendirmek ve kontrol etmek artık sadece bir görev değil, aynı zamanda bir meditasyon haline gelmişti. Zihnindeki karmaşa her eğitimle birlikte biraz daha sakinleşiyor, ruhunda bir denge oluşuyordu. Hem bedeni hem de zihni daha güçlü hale gelmişti.


Bir gece, eğitimlerin ardından Jaksen kendini yıldızların altında buldu. Yorgun bedeni, çimenlerin serin dokunuşuyla rahatlamıştı. Gökyüzü, sonsuz gibi görünen yıldızlarla doluydu. Her bir yıldız, ona bu dünyadaki yalnızlığını ve aynı zamanda ne kadar küçük olduğunu hatırlatıyordu.

Sessizliği Rona bozdu. O da Jaksen’in yanına oturdu, omuz omuza gökyüzünü izlediler. Uzun bir sessizlikten sonra, Rona yumuşak bir sesle konuşmaya başladı.

“Aries’i yenmek, sadece güçle ilgili değil,” dedi. Sesi karanlık gecede bir yankı gibi yayıldı. “Onun neden böyle birine dönüştüğünü anlamadan, onu gerçekten durduramazsın.”

Jaksen, Rona’ya dönüp şaşkınlıkla baktı. Bu cümle, Aries’e duyduğu öfkeyle karmaşıklaşmış düşüncelerini alt üst etmişti. Rona’nın yüzünde hem hüzün hem de bir bilgenin sakinliği vardı. Hafifçe gülümsedi ve devam etti.

“Bu sadece bir savaş değil, Jaksen. Bu, insanların kaderini belirleyecek bir yolculuk. Ama şunu bil ki bu yolculukta yalnız olmayacaksın. Ve unutma, her şey senin seçimlerinle şekillenecek.”

Jaksen, Rona’nın sözlerinin ağırlığını hissederek başını salladı. Eğitiminin yalnızca bir başlangıç olduğunu biliyordu. Ama bu başlangıç, kaderinin şekillenmesinde bir mihenk taşı olacaktı.

Rona, onun düşünceli bakışlarını izlerken nazikçe iç çekti. Gözlerini tekrar yıldızlara çevirdi ve bir süre sessiz kaldı. Sonra, hafifçe alçalan bir ses tonuyla konuşmaya devam etti.

“Biliyor musun,” dedi, sesi bir sır paylaşıyormuş gibi gizemliydi. “İmparatorluktaki pek çok kişi, senin gelişini kutluyor. İmparator da üç gün sonra senin onuruna büyük bir ziyafet düzenliyor. Tüm soylular, asiller ve ileri gelenler, bu kutlamaya katılacak. Sokaklarda insanlar, senin hakkında konuşuyor. ‘İmparatorluğumuzu kurtaracak kahraman’, ‘Güneşin tezahürü’, ‘Helian’ın lütfu’ diyorlar.”

Rona, bir süre durdu, ardından sesi daha düşünceli bir tona büründü. “Ama… biliyor musun, Jaksen? Bu daha çok elf tanrıçası Direa’nın lütfu. Nihayetinde bize yardım eden Helian değil, Direa’ydı.”

Jaksen, Rona’nın bu sözlerini düşündü. Direa adını daha önce duymamıştı. Ancak Rona’nın sesinde bir tür inanç ve hayal kırıklığı hissediliyordu. İmparatorluğun büyük bir kısmı Helian’a dua ederken, bu kadının başka bir tanrıçayı anması dikkatini çekmişti.

Bir süre sessizlik içinde yıldızları izlediler. Sessizliğin içinde, Jaksen kaderinin yükünü daha derinden hissetti. Ancak Rona’nın varlığı, bu yükü biraz daha hafifletmişti. Onun rehberliğiyle, bu yeni dünyanın karmaşasında yolunu bulabileceğine dair bir umut ışığı hissetti. Bu yolculuğun nereye varacağını bilmiyordu, ama içindeki ateş, bu zorlukların üstesinden gelmek için yanıyordu.

Bir hata mı var? Şimdi bildir! Papara: 1733808570(Tıkla, Kopyala)
Yorumlar

Yorumlar

Novel Türk Yükleniyor