Valerien Bölüm 5
Marko ve Steve güneşin en tepede olduğu saatte Stella ailesinin konağına yürümeye başlamıştı
Steve;
—Orada savaşmayacağız diye düşünüyorum, dedi.
—Stella ailesinin böyle bir şey yapacağını sanmıyorum. Stella tekniği kullanabilen bir kuralsız olmalı.
Kuralsızlar herhangi bir aileye bağlı olmayan üst insanlara verilen isimdi. Aile üyelerinin kuralsızlarla savaşması gayet doğaldı. Kurallar bunları kapsamıyordu.
—Yani yakın zamanda aileden ayrılmış, tekniği bilen insanları soruşturacağız.
—Aynen öyle.
Dün gece yağan yağmurdan dolayı yerler çamurlaşmış aynı zamanda toprağın kokusu da havaya sinmişti. Islak ağaç dallarından hâlâ yere düşmekte olan damlalar vardı.
Marko ve Steve konağa gidene kadar yürümeye devam ettiler. Stella ailesinden şüphelenmediklerinden dolayı acele etme gereksinimi de duymadılar.
...
Marko ve Steve konağı görmüşlerdi. Konağın önünde uzun saçları yüzünü kapatan; kadın mı, erkek mi, olduğu belli olmayan biri duruyordu. Marko ve Steve hiç bir düşmanlık barındırmadan kişinin yanına doğru yürümeye başladılar.
Kişi;
—Bir adım daha atmayın, dedi.
Marko durdu ve ellerini kaldırdı.
—Rahat olabilirsin herhangi bir bela için gelmedik.
Steve kişinin sesinden kadın olduğunu düşündü.
Kişi;
—Kimsiniz ve neden buradasınız, diye sordu.
Marko kendisini tanıttı.
—Ben Valerien ailesinden Marko. (Eliyle Steve’i işaret ederek) Kuzenim Steve Valerien.
Kişi isimleri duyunca şaşırmıştı ancak Marko ve Steve kişinin yüzünü kapatan saçlarından dolayı tepkisini görmemişti.
—Peki neden geldiniz?
—Stella ailesinin büyüklerinden biri ile görüşme talep ediyorum.
Kişi;
—Beni takip edin, dedi ve konağın içine doğru yöneldi.
Kişi konağın kapısını açtı ve içeri girdi. Marko ve Steve de hemen ardından içeri girdi. Konağın içi tamamen sessizdi. Marko etrafa baktı fakat ilgisini çeken tablolardan başka bir şey göremedi.
Marko;
—Herkes nerede, diye sordu.
—Muhtemelen uyuyorlardır.
Marko bu saatte uyumalarına şaşırdı. Saat neredeyse 14:00 oluyordu. Bulundukları durumdan şüphelenmeye başlıyorlardı.
Kişi büyük kapılı bir odanın önüne geldi ve kapıyı açtı. İçerisi gösterişliydi. Deri; parlak koltuk, beyaz masa, büyük avize, dolaptaki mistik kitaplar. Kişi, Marko ve Steve’e masanın önünde duran karşı karşıya duran iki koltuğu gösterdi ve oturmalarını söyledi. Marko ve Steve düşünmeden oturdular. Kişi ise masanın diğer tarafındaki sandalyeye oturdu.
Marko şaşırdı.
—Yani aile büyüğü sen mi oluyorsun?
—Aile büyüklerinden biri.
Kişi uzun saçlarını yüzünden çekti ve saçlarını topuz yapıp bağladı. Karşılarındaki kişi bir erkekti fakat yüzü bir kadın gibi güzellik saçıyordu. Masanın üzerinde küçük bir kasenin içinde biraz su bulunuyordu. Kişi elini suya bandırdı ve yüzüne sürdü.
—Ben Stella ailesinden Jayden. Ailenin lideri değilim fakat ondan sonra en rütbeli kişi olduğumu söyleyebilirim. Yani tıpkı senin gibiyim Marko.
Marko Jayden ismini okuldan duymuştu fakat daha önce hiç tanışmamışlardı.
Jayden arkasına yaslandı.
—Konu neydi?
—Çok uzatmadan başlıyorum o zaman.
Jayden ise kafasını sallayarak onayladı.
—Vadi de Stella tekniği kullanan, üst insanları öldüren bir seri katil var.
Jayden’ın gözleri büyüdü.
—Biz böyle birşey yapmıyoruz!
Dedi sinirli bir ses tonuyla.
Marko;
—Endişelenme buraya sizin ailenizi suçlamaya gelmedik. Sadece yakın zamanda veya uzun zamanda aileden ayrılan ve Kıvılcım tekniğini kullanabilen biri var mı?
Marko sakinliğini bir an bile kaybetmemişti. Jayden bu durumdan sonra endişelenmiş olsa bile Marko bu süreci kolayca atlatmıştı. Jayden sakinleşmişti.
—Kyle ile Crane var yalnızca.
—Kyle dan şüphelenemem ama Crane hakkında daha fazla bilgi alsam fena olmaz.
Jayden sandalyesinde dikeldi.
—Crane ailenin en güçlülerindendi fakat yeteneği ile zekası ters orantılıydı. Düşünceleri fazla vahşice ve mantıksızdı ve bu fikirlerini aileye satmaya çalıştı. Onun fikirlerine inansaydık kuralları bozmuş olurduk. Bu sebeple Aile büyüklerimiz tarafından aileden ihraç edilmesine karar kılmıştık.
Steve;
—Görünüşe göre aradığımız kişi bu adam, dedi.
Marko da bunu onayladı.
Jayden;
—Onun böyle şeyler yapmak istediğini biliyordum ama asla bunları yapacak cesarete ulaşacağını düşünmemiştim, dedi.
Marko ayağa kalktı.
—Yardımın için minnettarız. Bu diyarda barış ve huzur için elimizden geleni yapmaya devam edeceğiz.
—Umarım...
Marko ve Steve kapıya doğru yöneldi. Steve kapının önüne geldiğinde Jayden’a döndü ve;
—Kendine iyi bak Jayden, dedi.
Jayden cevap vermeden yalnızca yere bakıyordu.
Marko ve Steve hiç zaman kaybetmeden dışarı çıktı. Dışarı çıktıklarında Steve;
—Bu Crane’i nerede bulacağız peki, diye sordu.
—Bu işi yapan herkes en az bi kere yaralanmıştır. Diyardaki tek doktora gideceğiz.
Steve duraksadı.
—Tekniklerini kullanmayı öğrenenler zamanla kendi kendilerini iyileştiremezler mi?
—Yapabilseler bile iyileşmenin en kolay yolu doktora gitmek. Şansımızı deneyeceğiz.
...
Bu sırada Kyle ise eğitim için çocukları topluyordu. Vernon, Frances, Julia zaten hazırdaydı.
Kyle diğer ailelerden; Matthew tarafından sahiplenilen çocukları, bulundukları yerden almaya gitti. Çocuklar Üst İnsanların merkez yeri olan, Gece Tapınağı olarak adlandırılan, devasa bir tapınağa götürülürdü ve orada katılacakları ailelerin tarihi hakkında üstünkörü bilgi edinirdi.
Kyle ise görevi olan çocukları Valerien konağına getirme görevini başarıyla tamamlamıştı.
Vernon, Frances ve Julia konağın kapısının önünde merdivenlerde oturuyorlardı. Julia her zaman ki gibi defterine bir şeyler karalıyordu.
Frances ile Vernon da Crane hakkında konuşuyordu:
—O adam tekrardan karşımıza çıkarsa ne yapacağız?
Diye sordu Vernon.
—Biraz zaman geçene kadar dışarda kendi kafamıza göre dolaşmayacağız.
Vernon iç çekti.
—Evde hapis kalmak istemiyorum!
Julia, Vernon’un dediğini duydu ve;
—Okul bu yüzden var, dedi.
Vernon kafasını Julia’ya çevirdi ve
—Gizli gizli bizi mi dinliyorsun, dedi gülümseyerek.
Frances de gülümsedi.
—Yanı başımda böyle sohbet ederseniz duymadan edemem ki!
Vernon;
—Bence yalnız olmaktan o kadar sıkıldın ki kötü sosyal becerilerin ile dahil olmak istiyorsun, dedi gülerek.
Julia iç çekip;
—Bunu da bana senin gibi birisi mi söylüyor, dedi.
Bu konuşmalar gerçekleşirken güneş yavaş yavaş batıyordu. Vernon tekrar güneşe baktı. Ağzını açıp bir şeyler söylemek üzereydi ama nefes verip ağzını geri kapattı. Frances, Vernon’un bir şey söylemek üzere olduğunu fark etti fakat umursamadı.
O sırada ormanın içerisinden gelen birileri göründü.
Frances heyecanla;
—Sonunda geldiler, dedi.
En önde Kyle olmak üzere arkasında 3 çocuk daha vardı. İkisi erkek birisi ise kızdı. Kız ilgisiz görünürken erkeklerin heyecanları yüzlerinden belli oluyordu. Kyle yaklaştı ve çocukları teker teker tanıttı.
—Bu arkadaşımız (erkekleri göstererek) David yanındaki ise George.
David; kısa siyah saçlı, kalıplı bir çocuktu. Güçlü olduğu bariz belliydi. George ise aksiydi. Zayıf, dağınık siyah saçlı, gözlüklü bir çocuktu.
David;
—Tanıştığıma memnun oldum. (Vernon’a bakarak) Sen Vernon olmalısın.
Vernon yalnızca kafası ile onayladı. Kafasında “Beni nereden tanıyor?” diye soruyordu kendi kendisine.
George;
—Umarım iyi anlaşırız, dedi.
Frances ise;
—Kendinizi evinizde gibi hissedin. Nasıl olsa burası artık hepimizin evi, dedi.
Kyle kızı göstererek;
— Bu hanımefendi ise Marie, dedi.
Marie ise kızıl saçlara sahipti. Asi bir görünüşe sahipti. Sert bir mizacı vardı. Oldukça da güzeldi.
Marie eliyle saçını düzeltti ve hiçbir şey söylemedi.
Kyle;
—Bu şekilde bu sene okula göndereceğimiz altı öğrencimiz oldu, dedi.
Bir an sessizlik oldu.
Kyle hemen sessizliği bozup;
—Endişelenmeyin en güçlü kişiden eğitim alacaksınız, dedi kendisini göstererek. Ardından çocuklar o günü konakta kaynaşarak geçirdi.
David; kısa, siyah saçları olan, sert görünüşlü bir çocuktu. George onun aksine uzun, siyah saçlı tamamen sakin ve kontrollü bir görünüşü vardı. Marie ikisinde de farklıydı. Sanki nerede olduğunu bile bilmiyordu. Hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi duruyordu. Kızıl saçlarından başka bir şey önemsemiyor gibi görünüyordu.
David’in, Vernon ile benzer bir karakteri vardı. Genellikle savaş düşkünü ve egoist kişiliği olan iki kişi yan yana gelmişti. George ise daha çok her şeyi derinliklerine kadar incelerdi. Savaşmaktan haz etmez ama savaştan da kaçmazdı. Marie sessiz kişiliğinin yanı sıra yaydığı enerjiden kesinlikle güçlü olduğunu söylenebilirdi. Geçmişi karanlık olmalıydı.
Vernon her zaman ki gibi sosyallikten kaçındı. Frances arkadaş canlısı olması sebebiyle çocuklarla hemen anlaşmıştı. Julia ise Marie ile arkadaş olmayı yani daha doğrusu Marie’yi biraz daha açmak için uğraşıyordu. Ona yaptığı çizimleri gösteriyordu ve heyecanla beğenmesini bekliyordu. Kyle ise odasında balkona açılan kapının eşiğinde sandalyesinde otururken ayın ışığı altında sigarasını içiyordu.
Matthew her zaman ki gibi gecenin geç saatlerine kadar odasından çıkmadan bir şeyler yazıyordu. Diğer aile üyelerinden Lowell’in nerede olduğu bilinmiyordu. Fakat ne zaman ihtiyaç olunsa ortaya çıkıyordu. Samuel ise ona verilen ayak işleri ile uğraşıyordu. Gwar, konaktan biraz uzakta küçük bir kulübede inzivaya çekilmişti.
Çocuklar geç saatlere kadar oturmuşlardı.
Marko ve Steve den haber yoktu.
Çünkü o ikisi gökte aradıkları yıldızı, yerde bulmuştu.
Uçsuz bucaksız sonu görünmeyen ormanın içinde Marko ve Steve’in etrafı sarılmıştı. Marko ve Steve sırt sırta verip kendilerini güvenceye almayı ilk hedef olarak belirlemişti.
Ormanın derinliklerinden Crane ve onun himayesi altında bir düzineden fazla adam vardı.
Crane;
—Burnunuzu böyle işlere sokmamalıydınız, dedi.
Marko;
—Egoist insanlardan nefret ederim bilir misin?
Crane iç çekti ve gülümseyip;
—Ben de etmiyorum desem yalan olur.
Steve;
—Salak salak şeyler yapmaktan vazgeç. Hâlâ geri dönmek için bir şansın var Crane, dedi.
Marko şaşırdı.
Crane ise bir kahkaha patlattı.
—Beni bir çocuk mu zannediyorsun Steve Valerien!
Marko;
—Bakıyorumda birbirimiz hakkında bilgi sahibiyiz, dedi.
—15 yıl önceki olaylardan sonra tüm vadinin bu ikiliyi tanımasına şaşırmamalısın Marko Valerien.
Marko ve Steve oldukları yerde kalakaldı. Şok içindeydiler. Crane bir kahkaha da patlattı.
—Demek ki söylentiler doğruymuş!
Diye haykırdı.
Marko ve Steve ne yapmaları gerektiği konusunda boşluğa düşmüştü. Marko derin bir nefes aldı.
—Yapmak üzere olduğun şeyden vazgeç.
Crane şaşırdı.
—Ne yapmak üzereymişim ki?
Steve iç çekti. Marko ise;
—Eğer üst insanları öldürmeye devam edersen seni öldürmekten başka bir şansımız kalmaz, dedi.
Crane tekrardan şaşırdı.
—Ben yalnızca gelişimimi devam ettiriyordum.
Ne kadar üzgün gibi davranmaya çalışsa da dalga geçtiği kesinlikle belliydi.
—O halde seni öldürmekten başka şansım kalmıyor.
Crane gülümseyerek;
—Şansını dene, dedi.
Marko, Crane’e doğru atıldı fakat Crane’in iki adamı bir anda öne çıktı ve Marko ve Crane’nin arasına geçtiler. Steve yumruğunu hazırladı ve görüşünde olan ilk adamın üzerine doğru uçtu.
Steve ardı ardına yumruklar atmaya başladı. Hiç bir yumruğu ıskalamıyordu. Karşısındaki adam tüm yumrukları kafasına yiyordu ve bazen karşılık vermeye çalışmasına rağmen Steve tarafından engelleniyor ve karşı saldırı yemeye devam ediyordu.
Şüphesiz büyük bir güç farkı vardı.
Marko karşısında iki adamı görünce beyni içerisinde tartışmaya girdi. “Tıpkı dün gece olduğu gibi Natasha ve Frances ile huzur içinde oturabilirdim.”
Marko kafasını kaldırdı ve adamların yüzüne baktı.
—Ama ne yazık ki bu lanet adamlarla uğraşmak zorundayım!
Marko iki adamın kafasını iki ayrı eli ile kavradı ve hızlıca yere vurdu. Adamların beyni ezilmişken, Marko’nun elleri kan içerisindeydi. Marko ellerindeki kanları gördü ve Crane’e doğru gösterdi.
—Canın çektiyse gelip adamının cesedini yiyebilirsin.
Crane gülümsedi.
—Fikirlerim hakkında bilgi sahibisin.
—Kime sorsan söylüyor zaten.”
Crane parmaklarını kıtlattı.
—Adı, tarihe altın harflerle yazılacak olan bir adam için şimdiden bu kadar tanınmak büyük bir başarı.
Savaş başlamak üzereydi.
Marko etrafındaki iki kişiyi kafasından tutup yere çarptığı gibi kafataslarını kırmıştı. Bu dehşeti gören Crane daha da heyecanlandı. Marko, Crane’in üzerine koştu ve yakın dövüş başladı.
Marko, Crane’e yumrukları sallarken Crane rahatça engelliyordu. Marko da aynı rahatlıkla yumrukları engelliyordu. Kesinlikle şuanda sonucu tahmin etmek imkansızdı. Kadın merakla izliyordu.
Marko, Crane’nin gardını kırdı ve çenesine yumruğu geçirdi. Crane yumruğun etkisiyle biraz sarsıldı fakat kendine geldi.
“Bu güç de ne böyle?” diye düşünüyordu Crane. Ama bu güç onu korkutmuyordu. Yalnızca heyecanlandırıyordu.
Crane yumruklarını daha da hızlandırmıştı. Marko yumrukları engellemekte zorlanmaya başlasa bile kaybetmeyeceğinden emindi. Özgüvenle dolup taşıyordu.
O sırada Steve ise Crane’nin adamları ile çatışma içerisindeydi. Zorlanmıyordu, yalnızca sayıları çok fazlaydı. Bu sebeple Steve yavaştan dövüşten sıkılmaya başlıyordu. Steve üzerine doğru gelen adamın dizine tekmeyi vurdu ve adam dizlerinin üzerine çöktü. Steve dizlerinin üzerine çöken adamın kafasına diziyle vurdu ve adamı nakavt etti. Bunu yapar yapmaz arkasını döndü ve üzerine doğru gelen adamın yumruklarını blokladı ve açığı yakaladığı gibi adamın çenesine yumruğu geçirdi. Yere düşen adamın kafasını ayağı ile ezdi.
—Gerçekten de çok sıkıcısınız.
Marko ile Crane’in savaşı hala ortadaydı. Crane henüz tekniğini kullanmamıştı ve başından beri kullanmayı planlamıyordu. Karşındaki kişinin güçlü biri olduğunu biliyordu. Valerien ailesinin tekniği hakkında hiç bir bilgisi bulunmadığından dolayı da kendi tekniğini kullanırsa karşısında sürpriz bir teknik ile karşılaşacaktı.
Belki güzel bir eşleşme olurdu ya da tam tersi. Crane, tekniğini kullanmadan bu işi bitirmeyi bu yüzden seçmişti. Risk almak istemiyordu. Tekniğini kullandığı zaman, Marko’nun da tekniğini kullanmayacağını düşünse çoktan kullanırdı. Crane, Marko’nun teknik kullanıcısı olup, olmadığını da düşünmüştü. Neticesinde bu kadar güçlü bir adam teknik kullanamıyor olamazdı.
Crane daha da hızlandı. Marko geriye atıldı ve yerde bulduğu uzun kalın bir çubuğu eline aldı. Crane yumruğunu salladığı an Marko, çubuğu blok olarak kullandı fakat çubuk ortadan ikiye ayrıldı. Crane’nin yumruğu Marko’nun kafasına doğru gelirken Marko kafasını eğdi ve vücudunu yere yaklaştırdı. İki elinde de kırılmış çubuk bulunan Marko, çubukları Crane’nin ayağına geçirdi. Çubuklar saplandıktan hemen sonra kırılmış olsa da hasar vermişti.
Marko, Crane’nin karnına sarıldı ve onu yere düşürdü.
Marko yere düşürdüğü Crane’nin suratına yumruğu geçirmeye çalıştı fakat tam bunu yaptığı anda Crane dizini Marko’nun bacak arasına geçirdi.
Marko acıyla inledikten sonra Crane’nin, Marko’nun kafasına attığı yumruk ile Marko, Crane’nin üzerinden uçtu ve yere yapıştı.
Crane ayağa kalktı. Marko da hemen yerini almıştı. Crane savaşın başından beri gülümsemeye devam ediyordu.
Marko;
—Demek böyle oynuyoruz ha?
Dedi nefes nefese.
—Nasıl oynarsan oyna. Bir de kural mı koyacağım? Kuralsızım ben! Hahahaha!
Diye gülmeye başladı. Marko şaşkınlıkla Crane’e bakıyordu. Crane kahkaha atmaya devam ediyordu.
“Deli mi lan bu adam?” diye aklından geçirdi Marko.
Marko tekrardan savaşa hazır olduğu an “Bip-bip!” diye bir ses geldi.
Crane saatine baktı;
—Ha? Ne ara bu kadar geç oldu, dedi.
Crane kafasını Marko’ya çevirdi.
—Üzgünüm savaşımız burada sona erecek.
Marko yumruklarını sıktı.
—Gel bakalım!
Crane şaşırdı.
—Ne?
Marko duraksadı.
Ardından Crane;
—Aman aman! Sakın seninle savaşacağımı düşünme lan! Gidiyorum ben, dedi.
Marko sinirlerine hakim olamıyordu.
—Bunu biraz ciddiye al!
Diye bağırdı.
—Neden?
Marko harbiden kafayı yemek üzereydi. Bu adamın kafasına erişemiyordu.
—Neden bu kadar ciddiye alıyorsun ki? Savaşırken eğlendiğini de göremedim.
Marko şaşkın şaşkın Crane e bakıyordu.
—Ne demek istiyorsun?
—Ne uğruna savaşıyorsun?
Marko biraz duraksayıp düşündü ve;
—Seni böyle dışarda serbestçe bırakamam, dedi.
Crane şaşkınlıkla "Neden?" diye sordu.
—Diğer insanlar için tehlike arz ediyorsun!
Crane hâlâ şaşkındı;
—Yani?
—Bu yüzden seni sağ salim buradan gönderemem!
Crane’in yüzü düştü. İki elini de yüzüne götürdü.
—Hayal kırıklığına uğradım.
Marko “Ağlıyor mu lan bu?” diye aklından geçirdi.
Crane titrek bir sesle;
—Bir üst insan ile savaştığımı sanmıştım, dedi ve ardından "Yalnızca değersiz biri için zamanımı harcamışım." diye ekledi.
Crane, Marko'ya baktı. Gözleri kızarmıştı.
—Seni bir gün öldüreceğim Marko.
Marko hâlâ durumu kavrayamamıştı.
—Üst insanların yüz karasısın! Sevgi mi? Yalnızca zayıflık. Diğer üst insanlar ölse ne olur ki? Ya da normal insanlar. Senin yegane amacın gelişimini tamamlamak olmalı. Peki ya sen ne yapıyorsun? Ailenin korumacılığını mı yapıyorsun?
—Saçmalıyorsun!
—Ne kadar da yazık. Normal bir insandan başka bir şey değilsin. Asla gelişimini tamamlayamayacaksın.
Crane arkasını döndü ve yürümeye başladı.
—Seni öldüreceğim güne kadar hayatını o sevdiklerin ile geçir.
Marko kaşlarını çattı ve;
—Sanki kaçmana izin veririm, dedi.
Crane kafasını Marko'ya çevirdi.
—Normal bir insanın elinden ne gelir ki, dedi. Crane kendi kendine fısıldadı;
—Stella Tekniği – Kıvılcım!
Crane’nin etrafında kıvılcımlar toplandı. Crane kafasını Marko’ya çevirdi.
—Artık tekniğini kullansan bile fark etmez. Gerçi senin gibi birinin kullanabileceğini de sanmıyorum.
Crane çakan bir şimşeğin ardından kayboldu. Marko yalnızca izliyordu. Marko olduğu yerde kalakalmıştı. Steve kanlar içindeyken Marko’nun yanına yaklaştı.
—Nerede?
—Kaçtı...
Steve ayağını yere vurdu ve sitem etti.
—Elinden nasıl kaçırabilirsin?!
Marko cevap vermedi ve yalnızca başını eğmiş ve yere bakıyordu. Kendi kendine fısıldadı.
“Normal bir insanın elinden ne mi gelir?..”